ilk basımı 2002 olan "dünya kupası" kitabında uğur vardan'ın "ölürken yakışıklı kalan takımların öncüsüydü... hollanda '74" başlıklı yazısından;
peder beyin iflâs edip şehri terketmek zorunda kalmasıyla, aile için serüven başlamıştı. önce o terketti zonguldak'ı... altı ay sonra da biz, yani ailenin geri kalan üyeleri... ilk durak balıkesir'di. bir yıllık ömrü tükettik karesi beyliği'nin eski başkentinde... futbol henüz gündemde değildi benim için. çizgiromanlar ağır basıyordu. sezgin burak'ın tarkan'ının yanına artık teks, tommiks ve teksas eklenmeye başlamıştı. zembla, savaş ve kaptan swing de yavaş yavaş takımdaki yerini alıyordu. sonra bursa'ya yol göründü, işte burada başlamıştı hikâyenin heyecanlı kısmı: vampirella ve jungie'nm yanında yeni bir dost daha edinmiştim: futbol...
önceleri, mahalledeki en geniş toprak alanı yukarıdan gören evimizden tanıdığım siluetlerin yanında, çok geçmeden bitivermiştim. evet, artık ben de genelde turuncuya çalan, enine çizgileri bütün satıhta, birbirine kesercesine dolaşan, en küçük bir darbede (taş ve cam kesiği) bir daha hayır gelmeyen sert plastikten topun peşinde koşanların arasmdaydım. ilk günlerde uzaktan baktığım camianın üyelerinden biri olmak hiç de zor olmamıştı. aralarına katılmak kolaydı da, ya bir takımı tutmak?.. küçük bir soruşturma bu meseleyi de çözmüştü. peder beyle teyzemin oğlu (ki fazlasıyla güvenilir biriydi; çünkü bana bütün çizgiromanları, hatta "yavrunuzun sayfası"nın yer aldığı fırt'ı el altından o verirdi) aynı "adresi" tarif edince, ben de hiç düşünmeden sarı-kırmızı renklere bağlanı vermiştim: artık ben bir galatasaraylıydım.
lakin her şey iyi güzeldi de bir zamanlama hatası yapmıştım. galatasaray'a "evet" demiştim demesine ama cimbom, "altın çag"ını kapatma kararını vermişti çoktan... brian birch'le yaşanan "üst üste" üç şampiyonluğun ardından fenerbahçe didi'yi göreve getirmiş ve "şiir" gibi futbolu, ülke sathına yaymaya başlamıştı. dolayısıyla seyrettiğim ilk fenerbahçe-galatasaray maçında payıma yenilgi düştü (ersoy ve osman arpacıoğlu'nun golleriyle 2-1 mağlup olduk). o dönemde kupada da eşleşmişti cimbom fenerle. olaylı bir maç yaşandı ve fener, bir kez daha (geleneksel olduğu üzere) 3-0'la geçti cimbom'u.
bir işçi ailesi olarak televizyonla da tanışmıştık tanışmasına ama evimizin salonlarında değil. komşuluk sınırlarının izafi olduğu bir hayat modeli vardı ve dört katlı apartmanımızın en zengini (ki aynı zamanda peder beyin patronuydu) hacı muhittin amca, peder beye, "sen şimdilik televizyon alma, bizde seyredersiniz," demişti bir kere. dolayısıyla her akşam onlara kurulurduk. bir otistik tavrıyla bütün programları ezberleyen ben, saati gelince şakıyıverirdim: "20:30 haberler, 21:30 tv'de sinema." 3-0'lık maçta da hacı amcalardaydım ve bu kez ilk kez kendi kendime bir "uğur" denemiştim. dışarıya çıkacak, kulaklarımı kapatarak dolaşacak, sonra birden açacaktım ve bana skoru şöyle bahşedeceklerdi: "galatasaray: 4 - fenerbahçe: 3." ben bu zihniyetle dolaşadurayım sokaklarda, ne yazık ki skor değişmemişti: 3-0 yenilmiştik...
yenilgilerle bu kadar erken yaşlarda tanışmak iyidir. insanı olgunlaştırıyor. ama ben yanlış ata oynamanın bedeliyle, çok çabuk olgunlaşıyordum.