‘rıfat derlerdi ama ben rafael’dim’ rober koptaş 13 mayıs 2012 agos gazetesi
gençlerbirliği’nin uğuru ermeni rıfat
ankara’nın köklü kulübü gençlerbirliği’nin en sadık taraftarlarından biriydi. babadan miras taraftarlığını, kulüp yöneticiliğiyle taçlandırdı. endüstriyel futbolun burnu havada yönetici tipinden çok farklı bir profil çiziyordu. futbolcunun her derdine koşan, onunla sevinen, onunla ağlayan, takım daha iyi beslensin diye işinin gücünün nafakasını hiç düşünmeden feda eden bir gönül bağı demekti yöneticilik onun için. oyun profesyonelleştikçe, pasta büyüdükçe, siyasilerin ve para sahiplerinin iştahını kabarttıkça, onun gibiler de sahneden hızla çekildiler.
(...)
gençlerbirliği hayatıma bir girdi pir girdi
gençlerbirliği var ankara’da, babam da hastası, hem nasıl hastası. ben zaten girdiğimden beri üye kayıt kurulundaydım. yönetime girmezdim, ismimi kimse görmesin diye, r. demircan diye geçerdi kayıtlarda adım. birinci yedek üye, üye kayıt kurulu başkanı oldum devamlı. uzun seneler öyle gitti. çok sevdiğim rafet genç vardı. milliyet gazetesi köşe yazarıydı, siyaset yazarı, parlamento gazetecileri derneği başkanı, zorla soktu beni yönetime. dedim, “ağabey benim adım görünmesin.” “oğlum” dedi, “kaç sene geride kaldın, bırak bu sefer adın görünsün, artık kaçma!” dedi. rıfat, rıfat gidiyoruz, resmi adımızı görünce laf gelmesin dedim. bir şey olmaz dedi, ilk defa o zaman yönetime girdim.
bu işi sırtlananlar ankara’nın esnafıydı. hepsi gönül vermişti takıma. tavukçu hüseyin vardı, ayakkabısını demirspor’un antrenörüne atmış, tek ayakkabıyla geldi eve. ben 15 yaşımda artık kendim gitmeye başladım maçlara. ankara bölge müdüründen davetiye almaya başladım. ondan iki davetiye alır, maça giderdim.
ankara ermenileri gençler’i tutardı
benim gençlerbirliği taraftarlığım babamdan gelir. babam üye değildi ama taraftardı, beni maçlara götürürdü, ama üye olan ermeniler vardı. 19 mayıs stadı o zamanlar da vardı. oraya giderdik. maçtan sonra soyunma odasına giderdik. sağbek zeki vardı, ermeni. ankaralı. kalas zeki derlerdi, kardeşi var, avukat orhan. ankaralı ermenilerin gençlerbirliği’ne karşı bir sevgisi vardı. sonra orada diran diye bir ermeni ağabeyimiz de oynadı, çok severdim.
ben askerden geldikten sonra hemen evlendim. askerde çok eziyet çektim. dayaklar yedim, çenem kırıldı, kötü muamele gördüm ama iyi insanlar da vardı. onlar sayesinde bitirebildim askerliğimi. tuhafiye dükkânı açtım. tam cebeci stadı’nın tahta köprünün çıkış yeri. maçlara gidiyorum, bir gün kazandılar, işim de fena değil, çıkardım prim dağıttım. ama yönetici falan değilim. üye de değilim, taraftarım. son bir maç oldu orada, birkaç futbolcu formayı fırlatıp, “bizden bu kadar” dediler, içime işledi. o kümede kalma maçıydı, güç bela kümede kaldılar. sanırım 71 senesiydi. ondan sonra ben gençlerbirliği’ne bulaştım, primler falan vermeye başladım, çocuklarla samimi olmaya başladım. senin ayağın uğurlu geliyor, deplasmana gel filan derken, 80’e kadar gençlerbirliği’nin deplasmanını, maçını kaçırmayan adam oldum. ikinci ligdeydik daha. küme düşmemek için senelerce direndik.
