ilk basımı 2001 yılında olan ümit kıvanç'ın "kesin ofsayt: televizyon futbolu ve futbol medyası" kitabından;
futbol oyununda amaç şüphesiz gol. ama gösterişli birkaç çalım, güzel bir kurtarış, akıllıca atılmış birkaç pas, en çok da, iyi örgütlenmiş akınlar, futbolsevere her zaman gol kadar olmasa da tatmin sağlamıştır, sağlar. ayrıca, tesadüfe veya tamamen bireysel beceriye bağlı pozisyonlar dışında, çoğu zaman, golle sonuçlanan bir akının düzenlenişi, tv'deki "tekrarlarda gösterilen "son aşama"dan ibaret değildir.
herhalde uzun süre unutulmayacağı için elverişli bir örnek, beşiktaş'ın istanbul'da barcelona'ya attığı ikinci golün tekrar gösterimleri, ibrahim, sanki kimsenin açılmasını beklemediği bir şişenin tıpasını açtı, topu söktü, ileri çıktı. kritik an buydu. tekrar gösterimlerde hep izlediğimiz, iyi ihtimalle bundan sonrası, bazen daha da sonrası, ibrahim nouma'ya uzatıyor, o ahmet dursun'un önüne, ahmet dursun da ustaca bir vuruşla golü atıyor, ibrahim burada sadece "ilk pası atan" olarak gözüküyor. "topu söküp getiren" olarak değil.
burada hem sürecin bütünlüğü bozuluyor hem pozisyoniçi hiyerarşi.
belki daha da önemli sayabileceğimiz bir sorun daha var.
o topun sökülüşü, pozisyon golle sonuçlanmasa bile, beşiktaş'ın rakibi karşısında kurduğu üstünlüğün kanıtıydı bir tür pes ettirmeydi.
tv'de tekrar gösterimin bizi yoksun bıraktığı şey, görüldüğü gibi, sadece bir sürecin bir kısmı değil; "anlam" aynı zamanda.
bir takımın maçtaki üstünlüğü, çoğu zaman, son pası ve vuruşu tekrar tekrar izlediğimiz golün atılış sürecine bağlı değildir. o bir sonuçtur. sonunda golü getiren üstünlük başka türlü sağlanmıştır. ya da belki ezici üstünlük sağlanmış ama net pozisyon yakalanamamış ya da yakalanmış ama kaçırılmış, iki de gol yenmiştir. tv'de futbol yayınının sadece maçın canlı/naklen yayınından ibaret olmadığını hesaba katarsak, bir tarafın ne yazık ki sonuç vermeyen ezici üstünlüğü değil, hem maç yayını sırasında hem de maçı sonra defalarca tekrarlanacak o gollerdir akılda kalan.
belki savunma, sürekli oradan oraya koşarak mevki değiştiren rakip santrforu akıllıca izleyip ona hareket alanı bırakmamış, belki orta saha oyuncuları çok iyi alan kapatarak rakibin hücum örgütlemesini önlemişlerdir; belki de top bu kaledeyken öbür kaleye yakın bir alanda bu takımın santrforu rakip savunmayı oradan oraya sürükleyerek düzenini bozmuştur ve bütün bunlarla sağlanan üstünlük golü de getirmiştir. bunları hemen hiç görmeyiz, ama bu golü defalarca seyrederiz.
belki tv ekranının bir tarafından son sürat kadraja giren futbolcu aslında otuz metredir depar atmaktadır, belki de onu gördüğümüz anda yeni koşmaya başlamıştır. uzun bir diyagonal pasla topu ileri çıkan kanat oyuncusunun önüne indiren orta saha futbolcusu, belki kadraj dışındaki bir kalabalığın ortayerinden arkadaşının ileri hamlesinin başlangıcını sezmiştir, belki de kanat oyuncusu çoktandır o topu beklemektedir - kadraj dışında.
televizyonda bunların hiçbirini göremeyiz. televizyon topu gösterir. top kimin ayağındaysa onu gösterir. oysa, yukarıdaki gibi örneklerin bir karşılaşma için en kritik (ya da en güzel) anlar olabileceği ihtimalini şimdilik unutsak bile, maçın/oyunun önemli bir kısmı "topsuz alan"da cereyan eder. tv bunu gösteremez. maç yayınında görevli bütün teknik ekip bunun bilincinde olsa bile gösteremez.
o ana kadar topla bir defa bile buluşmadığını (buluşsa görürdük), "hiçbir şey yapmadığını" düşündüğümüz, adını bile duymadığımız (çünkü spiker ondan bahsetmedi) bir oyuncunun, oyunun 60. dakikasında dili dışarı sarkmış halde oyundan alınışına şaşırabiliriz, tv'den maç seyrederken. oysa belki de rakip hücumdayken, sürekli oradan oraya mevki değiştirerek rakip savunmanın canına okumuştur. ya da, savunma oyuncusudur, tuttuğu santrfora yer değiştirme imkânı tanımamış, boşa kaçmasına izin vermemiş, peşinden ayrılmamış, onu ayağına top geldiğinde kımıldayamayacak kadar yormuştur. bilemeyiz. oyundan alınışını izlerken, o ana kadar adı bir defa bile geçmediğinden, takımına yararlı olamadığı için saha dışına çekildiğini düşünürüz. ya da bir tek yanlış pasını görmüşüzdür, hatırımızda o kalır.