hatayspor: akın alkan, yusuf abdioğlu, sadi karaduman, murat paluli, mesut çaytemel, kubilay sönmez, abdoulaye sadio diallo, selim ılgaz, gökhan karadeniz (dk. 84 soner örnek), caner hüseyin bağ (dk. 76 dmytro korkishko), hamza gür (dk. 89 mirkan aydın)
yedekler: ömer alıcı, yasin güreler, hamidou maiga, mehmet tayfun dingil
teknik direktör: ?
gençlerbirliği: hakan arıkan, ahmet oğuz, yıldırım mert çetin, yasin pehlivan (dk. 79 bekir yılmaz), nadir çiftçi, stephane sessegnon (dk. 75 ahmet ilhan özek), mert nobre, luccas claro dos santos, deniz yılmaz (dk. 68 jailton lourenço da silva), selçuk şahin, alper uludağ
yedekler: emrullah şalk, berat ayberk özdemir, renato escobar baruffi, cosmin gabriel matei
teknik direktör: erkan sözeri
goller: (0-1) dk. 17 nadir çiftçi (ayakla) (1-1) dk. 29 mesut çaytemel (ayakla) (2-1) dk. 70 hamza gür (kafa) (3-1) dk. 90+5 mirkan aydın (ayakla)
normal fikstüre göre 16 ocak’ta başakşehir türkiye kupası’nda, 4 gün sonra da gençlerbirliği 1. lig maçında hatay’da hatayspor’la karşılaşacaklardı. istanbullular ve ardından alkaralar kötü zemin nedeniyle hatay’da oynamak istemediklerini tff’ye ilettiler. federasyon başakşehir’in talebini haklı bularak maçın fikstürünü değiştirdi ve ilk maçı istanbul’a aldı. ama ne hikmetse ilgili maçtan 4 gün sonra oynanması gereken gençlerbirliği’nin talebi reddedildi ve maçın hatay’da oynanacağı açıklandı!
biz ölümlüler de bu kararın ardından tff’nin jet hızıyla sahayı düzeltecek bir çözüm bulduğunu düşünüyorduk. fakat takımlar daha sahada ısınırlarken kazın ayağının hiç de öyle olmadığı fark ediyorduk.
maç başlamadan önce spiker ve yorumcunun, “zemin çok kötü, muhtemelen 4 gün sonra oynanacak olan başakşehir maçı başka stadyuma alınır” sözleri ise işin daha ironik yanıydı!
şaşırmamak gerek. sonuçta haftalarca zemin kötü diye açıklama yapmasına rağmen gençlerbirliği ve ankaragücü’nü osmanlı stadyumunda oynatan ama ne hikmetse ankaragücü - beşiktaş maçına sayılı saatler kala “bu sahada maç yapılmaz!” diyerek karşılaşmayı kayseri’ye alan da aynı tff’ydi sonuçta.
belli ki, kuruldukları günden bu yana -çıkarlarını korumak için ülke futbolunda istemedikleri nerdeyse hiçbir şeyin yapıl(a)madığı, bu yüzden de ülke futbolunun ilerlemesinin önündeki en büyük köstek olan 3 istanbul takımına bir de başakşehir eklenmiş.
bize de, her fırsatta 3-5 takım dışındakilerin “kobay faresi” olduğunun büyük bir istikrar ve itinayla vurgulandığı güzide futbolumuza hayırlı, uğurlu olsun(!) demekten başka bir şey kalmıyor.
gelelim maça;
şampiyonluğun en büyük adayı olan gençlerbirliği, maçın ilk dakikalarında top sürmenin oldukça zor olduğu zeminde rakibi üstünde baskı kurmayı başardı. bir de buna nadir’in 17’de karambolde önüne gelen topu kaleye göndermesi eklenince lider için her şey tıkırında gidiyordu.
beyaz formalılar 30. dakikada mesut’un nefis frikik golüne kadar rakiplerine hiç fırsat vermediler. fakat ne olduysa o golden sonra oldu.
hataysporlu oyuncular tam anlamıyla oyundaki konsantrasyonlarını arttırarak, sahada takım arkadaşlarını kollayarak ve ikili mücadelelerde adeta savaşarak oynamaya başladılar.
kora kor mücadelelerini ikinci yarıda da sürdüren bordo-beyaz formalılar ahmet oğuz’un acayip hatasından faydalanarak takımlarını öne geçiren golü attılar.
golden sonra gençlerbirliği maçı rakip sahaya yıkıp gol atmaya çalışsa da rakibin neredeyse hiç boş alan bırakmaması nedeniyle selçuk’un direkte patlayan şutu dışında tehlikeli olamadılar ve 90+4’de yedikleri kontra golüyle sahadan 3-1 yenik ayrıldılar.
zeminin kötü olduğu gerçek fakat her iki takımın da aynı sahada oynadığını düşünürsek maçı daha çok isteyenin aldığı aşikar. bu yüzden alkaraların şampiyon olmak için sonraki maçlarda daha iyi konsantre olması, takım oyunu oynaması ve son dakikaya kadar mücadele etmesi gerekiyor.
