dün alsancak stadında altay'la 0-0 berabere kalan galatasaray, hedefe yaklaştı
maçın ilk yarısı sönük, ikinci yarısı canlı geçti. turgay ve varol sahanın en iyi oyuncuları olarak gözüktüler
halit kıvanç izmir'den bildiriyor
kupaya uzanan eller titriyordu. ve ellerden kollara, bacaklara, ayaklara kadar geçiyordu bu titreme... öyle olmazsa, koca bir kupa finali böylesine sönük başlar mıydı? öyle olmazsa, o ayaklar topları böylesine gelişi güzel sağa, sola vurur muydu?
evet, 21 haziran yılın en uzun günüydü. bu günün büyük heyecanını yaratan galatasaray - altay maçının ilk yarısı ise, seyrettiğimiz en uzun 45 dakikaydı sanki... cansız, tesirsiz bir oyun içinde, bitmek tükenmek bilmioyrdu. neler mi olmuştu bu ilk yarıda? aslında «hiçbir şey»... 26.dakikada metin kale ağzına atılan topa yetişebilse, o topa dokunabilse, «metinden gol yemiyeceğim» diyen varol'a golü atabilecekti. bir de 37. dakikada yılmazın yerden şutunu varol kornere çelmişti. o kadar...
başka? hiç... bomboş bir devreydi bu...
iki takım da bir (kupa finali) değil, geliri bir derneğe bırakılacak dostluk maçı oynuyordu sanki.. seyirci bile öylesine sakindi ki. tarafsız sahada karşılaşıyor gibiydi takımlar..
fakat ikinci yarı bambaşka havaya büründü. oyun birden canlı, heyecanlı bir tempo kazandı. aytekin gibi yırtıcı, delici bir elemanını açığa atmak hatâsından sıyrılan altay, bu yarıda galatasarayı zorluyordu. ama «kupaya uzanan eller içinde titremeyen eller» de vardı. işte turgayın daha büyüyen elleri bunların başındaydı. üstüne atak yapan iki, üç rakip forvete rağmen topları adeta demirden yumruğuyla ceza sahasının dışına fırlatan turgay, galatasarayın esasen başarılı oynayan müdafaasının en başarılı adamı olarak parlıyordu. altay sıkıştırıyordu, korner üstüne korner kazanıyordu. işte üç dakika içinde dört korner atmışlardı turgay'ın kalesine. ama hepsi neticesiz kalmıştı.
sahanın titremiyen ellerinden bir çifti de taö karşıdaki kaledeydi.
müdafaasını sağlam tutarken, ileri - geri çalışan elemanlarının gücüyle sık sık tehlikeli kontrataklara kalkan galatsaray, akınlarının çoğunda bu titremeyen elleri, evet varol'u buluyordu. o da önündeki varol’u buluyordu. o da önündeki canlı müdafaanın, hele solbeki iskender'in gayretine, kendi başarısını ekliyordu. varol da kaleleri konuşturan ikinci adamıydı sahanın...
metin yırtılıyordu «gol yemem» diyen varol'a gol atmak için... hem de devamlı iki altaylı tarafından marke edilmesine rağmen. 50. dakikadaki şahâne kafa vuruşunda topun direği sıyırması, bahtsızlıktı metin için. metin, bir de sonlarda gene kafayla filelere gönderdiği topta, ofsayta düşmenin bahtsızlığını çekecekti.
altaylılar ise nail'in son dakikada direğe çarpan şutuyla talihsizlikten bahsedebileceklerdi. ya ceza sahasında ergun'un eline çarpan top mu? yok. yok . alman hakem doğru görmüştü: bu kasitsiz harekete penaltı verilemezdi. esasen dünkü maçın asıl yıldızı, bei yıldızlık idare gösteren alman hakemiydi. çarpışan oyuncuları gülerek okşaması, davranışlarındaki yumuşaklık, kararlarındaki isabet, kaideleri, hele avantajları dikkatle tatbiki misafirimizin gerçekten «hakem» olduğunu ortaya koyuyordu.
galatasaray için gaye, izmir'den yenilmeden dönmekti. sarı - kırmızılıların teknik adamları, bu amaca uygun taktiği hazırlamış, futbolcuları da başarıyla tatbik etmişlerdi.
müdafaa sağlam oynamış, diğer elemanlar da müdafaaya önem verme taktiğinin iyi bir örneğini sunmuşlardı. altay ise, oyuna iddiası kadar büyük başlamamış, ikinci yarıda akınlarını sıklaştırmasına rağmen forvetinin dağınıklığından netice alamamıştı. kıscası altay dün «yenici» hüviyette görünmemişti.
maçtan sonra «kupa»ya uzanan eller baştaki kadar titremiyordu ve galiba alsancaktaki 0-0 beraberlikle sarı - kırmızılı eller daha fazla yaklaşmıştı kupa'ya...