üç beş deli takımı sırtladık
insanlar bize, üç beş deli bu takımı sırtlamış götürüyor derlerdi. ankara’nın parlamenterleri, bize moral destek oluyorlardı. biz beş on arkadaş, beş on kişi dışardan, hasan ağabey’imiz vardı, hayatını orada geçirdi. o başımızda, her sene başkan seçeriz. esnaf, sanayide kaportacı çoğu. ekrem üstündağ var, bunlar kahraman çocuklar. böyle bir fedai grubu ve hiçbirinin de işi düzgün değil. paralı adamlar falan değiller. başkanlığı hep hasan şengel yaptı. biz 7-8 sene bu işi böyle götürdük. o çocuklar da benim gibi, küçüklükten gençlerbirliği taraftarı. sonra tabii sağdan soldan büyüklerimiz, yol da gösteriyorlar. ilhan cavcav’ın bir ara talip olduğunu hissettik, geldi, hatta hasan ağabey uğraşıyordu onu başkan yapabilmek için. ilhan cavcav geldi, 78 falandı, 3-4 ay yaptı başkanlığı, sonra yapmayacağım dedi. ben fabrikasına gittim, bir arkadaşım vardı alanyalı, fatih sipahioğlu diye, onunla ricacı olduk, öyle döndü başkanlığa… bilmem hatırlar mı şimdi.
o üç aylık başkanlık döneminde gençlerbirliği çok iyiydi. sonra da, sağdan soldan muhalefet ettirmeyerek, çok kuvvetli bir yönetim kuruluyla geldi ilhan cavcav. meşhur petrolcü osman, milli birlik üyesi rıfat solmazer, ankara’nın çok önemli esnafları…
takım küme düşünce alanya’ya intihar etmeye gittim
ilhan cavcav’ın geldiği ilk sene, takım üçüncü ligden mahalli kümeye düşmüştü. ben alanya’ya intihar etmeye gittim. çıldırdık... kulağımıza geliyor ki düşme kalkacak, federasyon şöyle yapıyor, böyle yapıyor. ben her gün ankara’yı arıyorum, bir haber var mı diye. sonra haber geldi, düşme kaldırıldı, ikiyle üç birleştirildi, biz bir anda, mahalli kümeye düşmüşken, kendimizi ikinci ligde bulduk. ankara’nın en iyi topçularını aldık, toğman yamanlar’ı antrenör yaptı, o sene basbayağı kafaya oynadık. ben de böylece intihardan döndüm yani.
aslında ömür boyu küme düşmemeye oynadık. o son maçlarda millete yalvar yakar geçerdi; hiç maç satın alamadık, hatır şikesi kovaladık, bize çok maç bırakan oldu. ilhan ağabey yıllar sonra bunu söyledi, “maç satmadım ama, maç satan topçum oldu” dedi. kırıkkale maçında kalecimiz bir sattı, zaten çıkarana kadar maç 3-0 oldu. o sene 3. bitirdik. ondan sonraki sene kadri aytaç’ı antrenör yaptık.
kadri aytaç özür diledi
ilhan cavcav, bahçelievler’de bir lojman yaptı, yatakhaneler falan. bir akşam çocuklar yemeği yedi, cemalettin kaptan ve galatasaray’lı ümit yemeğe çıktılar, ben, kadri hoca ve ekrem üstündağ oturuyoruz. televizyonda bir askeri ateşe öldürüldü diye haber var, bir ermeni tarafından! kadri hoca bir fırladı, bilmem ne yaptığımın ermenisi diye! bir tane ermeni bulsam keserim falan. ben uzun maltepe içiyordum, dışarı çıktım. daha sezon başı, daha takımı yeni kampa topladık, ben dışarı çıktım. sonra kadri hoca yanaştı, “benim hayatımı bir ermeni kurtardı, ben köprü altlarında hırsızlık yapardım, beni aldı beyoğluspor’a götürdü, kusura bakma” dedi. “yahu hocam” dedim, “ben sana kızmıyorum, ben bu işlere kızıyorum, seni ermeni kurtarmış da beni kim kurtaracak!” dedim.
kadri hoca, sen uğurlu geliyorsun diye, bir daha beni otobüsten indirmedi. o kötü lafı eden kendisiydi ama ben dışarı çıkınca, ekrem “rafet de ermeni” demiş; adam hemen dışarı çıktı, yüzde yüz bir dönüş yaptı, gönlümü aldı.
işim gücüm allah’a emanetti
bir perakendem var, tezgâhtarlarım benden zengin. bir de çorap çamaşır bayiliğim var. ondan sonraki sezon da iflas ettik. ben maç peşinde koşarken, çalışanlar ceplerini dolduruyor. hatta bir kere, televizyon almaya gitmiştim, yeni çıkmıştı daha renksiz televizyonlar. televizyoncu bana, “senin elemanlar iki ay önce aldı televizyonu“ dedi. ben de dedim helal olsun. baba malımız vardı, onlara güveniyoruz, satarız kurutuluruz diye. bu gençlerbirliği bende öyle bir hastalık ki, insanın gözü para görmüyor.
