avrupa kupaları’nın umursanmayan rakamları: başarı mı, başarısızlık mı? mehmet ali çetinkaya 19/04/2013 mehmetalicetinkaya.com
geçen hafta galatasaray ve fenerbahçe, avrupa kupaları’nda son 4 takım arasına kalmak için çeyrek final rövanş maçlarına çıktılar. galatasaray 3-2 galip gelmesine rağmen real madrid’e boyun eğerken, fenerbahçe, lazio’yu kupa dışına iterek yarı finale yükseldi. alışıldığı ve beklendiği üzere, türk spor basını ve sonucu milliyetçilikle harmanlayan birçok futbolsever, fenerbahçe’nin başarısına methiyeler dizdiler.
oysa ülkemizde kronikleşen bir hastalık haline gelen, “sadece bugünü görmek” yerine birkaç adım geriye çekilerek resmin tamamına baktığınızda çok daha farklı bir şey görüyorsunuz: “bu sezon 39. kez avrupa kupaları’na katılan sarı-lacivertliler, tarihlerinde ilk kez son 4′e kaldılar.”
anadolu-avrupa
uefa’nın düzenlediği ilk avrupa kupası olan şampiyon kulüpler kupası, 1955-56 sezonunda start aldı. türkiye ilk kez 1956-57 sezonunda galatasaray tarafından temsil edildi ve istanbul’un üç büyük takımı düzenli olarak avrupa arenasında boy göstermeye başladılar.
bir anadolu takımının avrupa kupaları’nda yer alması için ise, hem ikinci bir avrupa kupası düzenlenmesi, hem de tam 11 yıl geçmesi gerekecekti. 1967-68 sezonunda altay, istanbulluların geleneğini bozup kupa galipleri kupası’na katıldı. ilginçtir, siyah-beyazlılar istanbulluların ambargosunu ancak “arka kapıdan” geçerek delebilmişlerdi.
1971-72 sezonunda uefa, kendi adını taşıyan 3. bir avrupa kupası daha düzenlemeye başladı. hem bunun etkisi, hem de trabzonspor’un 70′lerin ikinci yarısından itibaren ligde aldığı başarılı sonuçların etkisiyle anadolu takımları avrupa’da daha sık gözükmeye başladılar. ama yine de en fiyakalı kupa olan şampiyon kulüpler kupası’ndaki istanbul baskınlığını sadece trabzonspor alt edebilmişti.
80′lerin ortalarından itibaren galatasaray, beşiktaş ve fenerbahçe’nin yaklaşık 10 yıllık buhran döneminden kurtulmaları ile birlikte anadolu için avrupa yeniden hayal oldu.
1995’de uefa, liglerini orta sıralarda tamamlayan takımların yer alacağı ve başarılı olanların uefa kupası’na katılacağı ıntertoto kupası’nı düzenlemeye başladı. bu sayede anadolu takımları yaklaşık 10 yıllık bir hasretin ardından, herkesin tatilde olduğu ve pek de önemsenmeyen maçlar olmasına rağmen “bir umut” avrupa takımlarıyla karşı karşıya geldiler. ama bu da, kupanın düzenlendiği tarihlerde türk takımlarının kadrolarını tam olarak oluşturamadıkları için çok uzun soluklu olmadı.
2000′lerin ilk birkaç yılında ise ülke puanının artması ve daha fazla takımın katılma hakkı elde etmesiyle birlikte anadolu takımları uefa kupası’nda daha sık ve çok takımla yer alabildiler.
anadolu’nun bu inişli çıkışlı grafiğine tezat oluşturan tek takım ise trabzonspor’du. ilk kez 1976-77 sezonunda şampiyon kulüpler kupası’nda yer alarak, istanbulluların 1 numaralı kupadaki hükümdarlığını yıkmayı başaran bordo-mavililer, bugüne kadar neredeyse her dönem istikrarlı bir şekilde avrupa’da yer aldılar.
istanbul-avrupa
beşiktaş, galatasaray ve fenerbahçe, düzenlenmeye başlandığı ilk yıllardan itibaren neredeyse her sezon avrupa kupaları’na katıldılar. “gavur takımlarına karşı verdikleri her bir savaş”, onlara türkiye’nin dört bir köşesinde sevgi olarak geri döndü. millet ve devlet katındaki bu sevgi seli sonraları maddiyata da dönüşerek kulüplerin iyice güçlenmelerini ve serpilmelerini de sağladı.
para
türk takımlarının avrupa kupaları’nda ilk kez yer aldığı 1956′dan bu yana türkiye’de futbola aktarılan para miktarı çok büyüdü. tribün gelirleri, forma satışları, sponsor anlaşmaları, yayın gelirleri ve avrupa kupaları’ndan gelen paralar her geçen gün takımların kasalarını daha fazla doldurmaya başladı. fakat bu yukarı yönlü, oldukça dik bir tırmanış gösteren ok, sadece, her birinin 30′ar milyon taraftarı olduğu yazılıp çizilen fenerbahçe, galatasaray ve beşiktaş kulüplerinin gelir grafiklerinde görüldü.
