ilk basımı 2005 yılında olan ziya adnan'nın "çünkü biz ankaragüçlüyüz!.." isimli kitabından;
1967 ankara doğumlu kaan berkkan 7 yaşından beri gittiği ankaragücü tribünlerine senelerini vermiş. turizmci, birkaç yıldır antalya'da yaşıyor. kendini "umutsuz güçlü" olarak tanımlayan berkkan, gençlik yıllarından bir anısını anlatıyor:
yılı iyi hatırlayamıyorum ama sanırım 1984 olsa gerek. her zamanki gibi bir sezon. bir hafta galip geliyoruz, iki hafta kaybediyoruz. yavaş yavaş sıralamada aşağılara iniyoruz. birkaç yıl öncesinin kupa galibi ve hatta cumhurbaşkanlığı kupası sahibi ankaragücü gelen giden takıma maskara oluyor. taraftar artık üzgün, kızgın...
bir şeyler yapalım diyoruz, tepkimizi anlatalım, yöneticilerin, sporcuların dikkatini çekelim. karar veriliyor, sahamızda oynayacağımız ilk maçta takımımız sahaya çıkarken arkamızı döneceğiz.
maç cebeci inönü stadı'nda oynanıyor. rakibimiz denizlispor. o sıralar 19 mayıs stadı bakıma alınmış. ankaragücü sahaya çıkıyor, o alışıldık "gururluyuz, güçlüyüz, ankaragüçlüyüz" tezahüratı yok. derin bir sessizlik. yetmezmiş gibi arkasını dönen taraftar.
elbette sonuç da bu tabloya uygun: hezimet. sahamızda ' denizlispor'a 2-4 yeniliyoruz.
öfkemiz artıyor. hesap sormalı. taraftar stadı terk ediyor, tandoğan tesislerine geliyor. bildik manzaralar. futbolcular, yöneticiler taciz ediliyor, hakaretler havada uçuşuyor. polis önlem almış, tesislerin içine girilemiyor. öfkemizi içimize atıyoruz. boynumuzu büküp evlerimize gideceğiz.
o da ne? olanlar yetmezmiş gibi bir de alay ediliyor bizlerle. tandoğan tesislerinin yanıbaşında subay çocuklarının kaldığı iki öğrenci yurdu vardır. alabildiğine yüksek biri kızlara, biri erkeklere ait iki öğrenci yurdu. subay çocukları kaldığından ve milli savunma bakanlığı'na ait olduğundan askerler tarafından korunur.
bu binanın pencerelerinden sarkan bir sürü, söylemeye gerek yok, istanbul taraftarları, bizimle alay etmeye başlıyor. polis zaten etrafta önlemini almış, kapıda askerler. bir şey yapmak olanaksız. en azından şimdilik. evlerimize gidiyoruz.
aradan bir, bir buçuk ay geçiyor. serde taraftarlık var ya. ankaragücü basketbol takımının amatör kümede ormanspor ile yaptığı maçı izlemeye bir akşam atatürk spor salonu'na gidiyoruz. 40-50 taraftar koca salon ile büyük tezat oluşturuyor, "ite kaka" maçı alıyoruz, ite kaka dedimse sahadaki maç "fair". dengeyi bozan, biz taraftarlar.
maç bitiyor. saat 22.00 yi geçmiş. salon dışında sohbet ediyoruz. aklıma gelen düşünceyi arkadaşlarıma açıyorum. öğrenci yurdundan işittiğimiz hakaretler hâlâ kulaklarımızda. herkes aynı fikirde. ayaküstü karar veriliyor. istikamet tandoğan milli savunma bakanlığı öğrenci yurtları. garın yanından, demiryollarının üstünden geçiliyor, kestirmeden.
yurdun önündeyiz. volkan en önde. sakal bırakmış. "güçlüler" ileri atılıyor, atılan taşlarla tek tek tüm katların camları aşağıya inmeye başlıyor.. beş dakika sonra işlem tamam.