önemli bir dip not olarak; son maçlarda gençlerbirlikli oyuncuların maçın başından itibaren nerdeyse her pozisyonda hakeme çullanmaları ve bunu alışkanlık haline getirmeleri hem gençlerbirliği kültürüne yakışmıyor, hem de sahada oynamak istedikleri oyundan uzaklaşmalarını ve sürekli oyundan kopmalarına sebebiyet veriyor. bu nedenle teknik ekibin biran önce bu konuya eğilmesi gerekiyor.
profesyonel futbol disiplin kurulu'nun 24.01.2019 tarih ve 48 sayılı toplantısında almış olduğu kararlar aşağıda belirtilmiştir.
- hatayspor kulübünün, 20.01.2019 tarihinde oynanan hatayspor - gençlerbirliği spor toto 1. lig müsabakasında, eşgüdüm toplantısına sadece 1 adet forma seti getirilmesinden dolayı talimatlara aykırılık nedeniyle takdiren 10.000.-tl para cezası ile cezalandırılmasına,
bir gençlerbirliği deplasmanı hikayesi: ‘bir yanımız roket, bir yanımız bomba/burası farklı bir dünya..’ yazar başak alpan - 2 şubat 2019
bu bir deplasman hikayesi.. geçen sezon, hem de ilhan cavcav sezonunda küme düşen gençlerbirliği’nin 1. ligdeki rakibi hatayspor’la oynayacağı maç için geldiği ve taraftar grubu alkaralar’ın da takımını yalnız bırakmadığı hatay deplasmanı.. hatay’ın, acının, hatırlamanın ve ankara’nın hikayesi.
deplasmana gitmeden alkaralar’ın sosyal medya hesabına bir mesaj düşüyor. hatay emniyeti spor güvenliği’nden polis murat, alkaralar’ın kente geleceğini öğrenmiş, irtibat numarası istiyor. polisten böyle bir mesaj almak hepimizi şaşırtıyor, ‘nasıl bir deplasman olacak?’ sorusu aklımızda büyümeye başlıyor. deplasman aracı, küçük bir minibüs, sürücüsü de dikmenli şakir. buradaki dikmenlilik vurgusu çok önemli, çünkü şakir deplasman boyunca künefe dahil tüm sosyal olguları dikmenlilik üzerinden değerlendiriyor.
güzel bir cumartesi gününde hatay sokaklarını arşınlamaya başlıyoruz. hatay için söylenecek çok fazla şey var. sanırım en önemlisi kentin çok kültürlü havası: merkezde atatürk caddesi’ni kesen hacılar sokak st.pierre kilisesi’ne çıkıyor, oradan 40 asırlık türk yurdu caddesi’nden tam aşağıya indiğinizde karşınızda ali ismail korkmaz vakfı (alikev) ve duvardaki ‘düşlerinde özgür dünya’ yazısı.. 19 yaşında bir çocuğun dövülerek öldürüldüğü bir dünya özgür olur mu bilmiyorum ama, her önünden geçişimde olduğu gibi o vakıf, o duvar özgürlük hayalini daha bir canlandırıyor.
ertesi gün, maç günü.. ankara’nın kuru soğuğuna inat hatay pırıl pırıl bir güneşle karşılıyor bizi.. maç başladıktan kısa bir süre sonra hatayspor tribünlerinden hiç duyulmadık bir tezahürat yükseliyor: ‘bir yanımız roket, bir yanımız bomba/burası farklı bir dünya..’. bir anda hatay’ın büyüsü, muhteşem mutfağının damağımızda bıraktığı tat, güneşin getirdiği nikbinlik siliniyor, apaçık, çırılçıplak gerçeğe bırakıyor yerini: bir yanımız roket, bir yanımız bomba.. evet, savaş coğrafyasındayız aslında.. ‘sen bu humusu hatay’da yiyeceksin şekerim’li, ‘hatay’ın insanları inanılmmaaz şekerrr’li orta sınıf turistlerin indirimli uçak biletleriyle ınstagram fotoğrafı çektirmek için eski el arabası, duvara asılmış bakraç peşinde koştukları bu kent, suriye’deki savaşın başladığı 2011’den beri bir savaş coğrafyası.. burası farklı bir dünya, tıpkı kilis gibi, tıpkı gaziantep gibi, tıpkı ankara gibi.. maçtan, bağlamdan kopuyorum, ‘düşlerinde özgür dünya’yla ‘burası başka bir dünya’ arasında gidip gelen aklım, 284 no’lu durakta ve bahtı kara bir garda takılıp kalıyor. ankara’yı, kentin hafızasına takılanları hatırlıyorum. bir kentte yaşamak, bir kenti sevmek, 13 mart 2016’da bombanın patladığı 284 no’lu otobüs durağının, ethem’in (sarısülük) vurulduğu noktanın, ankara garı’nın, asım bezirci’nin sözünü tabela yapmış ankara mali müşavirler birliği’nin önünden her gün geçmek, her gün acı anıları burnuna sokan şehrin hafızasını