anadolu takımlarının gelir grafiklerinde ise özellikle yayın gelirleri ve puana-para uygulaması nedeniyle yukarı yönlü bir kıpırdanma olsa da, diğer kalemlerde pek fazla bir değişiklik olmadığından yükseliş her zaman sınırlı kalıyordu.
bu konuda ki istisna ise, yayın gelirlerinin büyük bir bölümünün (kurallar koyulurken istanbul’un 3 büyük takımının “unique/eşsiz” özellikleri göz önünde tutulduğundan ötürü) şampiyonluk sayılarına göre paylaştırıldığı için, trabzonspor ve birkaç yıl önce şampiyon olmayı başaran bursaspor’da yaşandı. onların gelir grafiklerindeki yükselme diğer anadolu takımlarına göre daha sert ve yukarı yönlü oldu.
kadro-tecrübe
milat olarak aldığımız 1956’dan bu yana, anadolu takımlarında parlayan futbolcular “hem maddi (takımında bir alırken kesenin ağzı beşten açıldığı için), hem de manevi (çocukluğundan itibaren tek hedefinin istanbul’da top koşturmak olduğu için) nedenlerle koşarcasına üç büyükler’e transfer oldular.
yabancı futbolcular konusunda ise özellikle 90′larda büyük bir hareketlilik yaşanmaya başladı. genelde kariyerlerinin son demlerini yaşayan yabancı futbolcular oldukça yüklü rakamlarla türkiye’ye getirildiler. son yıllarda ise, özellikle avrupa bileti ve/veya daha önce gelen futbolcular referans olarak gösterilerek daha genç, yetenekli ve avrupa kupası deneyimi olan futbolcular transfer edilmekte. fakat bu transferlerde tek değişmeyen, ödenen yüklü miktarda ücretler oluyor.
fıfa’nın transfer araştırma sistemi tms’nin verilerine göre, 2012 yılında süper lig takımlarının yabancı futbolcular için ödediği 78 milyon dolarlık bonservisi bedeliyle dünya üçüncüsü olması da dönen paranın büyüklüğünü sanırım daha iyi gösteriyor.
son 10 yılda istanbul takımlarının kadro değerleri, futbolcularının ve teknik adamlarının tecrübeleri avrupa kupaları’nda yer alan takımların büyük bir çoğunluğunun önüne geçmiş durumda. bu sezon fenerbahçe’nin kadro değerini avrupa ligi’nde karşılaştığı takımlarınkilerle kıyaslarsanız ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz.
anadolu’da ise transferler genelde daha ölçülü, az gösterişli ve altyapıdan gelen genç futbolculara yapıldı. zaten sınırsız/destekli/kesin para kaynakları olmadığı için, daha fazlası da pek olası değildi. ama bazı kulüp yöneticileri sırf yabancı futbolcu transfer etmiş olmak için saçma sapan transferlere yada sırf göz boyamak için istanbul’da kariyerini ve amacını bitirmiş, sadece emeklilik ikramiyesi için oynayan “lejyonerlere”, elde olmayan paralarla imza attırarak kulübün sonraki yıllarını soru işaretlerine bağlamaktan çekinmediler.
bu konuda yine bir istisna (eline geçen paralar nedeniyle istanbul ile anadolu arasında sıkışıp kalan, yönünü/yerini bir türlü belirleyemeyen) trabzonspor’da yaşandı. bordo-mavililer, istanbullular gibi yüksek meblağlara anadolu’dan futbolcular ve yabancı ülkelerden genelde düşüş grafiğindeki yabancıları şehirlerine getirdiler. ama bu transferlerin büyük bir çoğunluğunda arzulanan hedef yakalanamadı.
teknik adamlar konusunda da benzer durumlar yaşandı. istanbul her zaman tecrübeli ve pahalı teknik ekibe sahip olurken, anadolu, ya onlarda görev alıp başarısız olanlarla yada adı sanı duyulmamış hocalarla çalıştı.
toparlayalım
üstte bahsettiğim bilgilerin ışığında daha fazla parası, daha fazla taraftarı, daha tecrübeli oyuncu ve teknik adamları ve arkasında “her yönüyle” büyük bir destek bulunan üç büyükler, neredeyse her yıl avrupa kupaları’nda yer buluyorlar. anadolu takımları ise (yine trabzonspor hariç) ortalama 5-6 yılda bir (ki o da belki) avrupa’da yer alıyorlar. onlarda da, hem tecrübesiz, hem de daha az kaliteli futbolcu ve teknik ekipleriyle mücadele ediyorlar. ve çoğu zaman bu maçlar, “şehre gelen yabancı kumpanyası” şeklinde ilgi görüyor ve “bir kerelik eğlence” yaşanıyor.
