2003-04 sezonu uefa kupası 3. turu: ac parma mehmet ali çetinkaya 09/04/2013 mehmetalicetinkaya.com
ilk turda ingiltere’den blackburn rovers ve ikinci turda portekiz’den sporting lisbon’u eledikten sonra 3. turda rakip, italya’dan ac parma olmuştu. kura çekiminden yaklaşık 3 ay sonra oynanacak olan maça hazırlanmak için uzunca bir süre vardı.
2002-03 sezonunda serie a’yı 5. olarak tamamlayıp uefa kupası’na katılan parma, ilk turda ukrayna’dan metalurh donetsk ve ikinci turda avusturya’dan austria salzburg’u eleyerek kırmızı-siyahlıların rakibi olmuştu.
parma hakkında biraz araştırma yapınca morallerin bozulmaması elde değildi. italya liginde şampiyonluğu bulunmayan sarı-lacivetliler, neredeyse her yıl istikrarlı bir şekilde avrupa kupaları’na katılıyor ve müzesinde 2 tane uefa, 1 tane kupa galipleri kupası ve 1 tane de süper kupa bulunduruyorlardı. parma’nın bu özelliği, kendi aramızda, “madem ligde şampiyon olmamıza izin vermiyorlar, o zaman biz de parma gibi her yıl avrupa’ya giderek gücümüzü orada göstermeli ve futbolcularımızı onlara pazarlayıp daha çok para kazanmalıyız!” muhabbetinin dönmesine sebep olmuştu.
parma, o günlerde sponsorları parmalat’ın yaşadığı bazı sıkıntılar nedeniyle parasal olarak zor günler geçiriyordu. bu sıkıntı aklımda kısa süreli de olsa “acaba?” diye bir ampul yakmadı değil. ama haliyle ne olursa olsun rakip parma idi!
ben de durum negatif yönlü olsa da, istanbullu arkadaşım hakan gözkan, gençlerbirliği’nin turu geçeceğinden oldukça emindi!
ilk maç
ilk iki turdan farklı olarak ilk maç deplasmanda oynanacaktı. avrupa kupası maçlarını milliyetçiliğin dibine vurarak pazarlayan türk spor basını, uefa kupası’nda 3. tura çıkan gençlerbirliği’nin maçını canlı olarak yayınlamaya yanaşmıyordu. oysa aynı gün oynanacak olan valencia – beşiktaş ve galatasaray – villareal maçlarının canlı olarak yayınlanacağı 2-3 hafta öncesinden belliydi…
maçtan birkaç hafta sonra bir yöneticimizin büyük uğraşları sonucunda maçın son dakikada kanal d’de canlı olarak yayınlanmasını sağladığını öğrenecektik. zaten biz de maça birkaç saat kala canlı yayınlanacağını öğrenip havalara uçmuştuk.
istanbul hegemonyasının oluşmasında ve büyümesinde baş rolü oynayan avrupa kupaları ile milliyetçilik arasındaki bağlantının aslında yalan olduğunu, gerçeğin ise sadece (istanbul takımları üzerinden sağlanmakta olan) rant ve para olduğunu öğrenmeye başlıyordum.
çok uzağa gitmeye gerek yok, bir sonraki sezon yunanistan’da oynayacağımız egaleo maçı (hani sözüm ona fb, bjk ve gs’nin yabancı takımlarla yaptıkları hazırlık maçlarında bile milliyetçilik pompalayan) hiçbir televizyon ve radyo kanalı tarafından canlı olarak yayınlanmadı.
maçın başlayacağı 20:30’da ekrana bomboş tribünler ve karla kaplı zemini temizlemeye çalışan görevliler geliyordu. birkaç gün sonra akşit abiden parma’da kolay kolay kar yağmadığını hatta bu denli yoğun bir karın çok uzun yıllardır görülmediğini öğrenecektik.
sahanın durumunu görünce maçın erteleneceğini düşünsek de hakem hepimizi şaşırtıp maçın oynanacağına karar vermişti.
ersun yanal, normal kadrosuna göre defansa bir adam daha eklemiş ve mustafa özkan’ı forvet arkasına çekmişti. ilk dakikalarda iki takım da birbirini tarttıktan sonra gençlerbirliği iplerini eline alıyor ve çok baskılı bir oyun ortaya koyuyordu. ali tandoğan’ın direkte patlayan topu canımızı sıksa da takımın evinde gibi rahat ve güzel bir oyun çıkartmasıyla gurur duyuyorduk. ilk yarı 0-0 bitti.
ikinci yarı başlamadan önce parmalıların bizim sahayı temizledikleri ama kendi sahalarını daha az temizlediklerini görüp “vay arkadaş!” diyorduk.
maçın 60. dakikasında josip skoko’nun takımı yöneten muhteşem oyununu taçlandırarak, uzaklardan sebastien frey’i avladığı golle havalara fırlıyorduk! oynanan oyunun hakkı olan bu gol, aynı zamanda parma’nın uefa kupası’nda 376 dakikalık gol orucunun da sonu oluyordu.
