ilk basımı 2005 yılında olan ziya adnan'nın "çünkü biz ankaragüçlüyüz!.." isimli kitabından;
özellikle o fotoğraf karesi, adil'in tribünün tellerinin üzerine çıkıp coşkulu taraftarların üzerine uçarak kendini bıraktığı sahne, çıkmaz bir şekilde yer etmiştir tüm ankaragüçlülerin belleklerinde.
aradan geçen onca yılda ankaragücü taraftarı bir daha yaşayamadı bu mutluluğu, yaşı genç olanlar için sadece fotoğraf karesinde hayretle seyrettikleri bir manzara olarak kaldı bu enstantane.
ama hiçbir ankaragüçlü unutmadı.
bana bu kitabı yazmaya girişmek için ilham veren de, adilin ve haluk'un taraftarların üzerine uçuşudur belki de. o müthiş günü ben nasıl yaşadım, şimdi biraz da onu anlatayım.
yurtdışında öğrenim görmemden dolayı o sezon ankaragücü maçlarına eskisi kadar sıklıkla gidemiyordum. ancak hem ankara, hem de ankaragücü özlemini gidermek için fırsat buldukça soluğu ankara'da alıyor ve "şehir" deysem kesinlikle hiçbir maçı kaçırmıyordum. kupa finalinin rövanş maçı 13 mayıs 1981 tarihinde bolu'da yapılacaktı ve ben maçtan birkaç gün önce ankara'ya geldim. içimde ilk maçı kaçırmış olmanın burukluğu ve ikinci maça dair endişeler vardı, hem sevinç hem telaş ile maç gününü bekledim. o bekleyiş bana çok uzun gelmişti.
maç günü ankara tamamen boşalmış gibiydi. stadın olduğu yerden otobüslerin kalkacağı haberini alan tüm ankaragücü taraftarları ulus'a akın etmiş ve ortalık miting alanına dönmüştü. her yerde sarı-lacivert ev yapımı bayraklar ve takımı hatırlatan semboller vardı. o günlerde, bugünkü gibi konfeksiyon kaşkol, atkı, mont, flama vs. bulma olanağı olmadığı için, sanki ankaralılar ellerine sarı-lacivert ne geçirdilerse gelmiş gibiydiler. yalnız ankaragüçlüsü değil, yüreğinde ankara sevgisi taşıyan tüm 'gönüldaşlar' o sevinci paylaşmak için biraraya gelmişti. büyük bir şölenden kesitler gibiydi. ankara futbol tarihinde böyle bir gün daha yaşamamıştı.
bugün geriye dönüp baktığım zaman, 'keşke bolu'ya taraftar otobüslerinin birinde gitseydim...' diye düşündüğüm olmuştur. çünkü malum, taraftarın içinde o coşkuyu, o sevinci, hele de kupayı kazandıktan sonraki dönüş yolculuğunu yaşamak, bir ömre belki bir kez nasip olur.
bir futbol taraftarı için en mutlu an, takımının kupayı kaldırdığı anı, kendi gözleriyle, canlı canlı görmektir. hiçbir televizyon görüntüsü, salonda oturduğunuz rahat koltuk size aynı mutluluğu yaşatamaz.
ancak futbolun başka bir gerçeği daha vardır: çokları vardır ki, bir ömür verdikleri futbol heyecanında, taraftarı oldukları takımın 'gerçek' bir kupa kaldırdığını bir kez bile göremezler. hep bir sonraki sezona ertelenir dilekler, umutlar. çoğu zaman çok erken biter o 'sonraki sezonlar' ve o bazıları umutlarını hiç yitirmezler. yitirmezler, çünkü yaşamın bilinen gerçeğidir: 'umut yolcuları yorulmaz'.
neyse. sadık deda maçın bitiş düdüğünü çaldığı zaman, kupayı kazanmıştık. benim için son dakikalar geçmek bilmemiş, o düdükle birlikte havalara zıplamıştım... nereden bilebilirdim ki öyle bir sevinci bir daha yaşama fırsatını hiç göremeyeceğimi ve o günkü gibi bir cümbüşün, bazen bir ömre ancak bir kez denk geleceğini...
bilirim, kimileri için bir kupa kazanmak çok fazla bir şey ifade etmez; hele de kazanılan kupa lig şampiyonluğu kupası değilse. nasılsa onların nice kupaları vardır kulüplerinin müzelerini süsleyen, sayısız şampiyonlukları vardır, hatta kimileri bir avrupa kupası bile kaldırmışlardır, bir kez bile olsa.
ama 'o gün' benim için önemlidir.
kim bilir belki o şükran duygusu ile yazdığım bu satırlar, aslında o günden sonra bir daha hiç göremediğim ve belki de bir daha hiç göremeyeceğim bir günün özlemine dair yazılmıştır.
40'lı yaşların ortasına yaklaştığım bu ömürde, birer ikişer çekilirken yaşamdan tüm sevdiklerim ve niceleri sessiz sedasız çıkıp giderken yaşantımızdan, o günü benimle beraber paylaşanları yâd etmektir yazdıklarım. benim kadar şanslı olmayan, o günü yaşama mutluluğuna ermemiş genç güçlüler için ise, bir avuntudur burada yazılanlar.
ve ben o günü bana yaşatan herkese tekrar teşekkür ederim.