ilk basımı 1993 olan, futbol ve kültürü kitabında yer alan orhan koçak'ın "feyyaz'ın tekmesi: futbol üzerine psikanalitik notlar" başlıklı yazısından;
son maçlarından biriydi 1992-93 liginin: beşiktaş-gençlerbirliği. şampiyonun belirlenmesi açısından önemli bir maçtı. beşiktaş'ın sakin forveti feyyaz'dan bir tekme geldi önce, sonra da recep'in tekmesini yedi bir gençlerbirliği oyuncusu. hakem ilkini görmedi, görmezlikten geldi belki de, ikincisini gördü. feyyaz hiçbir şey olmamış gibi oyuna devam ederken recep ağır bir ceza alacaktı. bağışlanabilenle bağışlanamayan arasındaki fark, iki ayrı saldırganlık türüne ve iki ayrı futbol anlayışına da işaret ediyor.
fazla telâşa kapılmayan bazı sabırlı takımlar, bazı sabırlı ve sakin oyuncular, yenilgiyi ve sakatlanmayı sportmence karşılayabiliyorlardı. lefter küçükandonyanis'i seyretmiştir belki, metin oktay'a hayran kalmış, feyyaz uçar'ı izlemiştir: bu oyuncularda, ağır bir yenilgiden ölümcül bir yara almadan çıkma yeteneği vardır sanki: hakeme ve karşı tarafa pek kızmamakta, sakatlığı bahane ederek uzun süre de sahadan uzak kalmamakta, oyuna nerdeyse kaldıkları yerden başlamaktadırlar. şiddetin, acının ve korkunun dışında başka kaynaklardan da mı beslenmişlerdir? simgesel iğdişlerin hep yaşanabileceğini, ama gerçek organın yerli yerinde durduğunu düşündürürler.
pele, platini, hatta maradona bazen hınzırca bezen de hüzünle gülümseyebiliyorlardı; rijkaard'ın, mattheus'un ya da baresi'nin güldüğünü hiç gördünüz mü siz? metin oktay çoğu zaman gülümserdi, can bartu ile yusuf tunaoğlu'nun yüzleri değilse bile oyunları gülümserdi... trabzon kaptanı ünal karaman'ın, fenerbahçeli semih yuvakuran'ın, galatasaraylı yusuf altuntaş'ın ve beşiktaşlı recep çetin'in yüzünde ve oyununda öfkeden, sertlikten ve en iyi ihtimalle donukluktan başka bir şey görebildik mi?
ama kucaklaşmanın bile "ehven-i şer" olduğu bir dönemde yaşıyoruz galiba: golü atan futbolcu, kendisini kutlamaya gelen arkadaşlarını iterek ve koluyla -kime yöneltildiği belli olmayan- bir fallus işareti, bir dikilme ve zafer işareti yaparak seyircilerin önüne geliyor bugün; arkadaşlarıyla özdeşleşmek yerine seyirciyle özdeşleşiyor, onun önünde eğiliyor. feyyaz uçar'ın farklılığı, varsa eğer, bu noktada da ortaya çıkar: seyirciye selam verir, ama önce çevresine bakınmış, gülümseyerek arkadaşlarını aramıştır: sevinci paylaşmak istiyordur. böyle anlarda, arkadaşları kutlamaya gelmekte gecikince ya da isteksiz davranınca, feyyaz'ın gülümsemesinin biraz solduğunu ama büsbütün silinmediğini de görmüşüzdür: bir sonraki maçta, bir sonraki golde, dostluğun yeniden ve daha sağlam kurulabileceğine inanıyor mudur? büsbütün silinmeyen sevinç, golden ve daha önemlisi oyundan zevk alındığının da belirtisidir. bugün birçok futbolcuyu yakından izlersek şunu görürüz: golü atmadan önce gergin ve donuk, atıktan sonra kızgındırlar. o ana kadar hakları yenilmiştir de, şimdi haksızlığı düzeltiyorlardır. sanki, üstelik haksızı cezalandırarak... çok korktuğu gerdekten başarıyla çıkan köy delikanlısını andırırlar biraz da: haz duymamış, ama becermişlerdir. feyyaz'da kibire pek rastlanmaz, büyük sözler ettiği görülmemiştir: "çalıştık, şans bize güldü, daha iyiydik de galiba. ne diyebilirim?" takım dayanışmasının, ekip-içi dostluğun bedeli, karşı tarafa, genel olarak "karşı tarafa" duyulan öfke ve cezalandırma isteği değildir feyyaz'da. oyunun içindedir çünkü, oyundan zevk almıştır: topsuz oyunu onun kadar sıkılmadan, hattâ severek oynayan başka futbolcu bulmak zordur.
