hatırlar mısınız samsunsporlu babayı. hani oğluna “üzülürsün, tutma samsunspor’u” diyen babayı.
hatırlar mısınız oğlunu. hayatı boyunca üzüleceğini bile bile, samsunsporlu olmayı seçen, küçücük yüreğine büyük bir sevdayı koymayı başarabilen o güzel çocuğu.
bu durumda ben kötü bir babayım. çünkü evladıma diyemedim, “tutma bu takımı” diye. demeliydim biliyorum. çünkü bir farkımız yoktu samsunspor’dan.
bizim diğerleri gibi şaşalı, taraftar ürünü satan dükkanlarımız yoktu. o yüzden elimle diktim ilk formasını. önce çubuklu bir formamı kestim. annem yaparken görmüştüm nasıl yapılacağını; sabunla çizdim kesilecek yerleri. bilmem kaç defa saplandı parmaklarıma dikiş iğnesi. doğduktan sonra, hemen giydirdim üzerine.
sonra büyüdü. okula başladı. bir gün bana dedi ki; -baba arkadaşlarım benimle dalga geçiyorlar, “öyle bir takım yok ki oğlum” diyorlar.
hangi takımı tutuyorsun dediklerinde, hiç kimsenin bilmediği bir takımın adını telaffuz ediyordu. küçüklüğüm geldi aklıma. ben daha şanslıydım. daha bir kaç yıl öncesine kadar ligde fırtınalar estiriyordu bizimkiler. ama yıllar geçip de, başarısızlıklarla dolu yıllardan sonra büyü bozulmaya başlayınca, “başka takım tutmuyor musun” sorularından bıkmaya başlamıştım. onun yaşındakilerin bilmiyor olmasını anlayabiliyordum. bu yüzden gerçek olup olmadığını önce ona göstermeli, önce onun inanmasını sağlamalıydım.
bir sonraki hafta için planları yaptım. tren biletlerini aldım. formaları valize koydum. maça gidiyorduk.
maç günü geldiğinde, maç öncesi yapması gereken birşeyi göstermek istedim. maç öncesi bir parça içilirdi. ben bira, o soğuk çay istedi. biraz patates, biraz soğan halkası. fırat abisi de geldi. beraber yedik, içtik. onun da ilk maçı yedi yaşındaymış. “inşallah fırat abisi gibi sever takımını” diye dilek tuttum içimden. o kadar içince, soğuk çay da olsa çişi geliyor taraftarın. fırat “ben götürürüm abi” dedi. yıllar sonra “ben senin pipini gördüm” diye dalga geçecek onunla, biliyorum :)
maça dakikalar kala içeri girdik. merdivenleri çıktık. tuttum kolundan. -oğlum, biraz sonra göreceklerini, hayatın boyunca unutmayacaksın. -hayatım boyunca mı? -evet istesen de unutamayacaksın. o yüzden şimdi iyi bak.
yeşil çimleri görüp, stadın o kocaman ve kalabalık haline bakıp, ilk tepkisini verdi; “vaaaauuuvvv”
sonra yerimize oturduk. gerçekten böyle bir takım vardı ve onun için bir sürü insan bağırıyordu. belki de içinden şöyle geçiyordu; “babam yalan söylememiş, doğruymuş.”
işin en önemli kısmına gelmişti sıra. kazanmamız gerekiyordu. küme düşsek de, bu maçı almamız gerekiyordu. en azından bir kere “goooooool” diye ayağa kalkmamız şarttı. bu maç doğru maç mıydı?
ilk golü yedik. muaazzam bir hayal kırıklığı. içimden kendime kızıyordum, “yanlış maç” diye. ama sonra bir golle beraberlik gelince fırladık havaya. sonra, bir gol daha. bir gol daha. bir gol daha. bir gol daha. tarif edilemez bir mutluluk. tarif edilemez bir rahatlama. ikinci golü yediğimizde biz bile kopmuştuk maçtan.
biliyorum, bir süre sonra, ona zorlukları göstermem gerekecek; yenilgilerin çok da kötü olmadığını, her şartta sevebilmeyi... ama tüm bunlar, bizim gibi takımları tutan babaların uzmanlık konusudur nasıl olsa. bugün okula gidip, arkadaşlarına gerçekleri anlatmasının vakti. -öyle bir takım var, biz eses’iz, kırmızı şimşekleriz, dün kazandık, naaaber.
birgün o samsunsporlu çocukla bir araya gelip, biraları tokuşturacaklar. biri ötekine diyecek ki, “vay anasına nasıl yenildik ama”. diğeri de ona cevap verecek; “oğlum biz daha güzel yenildik” diye. çünkü yenilgilerde yılmamayı çoktan öğrenmiş olacaklar. bir maçlık zaferle kazanılan aşk, ömür boyu sürecek. belki gegiç’in yaptığı gibi, gönül verdikleri takımın adı mezar taşlarına yazılacak . belki benim gibi kötü birer baba olacaklar, “tutma bu takımı” diyemeyecekler evlatlarına.
futbolcularımız, dün o stadyumda nasıl bir şey yaptıklarını hiç bilmiyorlardı. dün benim hayatıma dokundular. belki de benim gibi daha onlarca babanın hayallerini gerçek kıldılar. bu sadece bir maç değildi birileri için. ben asla, tek başıma başaramazdım. şimdi ben ne diyeyim ki size. maç bittiğinde tanrıya fısıldadığım şeyi söyleyebilirim sadece; “artık yenilebiliriz, teşekkürler.”