kırılan onurumuz tamir edildi. iç huzuruyla dağılıyoruz. birlikte yürümemeye gayret ederek maltepe - kızılay yönünde gözden kayboluyoruz. o akşam okuldan elimde ders kitaplarıyla gelmiştim oraya. kitaplar kolumun altında sakince yürüyorum. kitaplardan biri mümtaz soysal'ın anayasa hukuku ders kitabı. güzel tezat. hatırladıkça gülerim.
henüz 100 metre gitmeden yurt boşalıveriyor. don gömlek erkek öğrenciler sokaklarda baskını yapanları arıyorlar. yüzlerce öğrenci 40-50 ankaragüçlü taraftarın peşinde. geçmiş olsun artık. "deneyimli" taraftarımız çoktan karanlığa karışmış. geçen öğrencilere "pişkince" soruyorum: "ne oldu birader"? ağlamaklı suratlar cevap veriyor "ankaragüçlüler saldırdı."
yürüye yürüye kızılay'a vardım. bir terslik var. polis otobüslerinin ardından, etrafta uzun süredir görmediğimiz panzerler cirit atıyor. allah, allah bu kadar önemli ne oldu ki? eve gidip yatıyorum.
ertesi gün okula gidiyorum. sağolsun babam yolunun üstü olan kızılay'a kadar arabayla bırakacak. oradan artık siyasal'a kadar kendim giderim. arabada gazeteye göz atıyorum. milliyet gazetesinin ön sayfasında bir haber. daha doğrusu birbiriyle bağdaştırılmış iki haber: "dün gece yobazlar ankara'da iş başındaydı". haydaa! haberi okumaya devam ediyorum: "ankara'da parfümeri ve makyaj malzemeleri satan bir dükkâna ses bombası atılırken, öte yandan sakallı gençler milli savunma bakanlığıma ait öğrenci yurdunu taşladılar."
durum ciddi. iş buraya nasıl geldi? kim bu olayları birbiriyle bağdaştırır ki? içimizde tek sakalı olan volkan. sofuluk kim biz kim?
o gün derhal "yeraltına" iniyoruz. yeraltı dediysek illegal olmadık henüz. armağan pasajı'nda toplanıyoruz. ben, celal, akın, kemal, birkaç arkadaş daha bu pasajı mekân edindik.
volkan toplantılarımıza katılamadı, çünkü gazeteyi okur okumaz ilk otobüsle ankara'dan ayrıldı, antalya'ya yerleşti. zannediyorum bu arada sakallarını da kesti.
olayın yansımaları büyük oldu, kısa zamanda meclis kürsülerine ve basına taşındı. turgut özal hükümetinin üzerine "irticayı desteklediği" savıyla yüklenilmeye başlandı. gerçi yalan da değildi.
hükümet bu olayın basit bir taraftar kavgası olduğunu bildiğinden temize çıkabilmek amacıyla "yakalayın bu serserileri" buyruğu verdi.
öte yandan türk demokrasisinin medar-ı iftiharı, büyük insan, ünlü türk büyüğü "netekim paşa" da cumhurbaşkanı olarak laiklik karşıtı zannettiği bu eylemi gerçekleştirenlerin yakalanması için, "yakalayın bu serserileri" buyruğu vermişti, netekim!
bizler korku içinde evlerimize gidemez, teyzemizde, dayımızda yatar olmuştuk. son çare olarak etrafımızdaki çember daralırsa ıran elçiliğine sığınmayı bile düşünür hale gelmiştik!
neyse ki temkinli davranışlarımız ve yeraltına çekilmemiz (armağan pasajı), yararlı olmuştu, izimiz bulunamadığı gibi konu takip eden haftalar ve aylar içinde gündemden düştü. yavaş yavaş normal hayatımıza döndük.
ancak korkmadığımızı söylemek yalan olur. hatta rivayet edilir ki ben saçlarımı o dönemde dökmüşüm.