geldik tekmesine... hakemler görmezden gelse de dikkat çeken bir tekmeydi bu, çünkü feyyaz'da çok sık rastlanan bir hareket değildi. feyyaz'ın sert çekişmelerden kaçan bir futbolcu olduğunu iddia etmiyorum: son birkaç yılın en çok pres yapan oyuncularından biridir. ama bu çekişme içinde aşırı ve kasıtlı kırıcılıktan kaçınmaya çalıştığı ve çoğu zaman kaçınabildiği de görülmüş olmalıdır. çekişmeyi, oyunun ve profesyonelliğin gereği olarak yapar ("aldığı paranın hakkını vermek") ve bunun da bilincindedir. kızgınlık ve kırma isteği yoktu tekmesinde, hakemler görmüşlerse bunu da sezmiş olmalılar: feyyaz'ın "profesyonelliğini", ne olursa olsun hakeme fazla itiraz etmemesinden, fazla gocunmamasından da biliyorlardır. narsistik yaralarını çabuk iyileştirebilen, yenilgiden fazla etkilenmeyen bir futbolcudur bu.
bu noktada, recep'in tekmesiyle feyyaz'ınkini karşılaştırmak ilginç olabilir. recep'in güçlü bir futbolcu olduğunu biliyoruz. ama attığı tekmelerin ardındaki güç, kendi ağırlığından, kendi kas gücünden de fazla gibi görünüyor bazen: sadece kas gücüyle açıklanamayan bir şiddet seziliyor. neşelenemeyen bir oyuncu recep: kızgın olmadığı zaman gergin ve donuk. bu kızgınlık ve gerginlik, oyundan çok zevk almasını, kendini oyuna vermesini önlüyor çoğu zaman: bilinen birkaç stopper hareketinin ötesinde bir şeyler yapmak zorunda kaldığı zaman şaşırıyor, hata yapıyor. (recep'in şut mu pas mı olduğu belli olmayan anlamsız vuruşları yüzünden giden maçların sayısını düşünün...) son tekme de böyle: belki bir kötü niyet yoktu, çok kasıtlı bir cezalandırma isteği yoktu, ama hedefsiz bir şiddet de eksik değildi: kendini oyuna tam verememenin sonucu olan bir aldırışsızlık ve ölçüsüzlük: kurallarıyla birlikte oyunun oyunluğunu da hiçe sayan, ortadan kaldıran bir umursamaz sertlik. farkı görmek için galatasaraylı olmaya gerek yoktu.
futbolu korumak çok zor. feyyaz'a tevazusunu ve rasyonelliğini kazandıran şey, futbol ortamının da çığırından çıkmasına, seyircinin ve oyuncunun kudurmasına yol açan şeyin aynısı çünkü: profesyonellik, para. feyyaz gibi bazı oyuncularda, saldırganlığın da kırgınlığın da denetim altına alınmasına katkıda bulunuyor profesyonellik. ama bu katkının gerçekleşebilmesi için, paradan önce bazı psikolojik koşulların da yerleşmiş olması, sevinme yeteneğinin dumura uğramamış olması gerekir. bu türden koşullar yoksa, para da aslında olduğu gibi sadece bir kızgınlık ve kıskançlık kaynağına dönüşür; küçücük zihinleri parçalayan, zaten fazla oturmamış dengeleri altüst eden bir yıkıcı güç haline gelir. "25 milyon, benim havsalamın alamayacağı bir şey," dememiş miydi beşiktaşlı sergen yalçın. ama sözleşmeyi imzaladıktan sonra, babasının dürtüklemesiyle huzursuzluk çıkaran da yine aynı sergen değil miydi?
daha yatışmış babalara ve çetin altan'm dediği gibi daha duyarlı annelere ihtiyacımız var belki de.