ilk basımı 2004 yılında olan bozkurt k. yılmaz'ın "bu aşk bizi canlı tutacak: fenebahçeli olmak" kitabından;
ankara'daki taraftarlar sezon başında lig fikstürünü incelerken ankara'dakı maçlardan başka iç anadolu bölgesinde oynanacak her maçın da yanına bir yıldız koyarlar. o yıldızlar "niyettir". o hafta sınav olmazsa, harçlıklar uygunsa, hava şartları ılımansa o yakın deplasmana gidilir anlamında değerlendirilmelidir.
1989 yılında sezonun ilk maçı, bodrum'dayım. maçı ümit'lerin yalıkavak'daki evinde küçük bir televizyondan takip edeceğiz.
kısacık saçlı, dizi bandajlı yeni transfer ikinci yarıda oyuna girip gollerini sıralayınca ne kadar sevindiğimi hiç unutamam. aykut kocaman'ın daha sonra sevineceğim yüzlerce gol atacağını, ayağından kusursuz çıkan şutlar kadar ağzımdan çıkan duygu yüklü sözlere de hayran olacağımı o gün tahmin edemiyorum...
maç sonunda bodrum cumhuriyet caddesinde bir anda bayraklar çıkmış ve caddenin tam ortasına asılmış salına salına dalgalanıyorlar. şimdiki "inandık sizlere bu sene" tezahüratı o günlerde nasıldı acaba?
maç sonrası bodrum'un kimbilir hangi barında bir kadeh daha içip "bu sezon yıldızlar dışındaki maçlara özellikle istanbul'a da gitmeliyim" diyorum kendi kendime. gidiyorum da.
koyduğum yıldızlardan konya'nın haftası geldiğinde aralık ayı gelmiş, bir hafta sonra istatistik sınavı var ve harçlık durumum iç açıcı değil. anladım ki gitmek isteyince bunların hepsi de maç kaybetmiş teknik direktörün saha zemini mazereti gibi geçersiz kalabiliyor.
aralık ayında karlı bir günde üniversiteden üç arkadaşım cenk, hakan ve ömer ile birlikte konya'ya gidiyoruz. konya'ya vardığımızda ayaza rağmen lapa lapa kar yağmaya başlıyor. bir pastaneye giriyoruz. tüm yüzler tanıdık. bizim üniversite'den de iki otobüs arkadaş kalkmış gelmiş. ayaküstü bir şeyler atıştırıyoruz. henüz biletimiz yok, sık sık bakıyoruz, gişe açılmamış... birer çay daha söylerken "gişenin açıldığı" haberi geliyor ve anlıyoruz ki binlerce taraftar kardan ve dondurucu ayazdan korunmak için çevredeki dükkanlara sığınmış. bir anda herkes bilet almak için gişenin önüne doluşuyor.
stada girmek için en uzun boylu olanımızı bilet almak için gişeye gönderme kararını destekliyorum. zira cenk ve ömer basketçiler, hakan da benden uzun... kar lapa lapa yağmaya devam ediyor. bize ayrılan kale arkasına itiş kakış girdiğimizde bir anda kapalı tribünün bize yakın bölümündeki bir grup taraftar ayağa kalkıp el sallamaya başlıyorlar. o duyguyu çok iyi bilirim. onlarca ankara maçında içeri erkenden girip sessiz sedasız oturur istanbul'dan gelenler kapalıya girince o güvenle ayağa fırlayıp: "her zaman her yerde en büyük fener" diye bağırdığımızı daha dün gibi hatırlıyorum. güvenenden güvenilene geçmek ne büyük keyifmiş...
o yıllarda stad hoparlörlerinden genelde maça kadar polis radyosu veya türküler çalınıyor, gülerek dinliyoruz hatta çoğu zaman dikkat bile etmiyoruz. konya stadında ise dire straits'in "brothers in arms" albümü döne döne çalıyor. bu defa da yüzlerce defa dinlediğimiz "your latest trick"'i konya'da stadyumda dinleyeceğimiz aklımıza gelmezdi diye gülüyoruz.
attığımız bir eldeki parmak sayısı kadar gol bu karlı deplasmanı unutulmaz kılıyor. o sene sonunda şampiyon olacağımıza yürekten inanıyoruz. fotoğrafçıları, itfaiyeyi yerine götürüp maçı yarım saat geç başlatan şimdinin meşhur hakem hocasına edilen ilginç küfürler o günden hafızamda diğer kalanlar. maç çıkışı arabaya binip oyalanıyoruz. böyle zamanlarda şehir çıkışında meteor yağmuruna tutulacağımızı biliyoruz. şehir çıkışındaki ilk benzin istasyonunda kırık camlarının yerine otomobillerine naylon torbaları koli bandı ile yapıştıran 34 plakalı arabaları görüp haklılığımızı teyit ediyoruz. kar lapa lapa yağmaya devam ediyor... ankara'ya geceyarısı yorgun ama mutlu dönüyoruz.
o deplasman kaçamağımızı ardından gelen ve kamp devresi maç hafta sonuna rastladığı için hazırlanılamayan istatistik sınavında ümitsizce sağa sola bakınmamı da hatırlarım. yine de "her şeye değdi" diyebileceğim bir gündü...