duyumsamak biraz da.. insan, çok acayip bir varlık.. hayata tutunabilmek için acıyı hemen ötekileştiriyor, sanki 10 ekim 2015’te ‘ne kadar özlemişiz gökyüzüne kansız bakmayı’ diyen bir sürü insan ankara’nın göbeğinde ölmemiş gibi acıyı, şiddeti başka şehirlere, başka coğrafyalara iteliyor, erteliyor. öbek öbek çelişkiden ibaret orta sınıf ‘ayy gaziantep’in baklavası güzel de gitmeye çekiniyorum ben’ diyor, her sabah 17 şubat 2016’da bombaların patladığı merasim sokak’ın önünden geçmezmiş gibi.. belfast’a ilk gittiğimde, shankill yolu’nda hala katolik ve protestan mahalleler arasında toplamı 30 kilometreye varan 40 tane duvar olduğunu gördüğümde gözlerime inanamamıştım. en acayibi de bu ‘barış duvarı’nın iki katlı turist otobüslerinin uğrak noktası olmasıydı. ‘şu sağımda gördüğünüz duvar katolik ve protestan mahallelerini ayırmak için örüldü. efendim? barış mı? haa evet, 20 yıl önce bir anlaşma imzalandı evet, ama duvar duruyor. barış duvarı’nı ziyaret etmek için “visit” yazıp 3350’ye gönderin lütfen..’ barışı ‘alan’ bıkkın turistler, duvarı da alıyor çünkü, yanında hatay’da duvarda asılı duran bakraç bedava üstelik.. bu fotoğrafta ali ismail’in duvarı yok ama, o sadece düşlerinde özgür çünkü..
evet, bir kentin travmaları da sevdaya dahil yani… çünkü ankara, 10 ekim patlaması, 15 temmuz’da alçak uçan jetlerin çıkardığı korkunç sesler yüzünden meclis duvarına yakın çoğu evin camlarının kırılması olduğu kadar, sakarya’da her gördüğünde bana elini öptüren, ‘torunum’ diyen köfteci doktor, beni her gördüğünde boynuma sarılan ve benden paten isteyen çiçek satıcısı şilan, sadece bir çorba parasında gözü olan trt spikerlerine taş çıkartan türkçesiyle kader, yıkılan 19 mayıs stadı, kuğulu park, ayrancı’daki cemal süreya parkı, eskiden 100.yıl’ın gözbebeği olan bir sen bir büfe, dikmen caddesi’ndeki eski gülen gözler pastanesi aynı zamanda.. ilkokulda ‘almanlar yenik sayılınca biz de yenik sayıldık’ teranesini boşuna öğrenmedik belki, kenti ‘alan’ acısını da, hikayesini de birlikte alıyor. gençlerbirliği’ni sevince, ankara’yı ve hikayesini de sevmiş oluyorsunuz ve bu hikayeyi anlatmak da sadece yaşananları anımsamakla mümkün.. hanna arendt’in dediği gibi, ‘hikâye anlatıcılığı, “tarihin moloz yığınları arasında kazı yapıp geçmiş deneyimlerin “inci”lerini, tortuları ve gizli anlamlarıyla, beyinleri gelecek için yönlendirebilecek şekilde, yeniden ortaya çıkarmak”1 demek çünkü..
stadyumdaki berbat zeminin de etkisiyle hatayspor’a 3-1 yeniliyoruz. maçın sonunda yanımıza polis murat geliyor, ‘hatay’da bir şeye ihtiyacınız olursa diye size ulaşmak istemiştim, mesaj attım, cevap vermediniz’ diyor. ‘e biz sizin polis olduğunuzu nereden bilelim’ yanıtı üzerine tartışma uzarken ‘ben de ankara’da yaşadım bir süre, dikmen’de’ diyor polis murat. tabii şoför şakir hemen konuya dahil oluyor, iş tatlıya bağlanıyor, futbol sahalarındaki şiddet sorunu dikmenlilik üzerinden çözülüyor, passolig’in yapamadığını şoför şakir ve polis murat hallediveriyor, ‘polis evi’nden sola sap, ilk değil ikinci sol, hah işte orada yaşadım bir süre’ tarifiyle güle oynaya ankara’ya doğru uğurlanıyoruz. yolda tatlı bir yorgunluk ama bir yandan da içten içe ankara’ya dönüşün verdiği anlaşılmaz mutluluk. biz sanırım ankara’nın hikayesini seviyoruz. bırakıp gitsek de peşimizden gelen hikayesini.. şoför şakir’in dikmen’deki gülen gözler pastanesi’ne gitmiş olabileceği fikrini, günün birinde 284 no’lu otobüs durağının adının barış durağı olması hayalini, ve tabii bir de ‘önümüzdeki maçlarda’ 8 galibiyet alıp süper lig’e çıkma ihtimalini..
1 aktaran uğur, çınar, meral (2016) ‘marx, arendt, modernite, yabancılaşma ve siyaset: ya da, modern çağ’da insanca bir yaşam mümkün mü?’, sosyal bilimler dergisi, 9 (2), s. 140-167.