ilk basımı 2002 olan "dünya kupası" kitabında fatih altınöz'ün "dünya kupası penaltı yarışması" başlıklı yazısından;
ilk dünya kupamız 1970. yaş 6. baba memleketine antep'e gidiyoruz. mevsim yaz. otobüs çayırağası. vakit gece yarısı avur dagı'na tırmanıyoruz. edgar allan poe öykülerinden fırlamış bir yerdeyiz. gavur dağı'nın adı üstünde, gökyüzüne doğru kıvrıla kıvrıla yükseliyor sonra kıvrık kıvrık alçalıyoruz. ortada otobüsümüzü bir lokmada yutmaya hazır karanlık, kapkaranlık bir boşluk... otobüs santim santim inim inim ilerliyor. içerde ışıklar sönük, otobüsteki tek ses şoför mahallinde. radyo.
radyo açık, cızırtılı. ses gidip geliyor. dünya kupası finali. brezilya - italya maçı. riva, rivera, fachetti, mazzola filan var galiba italya'da. brezilya'yı tutuyoruz. pele'den, rivelino, tostao ya da jairzinho'dan olabilir. formadaki sarı-lacivert renk lerden de olabilir, iyi top oynamalarından da. bizim oralarda brezilya'ya berezilya derlerdi. berezilya güzel top oynardı. bir yabancı turnuvada eğer fenerbahçe, milli takım ya da herhangi bir yerli takım yoksa direkman güzel top oynayanı tutardık. çocuktuk.
bizim ilk dünya kupamızı gavur dağı'ndaki maçta berezilya kazandı. dört-bir. helal olsun dedik verdik kupayı radyonun cızırtılarının arasından gece yarısı.
mutlu mesut antep'e vardık. ertesi gün dedemizin fıstık dükkanında dedemize maç sonucunu soranlara torun olarak cevap verdik. golleri de şunlar şunlar attı.
ilk dünya kupamızda berezilya'yı tutuyorduk. radyo vardı otobüste, ikinci dünya kupamızda ise televizyon, komşunun evinde.
1974. hollanda'yı tuttuk. deli gibi. çünkü güzel top oynuyorlardı. cruyff, neeskens, kroll, rep, rensenbrink, suurbier (rahmetlik oldu galiba genç yaşında), rijsbergen, van hanegem, haan... kerkhof kardeşlerden biri ufak ufak takıma giriyordu. bi de bi hulshoff vardı, ama sakattı (gene) galiba. kalecilerinde iş yoktu yalnız. jongbloed ve okunuşuyla şırayvırs... iki uçan mandayla iki kupa gitti 74 ve 78'de.
1974 dünya kupası finalleri. hayatımızın en güzel günleri. kasaba. çocukluk. uzun yaz günleri. cruyff u izlemeye doyamazdık... bizim oralarda cruyff a cüruf derlerdi. beckenbauer'a karşı tabii ki cüruf. soğuk, mekanik, salt sonuca yönelik sağlamcı oyuna karşı... renkli, sereserpe, heyecanlı, hercai oyun.
cephe gerisindeki en emniyetli yere kurulup bütün topları alıp oyunu kuran, formasında çamur çimen izi olmadan maç bitiren kayzere karşı cephenin orta ve ileri ucunda düşman saflarında düşmanla kora kor savaşan, yara bere içinde kalan her türlü tekmeye gözü kara dalan portakal renkli fedai. futbolun jordan'ı. üstüne adam tanımadık. neeskens de pippen oluyor? evet, uydu gibi. uydu uydu. finaldeki o ilk penaltı, buz gibi penaltıydı arkadaş.
herifler daha topa dokunamadan cürufa dokundular. dakka bir. neeskens attı. neeskens attı. neeskens attı. ikinci penaltı ise breitner'in attığı... onun neresi penaltı? kendini hop diye yere atan holzenbein'den ömrümüz boyu nefret ettik, ederiz. gerd müller'in attığı ikinci golden sonra dakka 67 miydi neydi? moral sıfır. maçı daha fazla seyredemedik.
çıktık komşudan, indik aşağı. kapının önünde komşunun penceresinden gelecek iyi haberi bekledik maç sonuna kadar. bizi yeniden yukarı çıkaracak haberi. o iyi haber gelmedi...
hollanda finalde kaybetti. penaltılara olan öfkemiz o günlerden miras kalmış olabilir. jansen (kıvırcık, sarı, kısa, orta saha) düşürmedi, adam kendini yere attı abi. ceza sahasında kendini yere bırakan adamlardan da o gün bugün nefret ettik. maçın bütün dengelerini bozar bu artizler. maça bir asabiyet gelir o dakkadan sonra keyif meyif kalmaz ve çoğu zaman maç hücceten gider az sonra. bir maçta şöyle bir sahne görelim isteriz. misal ahmet ceza sahasında tam gol pozisyonundayken düşüyor. hakem misal'in takımı lehine penaltı veriyor. ahmet itiraz ediyor: "düşürülmedim. ben kendim düştüm." hakem kararları malum değiştirilemez. hakem dinlemiyor. sen misin misal'i dinlemeyen. bakıyor ki takımı haksız bir gol kazanacak. geçiyor topun başına kendi. geriliyor geriliyor, ama kaleye doğru dikine değil kaleye paralel taç çizgisi istikametine. herkesin gözü 'bu adam n'apıyor?' gibilerden onda... geliyor geliyor. bi şut. toptaçta hatta tribünlerde. işte adalet... futbol sahalarında böyle bir şey görelim daha bir şey istemiyoruz. neyse...
dünya kupası penaltıları 1970, 1974 ve 1978 de gene de tahammül edilebilir bir durumdaydı. çünkü maç içindeki hataların cezası olarak verildiler hiç olmazsa. (hatalı karar veren hakemin günahı boynuna.) 1974'de bunlara bile isyan ederken sonradan başımıza geleceklerden haberimiz yoktu tabii...