bu sözü çok küçüklüğümde rahmetli babaannem melek hanım'dan öğrenmiştim ve ondan sonra bir daha unutmadım. bir insanın elinin işte, gözünün oynaşta olmasına asla tahammül edemedim ve böylelerinden hep uzak durmaya çalıştım.
ne var ki, hayatım boyunca böylelerini pek sık gördüm. özellikle mesleklerinde yetersiz oldukları halde kariyer yapma hırsı içinde bulunanlar bu söze uygun davranırlar ve g.saray'ın dün gece düştüğü acıklı durumlara düşerlerdi.
g.saray, aklını, hiçbir zaman vermemesi gereken trabzon-f.bahçe maçından ayıramadığını daha maçın ilk dakikasında ortaya koydu.
zaten fatih terim'in van kabadayısı vedat inceefe'yi takıma koyması da bu safça şaşkınlığı yansıtıyordu. terim, belki inceefe'yi kendisine benzettiği için seviyordu ama önemli olan g.saray'dı ve terim'in kafası bu kadar büyük düşünecek derecede geniş değildi.
g.saray'ın girmemesi gereken bir havaya girdiği, maçın ilk dakikasından itibaren yapılan abuk sabuk davranışlardan zaten beli oluyordu.
kaleciden aldığı (kaleci bu topu ona atmamalıydı) pası enayice kaybeden inceefe golü yedirince havaya giren g.saray'da yarım panik başlıyor ve savaşanlarla hala trabzon-fener maçının havasından çıkamayanlar arasında çelişki yaşanıyordu. bu arada inceefe yediği sarı karttan sonra bu kez rakibine isabet etmeyen bir tekme sallıyor, hakem bunu görmediği için sahada kalıyordu.
ben g.saray'ın kolay maçları havaya girerek böyle zora sokmasını istemiyorum. ama ne yazık ki bu yazıları da havaya yazıyorum.