öyle anlar geliyordu ki, kendimi ankara’nın en tanınmış adamı sanıyordum. gittiğim yerde itibar görüyordum, seviliyordum. ben amatör şubeler ve altyapı sorumlusu diye geçerdim. çocuğunu alan bana geliyordu, ağabey şu çocuğa bir bak diye. iki üç kereden sonra, “oğlum bana fazla yanaşmayın ben ermeniyim” derdim. bunların içinde çok sevenler oldu beni, çok samimi olduğum insanlar oldu. biz ankaralıyız, beraber erik çaldığımız adam emniyet müdürü oldu.
laf atanları anlamazlıktan gelirdim
ermeni olduğum için çok bir şey yaşamadım, ama ortam biraz gerilse bazı laflar çarparlardı bana. gerçi ben anlamazlıktan gelirdim. denizaltı diye bir yer vardı, bize bağlı sayılırdı, bürokratların filan gelip zaman geçirdiği bir yerdi. gençlerbirliği’nin hiç parası yoktu. denizaltı’na gittim, “abiler dedim, bir deplasman parası çıkarın.” hiçbir şey çıkmadı, kimse elini cebine atmadı. ertesi gün, ben oraya gidip kapıya “burası kapanmıştır” diye yazı yazıp altına imzamı attım. futbolculara nazari dershane yapacağız dedik, öyle de yaptık. o zaman biraz kızdılar bana. ermeni’yim diye laf edenler oldu, ama pişkindim ben, işi kalenderliğe vurup duymazdan geliyordum.
1. lige çıkınca ermeniliğim göze battı
gençlerbirliği 2. ligde şampiyon olup 1. lige çıkınca benim ermeniliğim göze batmaya başladı. fazla öne çıkmayayım dedim. yüzler gerildi bana karşı. hatta bir galatasaray maçında iyi de bir küfür yedim. futbolcuların yanında, kulübede otururdum ben, o kadar sevilirdim. “bu ermeni hep böyle takımın başında mı çıkacak!” diye kulağımın dibinde söylediler. ondan sonra çekildim ben. maçlara gidiyordum ama işim de bozuldu. 1985’te iyice soğudum. soğuduğum maç; eskişehir’le kupa finali oynayacaktık. ilhan abi, “seni kulübün önünde alırım, maça beraber gideriz” dedi, beni uğurlu sayardı çünkü. stad otelinde kamp yapardı takım. her maçta, oğlumu alır, onun arabasıyla maça gider, bir simit yerdik amatör kümede. o eskişehir maçında, kulüpte bekliyordum, araba geldi, baktım önde başka biri oturuyor, araba dolu. sen başka arabayla gelirsin dedi, hissettim, o şampiyonluk maçına gitmedim. ankara’da 5-0 yenmiştik, eskişehir’de 2-1 yenildik galiba ve kupayı aldık, ben de ondan sonra maça gitmedim.
tanıl bora sağolsun, gençlerbirliği kitabında benden üç yerde bahsediyor, üçü de yüzde yüz doğru. bize üç deli derlerdi. turgut sincan, zeki, ben… federasyon’dan düşme kararını beklerken, saatlerce ağladık. öyle bir hale gelmiştik ki geldiğimiz arabayı kaybettik, yürüyerek döndük.
85’teki kupadan sonra koptum. dışlandığımı hissettim, idare heyeti çok büyüdü, biz küçüldük, kendimizi dışarda bulduk. gitmedim bir daha… sonra da kendimizi avustralya’da bulduk, 1988’de buraya geldim.
buraya gelmeme bir ay kala beni sevenler beni cavcav’a götürdüler. cavcav bana hakkını ve çocuklara bir şey alırsın diyerek para verdi. helalleştik… buraya geldikten sonra, 1993’te eşim ölünce beni aradı, geri döneyim diye biletimi gönderdi. bak sana söylüyorum, cavcav ölüyorum diyene bir bardak su vermez ama bana yaptı bunu.