katılım sayıları ve başarılar
türk takımlarının avrupa kupaları’na katılım sayılarına bakınca büyük resmin ana hatlarını daha iyi görebiliyorsunuz. bugüne kadar galatasaray 40, fenerbahçe 39, beşiktaş 35 ve trabzonspor 27 kere avrupa’da yer aldılar.
bu rakamlara karşılık diğer 23 anadolu takımından kocaelispor ve bursaspor 6, gençlerbirliği, gaziantep, altay, ankaragücü ve eskişehirspor ise 5′er kez kupalara katıldılar.
kupalarda çeyrek final ve daha üst turlara çıkmayı, başarıda kriter olarak kabul edersek;
galatasaray, 40 kere katıldığı kupalarda 1 kez final, 2 kez yarı final ve 7 kez çeyrek final oynadı. 1999-00 sezonunda uefa ve ardından süper kupa’yı müzesine götürdü. fenerbahçe, 39 kez katıldığı kupalarda 3 kere çeyrek final oynadı ve sadece bir kez (o da bu sezon) yarı finale yükseldi. beşiktaş ise, 35 kez katıldığı kupalarda sadece 2 kez çeyrek final oynama başarısı gösterdi.
buna karşılık, kupalara sadece 2 kez katılan göztepe ve 6 kere katılan bursaspor da avrupa kupaları’nda birer kere çeyrek final oynadılar.
ve tezatlar
üç büyükler’in avrupa kupaları’na katılım sayıları ile başarı olarak nitelendirdiğimiz rakamların arasındaki uçurumu görmemek mümkün değil.
bu takımların 1956’dan bu yana, para, taraftar, futbolcu ve teknik adam kalitesi gibi bütün konularda istikrarlı bir şekilde güçlenmelerine rağmen avrupa kupaları’nda nadiren başarı kazanmalarını anlamlandırmak mümkün değil.
fakat ne gariptir ki, katıldıkları kupalarda o sezon ne kadar kötü sonuçlar alırlarsa alsınlar, bir sonraki sezon futbol ilgilileri tarafından yine ve sadece geçmiş başarılarıyla hatırlanırlar.
oysa aynı affedicilik anadolu takımlarına hiçbir zaman gösterilmez.
örneğin birkaç yıl önce bursaspor, mucizevi bir şekilde lig şampiyonu olup, şampiyonlar ligi’ne direk katılma bileti aldığında, aynı futbol ilgilileri, yeşil-beyazlılar yerine devler ligine 3 istanbul takımından birinin gitmesi gerektiğini söylemekten ve bursa’nın grubunda 1 puan alarak elenmesini, haklılıklarının bir kanıtı olarak sunmaktan çekinmemektedirler.
ama bu değerlendirmeyi yapanlar nedense, fenerbahçe’nin şampiyonlar ligi gruplarında 0 puan çektiğini, galatasaray’ın 6 maç sonunda sadece 1 gol atarak, 2 puan kazandığını, beşiktaş’ın 3 puanla grubunu tamamladığını ve bunların hepsi bir yana defalarca ön eleme maçlarında kendilerinden çok daha tecrübesiz ve düşük bütçeli takımlara boyun eğdiklerini hatırlamazlar.
kısacası, fenerbahçe, galatasaray ve beşiktaş’a her konuda gösterilen sonsuz tolerans bu konuda da yürütülmektedir.
milliyetçilik tezatları
başından beri yabancı takımlarla yapılan her maç “milli görev” olarak sunulurken, 7’den 70’e tüm takım taraftarlarının destek vermesi istenirken ve hatta ilgi göstermeyenler ve/veya destek olmayanlar “vatan haini” ilan edilirken, anadolu takımlarının, canlı olarak yayınlanmayan yada bin bir uğraşla son dakikada yayına eklenen avrupa kupası maçları vardır.
3 büyükler’in avrupa’da oynadıkları en basit maçların biletleri bile haftalar öncesinden biterken ve milliyetçilik naraları atılarak tribünler doldurulurken, nedense anadolu takımlarının deplasmanda oynadıkları en önemli maçlarda bile (örneğin gençlerbirliği’nin çeyrek final mücadelesi verdiği valencia karşılaşmasında) tribünler boş kalmaktadır.
istanbul’un en ufak başarılarını bile türklük vurgusu yaparak, büyük puntolarla manşetine taşımayı görev edinen basının anadolu takımlarının benzer başarılarını alt başlık olarak sunmasında da aynı tezat gözler önüne serilmektedir.
son söz
bütün bu örnekler, istanbul hegemonyasını oluşturan temel öğelerden biri olan ve aynı zamanda ülkeyi futbol üzerinden birleştirdiği düşünülen avrupa kupaları’nda bile anadolu takımları ne yaparsa yapsın ibrenin daima istanbul’u gösterdiğini kanıtlıyor.
gerçi, saha içinde ve dışında hiçbir yazılı kuralın bile eşit olarak uygulanmadığı ülke futbolundan daha farklı ne beklenebilirdi ki?