kadri dağın ilk galatasaray - fenerbahçe maçı hâtırası
fener - galatasaray gene karşılaşıyor. mukadder netice ne olursa olsun sarı - lacivertliler bugün, içine düştükleri buhranı hafifletebilecekler mi? hiç zannetmem... çünkü bu maçlar, seyir itibariyle diğerlerinden çok farklı, oyun ve zaman bakımından da uzun ve tükenmez dakikalar geçirtir insana da ondan.
her iki kulüp renklerinin sarılarında birlik olmasına rağmen, kırmızı ve lâcivert çeşidin aykırılığı, senelerdir süren heyecanlı ve takipli bir rekabet kaynağıdır.
bu rekabet taraf yaratır; bu rekabet, sevgi karışık bir nevi kıskançlıktır. bu rekabet, türk sporunda önderlik arzusudur. onun için hiç kimse, galatasaray - fener maçlarının peşîn bir bilançosunu yapamaz. yapmağa yeltenenler de çok defa tezatlar içinde bocalar gider...
ben, sarı - kırmızı kulübün mektep yetiştirmesi, sınıf maçlarında sağiç, mektek takımında da sağbek oynatılırdım.
galatasaray 1 inci atkımında ilk yer alışım solhaf mevkiinde ve fenere karşı olmuştur.
bu âni ve belki de tesadüfi seçimden ötürü, arkadaşlarım bende bir değişme, çevrem işin ehemmiyet ve zorluğundan da o zaman, yüzümde bir heyecan aramıştı. hakikatte, bir garipseme sezmedim dersem bugün yalan söylerim. evet bu garipseme, o tarihte, üç gün sonra fenere karşı bir maç yapacağımdan değil; daha fazla sarı - kırmızı kulübün maruf ve malûm lokalindeki kara tahtaya beyazla yazılan 21 tane milli ve tarihi şöhrete rağmen kadri isminin de ilâvesiyle o sıradaki benim mütevazı oyunuma neden lüzum hissedildiği düşüncesinden ileri gelmekte idi.
daha on beş gün evvel ankarada sakatlandığım biliniyordu. galatasaray mektebi ile ankara mektepleri karması maçında, sağ kalçamdan rahatsızlanmış ve hattâ sedyelik edilmiştim. henüz geçmeyen bu rahatsızlığımdan dolayıdır ki, fenere karşı solhaf oynatılacaktım.
gün geldi ve çattı eski taksim kışlasının harabeleri ortasındaki sahada, kulaklarımızın içine kadar sokulan uğultular arasında oyuna başladık...
zamanının ve hattâ bugünün oyuncularıyla kıyaslanamayacağına inandığım futbolcu zeki rıza,usta oyunlarını göstererek yeni yeni denemelere geçiyor, arşları nihat bu savlete karşı koyuyordu.
dillere destan büyük fikret, gençliğin ve üstün futbolculuğun bütün hünerlerini şiir kafiyeleri gibi muttarit ve muntazam tekrarlarken mithat ve avni seyrine doyulmaz nazireler gösteriyorlardı.
terbiyesiyle futboldaki efendiliğine hâlâ hayranlık duyduğum niyazi sel ve karşısında ben, daha iki defa topa ayak sürmeden, ortada bir karişma oldu! dağıldılar, konuştular; karıştılar, nihayet anlaşamadılar. beceriksiz hakem, sahayı daha evvel terketmişti.
ilk fener maçım, galatasarayın ilk defa yer aldığım birinci takımında, topa daha vurmadan, hattâ oyunun zevkine varıp doymadan böyle yarım seyretmiş ve yarım oynamıştım.
eıtesi günü zamanın biricik mecmuasını satır satır iç gücüyle süzerek okuyorduk...
meğer galatasaray, millî bir istidadı daha harcamışmış…
bu yazıya rağmen birinci takımda senelerce oynadım. zamanın ingiliz antrenörünce 17.000 sterlin değeri ile kıymetlendirilen büyük fikreti bir gün olsan incittiğimi hatırlamam.
«biz top geçirir insan geçirmezdik» diye öğündüğümüz yolundaki vatan gazetesi neşriyatının, kıdemli bir futbolcu hürmet gören bir ağabey ve iyilik yaprmş bir umumî kaptan olarak, dost!!! sersenişi olarak karşılarız.
galatasaday - fener maçlarının neticelerini allah, benim karşılaştığım ilk maç akıbetinden korusun.
her iki tarafa sportmence bir muvaffakiyet dilemekten başka istemimiz yok. çalışan kazansın.