ilk basımı 2005 yılında olan ziya adnan'nın "çünkü biz ankaragüçlüyüz!.." isimli kitabından;
izmir kupa finaliyle ilgili de birkaç kelime yazalım - acı bir nostalji...
mayıs 1991. kupa maçlarında seri galibiyetler sonunda finale kalmışız.
izmir yolculuğunun bir hafta öncesi. maltepe'deki dernekte yoğun ve hararetli görüşmeler, büyük bir hareketlilik var. otobüsçülerle pazarlıklar, kulüple görüşmeler, belediyelerle konuşmalar, velhasıl büyük bir coşku. zira büyük bir organizasyonun temelleri atılıyor. semt kahvelerinde de hararetli görüşmeler olanca hızıyla devam ediyor. kızılay'da davulcu ile pazarlık etmişiz, inanılmaz ebatta davullar yaptırıyoruz, aslında bunlara davul denmez ama neyse.
maçın bir gün öncesi, gece saat 19.00-19.30 civan... hipodrom'dayız. semtlerden kalkacak otobüsler hariç, 96 otobüs hipodrom'a gelmiş, sıra sıra dizilmiş. binmeye başlıyoruz. her otobüs önünde numara var, taraftarlar ufak ufak yerlerini alıyor. yavaştan yola dökülüyoruz.
gece 23.00 civarı polatlı'dan geçerken oradan katılan otobüsler, ardından sivrihisar'dan katılan otobüsler, derken konvoy uzunluğu hakikaten ürkütücü bir büyüklüğe ulaşıyor. her benzinlikte 3-5 otobüs mola vermiş. velhasıl yer gök ankaragüçlü, inanılmaz bir görüntü. biz yıkım ekibi olarak 3 otobüse konuşlanmış bir vaziyette yoldayız, her otobüste sorumlu arkadaşlarımız genel dağılmayı önlemek için çaba sarf ediyor.
şarkılar, yeni besteler, tufalar, derken rampadan izmir görünüyor, ve beklenen oluyor, dağılıyoruz. biz 3 otobüs, önce stad çevresine göz atıyoruz, bakıyoruz ki gs'li yok, her yer ankaragüçlü kaynıyor, kordon, konak, alsancak keza öyle. stad yanındaki büyük otoparkta otobüsten iniyoruz, tam tekmil hazırız.
maça giriyoruz. kapalının yine stada göre solundayız ve kale arkasına yakın taraftayız. yaklaşık 5.000 kişi olmuşuz. şarkılar türküler vs. derken maç saati geliyor. takım sahaya çıkıyor. mke'den alınan, uçaklar için ve savunma sanayi için tasarlanmış sis bombalarını yakıyoruz. san-lacivert her yer, toz duman, yaklaşık 5 dakika göz gözü görmüyor. rüzgâr da yok, duman aynen tribünde, perişan oluyoruz, yaşarmış gözler, kıpkırmızı olmuş bir şekilde bağırmaya başlıyoruz. davulları ikişer kişi tutuyor, bir kişi de tokmakla çalıyor. nasıl bir coşku, nasıl bir heyecan anlatılamaz.
maç başlıyor. ataklarımız var, oyun ortada. bir anda gol oluyor, 20-25 basamak aşağı uçuyoruz. gooool sesi değil bizden çıkan, başka bir ses bu, çığlık gibi, savaş narası gibi. ürkütücü bir görüntü, tüm tribün allak bullak olmuş, millet baş aşağı yerlerde, yumak yumak olmuş kitleler, böyle bir sevinç olmaz.
tam toparlanıp yerimize çıkarken, maalesef yiyoruz golü. daha sevincine doyamadan nutkumuz tutuluyor. 3-4 dakikalık şaşkınlık ardından yine başlıyor coşku, ta ki zaald'ın yediği gole kadar. işte o an kaynar sular başımızdan aşağı bir nehir oluyor.
yine ayağa kalkıyoruz, bir daha, bir daha, davul çalan eller patlamış, gırtlaklarda derman kalmamış, ama biz yine kendimizi parçalıyoruz.
takını da toparlanıyor, baskılı oynuyoruz. o da ne; sabotiç kaleciyle karşı karşıya, üflese gol olacak, haydi sabotiç, haydi at şu golü. inanamıyoruz, sabotiç zoru başarıyor, dışan atıyor topu. işte o an bittiğimiz an oluyor.
sonra nasıl çıktık oradan, nasıl otobüslere bindik, ankara'ya nasıl geldik, tamamen karanlık, hiçbir detayı hatırlamıyorum.
tek bildiğim, ömrümden iki senenin gittiğine inandığım o maç sonrasında, evde aralıksız iki gün uyumuş olduğum.