yıllardan 1985. aylardan eylül. ortaokul bebesiyiz. fenerbahçe, şampiyon kulüpler kupası'nda bordeaux ile oynuyor. tv'ler maçı vermiyor. haliyle radyonun başına geçiyoruz. şimdi bakıyorum da, iyi ki vermemişler maçı tv'den. o yıllarda radyodan maç dinlemenin ne tatlı bir zevk olduğunu, 2000'li yıllara geldiğimizde daha iyi anlamıştık. böyle maç günlerinde nedense hep denk gelir, o akşam da eve yine misafirler geldi.
annem dedi ki; -oğlum misafirlerimize bir hoşgeldin de, ayıp oluyor. -ama maç dinliyorum. -peki babana söylüyorum. -tamam yaaaa.
o zamanlar şimdiki gibi değildi, babadan korkulurdu. hele ki futboldan anlamayan bir babanız varsa. o anda senaryoyu yazdım kafamda. şimdi babam gelecek, "başlarım lan senin maçına" diyerek radyoyu kıracak, ben de maçı dinleyemeyeceğim. en iyisi maçın bir dakikasını feda etmekti. gittim kapıdan "hoşgeldiniz" dedim. -gel bakalım delikanlı -hoşgeldiniz amca -gel, gel
ulan oldu mu bir dakika sana iki dakika. okulun nasıl, derslerin nasıl, kızlarla aran iyi mi gibi absürd sorulardan beni annem kurtardı; -hadi sen git oğlum maçının başına.
çaylar, kurabiyeler, börekler eşliğinde maç dinliyorum. fener de attıkca atıyor, her golde havaya sıçrıyorum ama misafirlere ayıp olmasın diye, bağıramıyorum. ama o son gol yok mu. nur içinde yatsın, rahmetli hüseyin'in attığı golden sonra, başlarım misafirine diyerekten evin içinde bağıra bağıra koşturmamla, o ana kadar ki uslu çocuk, efendi çocuk imajımı yerle bir edişimi hatırlıyorum. salona gidip, herkese "gooooollll" diye bağırınca, misafir amca sordu; -kim attı -bizimkiler attı, fener bordo'yu yeniyor. -demek fener'lisin. -yooo eses'liyim. -haaaaa
şimdi garip gelebilir belki ama o zamanlar avrupa'da oynayan her takımımız bizdendi. bugün artık devir değişti. o güzel, masum sevinçler, güzel bir anı olarak kaldı. benim taraftarı olduğum takım, en son ben üç yaşındayken avrupa kupası maçı oynadı. yani sütten yeni yeni kesildiğimiz günlerdi. hatırlamak mümkün değil. balkan kupası maçlarını hatırlıyorum ama onları gerçek bir avrupa maçı kategorisine sokamıyorum. taraftarlığın gereği olarak, takım üçüncü lige kadar düştüğünde de peşinden bir sürü kasaba dolaştık. tribünleri dolduramayınca, en yakın birlikten askerleri getirip, bağırttıranları bile gördük. türlü rezilliklerle başa çıkmak zorunda kaldık. bitti mi, hayır. daha aşılacak çok sorun var. ama yarın formamı giyip, takımımın avrupa kupası maçı için tekrar yollara düşeceğim. bazılarına bu durum çok sıradan gelebilir. eğer son büyük başarısını 40 yıl önce yaşamış bir takımın taraftarıysanız anlayabilirsiniz. kimine göre küçük bir takımız, kimine göre sıradan bir anadolu takımı, kimine göre satılmış şehir. zaten fanatizmin doruklarında gezinenler için yazmıyorum bu yazıyı. ankara cebeci'deki play off finalinden dönerken, kırmızı ışıkta cama yaklaşıp, "eses mi kazandı" diye sorduğunda benden "evet" yanıtını alan ve "yippuuu" diye sevinen beşiktaşlı amca için, izmit'teki benzin istasyonunda ceketimdeki rozeti görüp, bana bir şişe kola hediye eden kocaelispor'lu pompacı genç için, arabam yolda kaldığında, arkadaki atkıyı görüp gelerek itmeme yardımcı olan ankaragüçlü pizzacı genç için, küçüklüğümde evden kaçıp kaçıp ankara'dan eskişehir'e beşiktaş maçlarına giderken iki defa yanyana koltuklarda denk geldiğimiz ve param yoktur diye bana sivrihisar bademlik'te tost ısmarlayan beşiktaşlı abi için, trabzonlu nine ve gibileri için. çünkü sadece onlar gibiler anlar hislerimizi. trabzonlu ninenin de hikayesi şu;
birgün radyospor'a, trabzon'dan bir genç bağlanıp, "yanımda 90 küsür yaşında ninem var. trabzon şampiyon olmadan asla ölmem diyor" demişti. şimdi o, trabzonsporlu nineyi anlayabiliyorum.
inşallah bugün, yarını görmeden ölmem.
düzenleme; ölmedim. yaşanan karnavalın video ve fotoları burada. eses-saints.blogspot.com