son 30 dakikada alkaralar, güzel ve baskılı oyununa devam ediyor ve ikinci golü arıyorlardı. parma ise damir’in kalesinde hiçbir ciddi pozisyona giremiyor ve maç 1-0 sona eriyordu. bu sonuçla 1999’da ıntertoto kupası’nda trabzonspor’un deplasmanda perugia’yı 3-1 (hükmen 3-0) yendiği maçtan sonra avrupa kupaları tarihi boyunca ikinci kez bir türk takımı bir italyan takımını deplasmanda mağlup ediyordu.
günün tek moral bozan kısmı ise, kanal d’nin maçın son 10-15 dakikasında sürekli yayını kesip daha başlamasına zaman olan valencia-beşiktaş maçına bağlanmasıydı! bol bol sövmüştük…
maçtan sonra ersun yanal’a, “bu sezon uefa kupası’nda doludizgin giderken, ligde neden çok kötü bir performans çiziyorsunuz” diye soruluyor, o da, “futbolcularım geçen yıl (2002-2003) yaşananlardan dolayı lig şampiyonu olma inançlarını kaybettiler. avrupa kupası maçlarına ise kafalarında hakem baskısı olmadan, rahat bir şekilde çıkıyorlar. çünkü biliyorlar ki, iyi oynarlarsa kazanırlar. oysa türkiye liginde iyi olsanız da kazanamayabiliyorsunuz!” diye cevap veriyordu.
ikinci maç
ankara’daki rövanş maçı öncesi yine turnikelerde mahşeri bir kalabalık vardı. saat 17:45’de oynanacak maç için şirketten bahaneyle erkenden kaçmış ve maratondaki yerimi almıştım. sahada ısınan parmalı oyuncuları izlerken daha önce görmediğim bir kaleci antrenmanına şahit oluyordum. sebastien frey, sahanın herhangi bir yerinde duran kaleci antrenörüne doğru degaj antrenmanı yapıyordu. çok hoşuma gitmişti!
maça gençlerbirliği inanılmaz bir baskıyla başlamıştı. peş peşe pozisyonlara giriliyor ve gol atıp erkenden turu geçme planları yapılıyordu. birkaç önemli pozisyonun ardından 31. dakikada frey, son adam olan youla’yı net bir şekilde düşürüyor ama hakem devam kararı veriyordu. penaltı o kadar netti ki, tribünde adeta tepiniyorduk! ama 3 dakika sonra garip bir şekilde pozisyonun karbon kopyasını yaşadık! ama bu sefer pozisyon ceza alanı dışında olmasına rağmen hakem günah çıkarırcasına hem penaltı, hem de frey’e kırmızı kart veriyordu. tribünler bayram yerini dönmüştü. hele bir de filip golü atınca, sormayın!..
ikinci yarı oyunun tek hâkimi yine kırmızı-siyahlılardı. peş peşe pozisyona giriliyor ama bir türlü ikinci gol gelmiyordu. derken damir’in yaptığı uzun bir degaja, birkaç yıl sonra beşiktaş’a gelecek olan ferrari’nin ters kafa vuruşu ile skor 2-0 oluyordu. artık işlem tamamdı ve son 16’ya kalmamız kesinleşmişti. ama ali tandoğan, trt’de maçı anlatan kerem öncel’in, “kaymaklı baklava tadında sayın seyirciler” diye anlatacağı golle maçı 3-0’da noktalıyordu.
bu sonuçla birlikte o sezon avrupa kupaları’nda yoluna devam eden tek türk takımı olarak uefa kupası’nda 4. tura yükseliyorduk.
gençlerbirliği, 3-0'lık bu galibiyetle, avrupa kupaları tarihi boyunca bir italyan takımına karşı en farklı galibiyet alan türk takımı oluyordu. 2006-07 sezonunda fenerbahçe, palermo'ya karşı aynı sonuçla galip gelip bu rekoru egale etti.
bu maçtan 3 gün sonra ankara’da hiç durmadan yağan kara rağmen, şampiyonluğa giden fenerbahçe ile süper lig maçına çıkmıştık. zemin bembeyazdı ve benim aklıma 2 hafta önce italya’da oynadığımız 1-0’lık parma maçı geliyordu. bu yüzden maçı garip duygularla ve bir yandan da donarak izlemiştim! kaptan ümit’in hatası ile golü yemiş ama ardından kar yağışı altında fenerbahçe kalesinde inanılmaz bir baskı kurmuş, 3-4 net pozisyon harcayarak ve van hooijdonk’un çizgiden çıkarttığı 2 topla sahadan 1-0 yenik ayrılmıştık…
ama kısa bir süre sonra sarı-lacivertlilerle türkiye kupası yarı finalinde, hem de kadıköy’de bir kere daha karşı karşıya gelecektik…
bir dip not olarak: parma sonraki sezon (2004-05) uefa kupasında çeyrek final oynadı.