internette bulduğum ve 3-4 maçı kapsayan güzel bir anı serisi;
cumartesi sabahı saat 10 civarı yataktan kalkıp günlük gazeteyi elime alıp, uykulu gözlerle sabah kahvesini yudumlarken sıradan bir soru geliyor içerden.
'bu haftasonu ne yapalım?'
cevap verip vermeme konusunda tereddütlüyüm. hemen spor sayfasını çeviriyorum, fenerbahçe'nin akşam saat 7'de birinci devrenin son maçı olan vanspor maçı olduğunu geçen hafta sonundan beri tabii ki biliyorum. bilmediğim maça gidip gitmeyeceğim. eğer gidersem saat 5 civarı evden çıkmalıyım, bu durumda cumartesi günü 5 ile 9 arası fenerbahçe ile ilgili yaşayacağım belli. hemen gözümün önüne köprüden karşıya geçiş ve sağımda solumda fenerbahçe bayraklı arabalar geliyor sonra çevre yolundan kızıltoprak'a iniş ve stadın etrafını dönerek yükselen yol ve parkediş. ''acaba nereye bıraksam arabayı?'' bunun da cevabını biliyorum, tabii dereağzı antrenman sahasının içinde park etmeliyim, antrenman sahasının çimlerinin üstünden görünen beyaz, ince uzun bina ve tam orta saha çizgisi hizasındaki fenerbahçe amblemine şöyle bir bakmadan stada girmemeliyim...
'ne düşünüyorsun?'
bu noktada yalan söylüyorum.
'hiç.'
nasıl anlatabilirim cumartesi sabahı saat 10'u 10 geçe, uyandıktan on dakika sonra fenerbahçe'nin yolunu, stadını, antrenman sahasını, yoldaki bayrakları düşündüğümü... dahası var. henüz maça gelemedim. maç sabahları evde duş yaparken veya tuvaletteyken, yani rahatsız edilemeyeceğim anlarda o günkü maçı önceden kurarım kafamda. önce kadroyu düşünürüm, tarık sakat demek ki bülent oynayacak, bu noktada bir süre bülent'in son zamanlardaki formsuzluğunu ve nedenlerini düşünürüm. acaba tarık ve iki yeni forvet oyuncusunun transferi psikolojik bunalım ve kendine güvensizlik mi yarattı bülent'te? devam ediyorum, oğuz sakat serkan oynayacak, tekniği çok iyi bu çocuğun fakat henüz ara paslarında etkili değil, uche yok, saffet veya emre oynayacak. emre yetenekli ve hırslı bir genç ama saffet her nedense daha çok güven veriyor bana ikili mücadelelerde...
''ne düşünüyorsun?'' sorusuna 24 aralık genel seçimlerinin yarın olduğunu ve muhtemel sonuçlarını veya türkiye'nin ödemeler dengesindeki açığı veya iç borçlanmanın nasıl çözüleceğini ya da yeni vizyona giren bond filmi ''goldeneye''a gidebileceğimiz türünden, normal insanların düşündüğünü sandığım şekilde bir cevap verebilmek isterdim. ama takıntılı insanların dünyasının farklı olduğunu anlatmak için evliliğimizde çok ileri bir aşamadayız.
adnan'ı aramalıyım aslında. rusya'da ortak girilen bir proje ile ilgili olarak aramalıyım adnan'ı ama gerçek arama isteğim trabzon maçından beri telefonda durumu birlikte değerlendirmemiş olmamız. bu arada istanbulspor (a.ş.) maçını zorlukla 2-1 kazandık, acaba takım zayıflama sinyalleri mi veriyor?
cumartesi günü saat 5 ile 9 arası, en azından eşim açısından, çöpte. gazeteyi çeviriyorum, pazar günü seçim olduğundan tüm maçlar bugün. aaa... saat 12'de eskişehir- trabzon maçı atv'de. yine erman toroğlu'nun saçma yorumları ve dayı konuşma tarzının beni sıkacağını düşünüyorum. psikolojik açıdan kolay olmayacak trabzon'un işi. fenerbahçeli oyuncular trabzon maçının skorunu bilerek çıkacaklar vanspor karşısına. bir de madalyonun öteki yüzü var tabii, trabzon yenerse bu akşam fenerbahçe galip gelmek zorunda. bir anlamda baskı trabzon'dan fener'in üstüne geçecek.
'bence bugün evden çıkmayalım.'
'maç mı var yine?'
bir kere maç değil maçlar var, ikincisi ben bütün gün hem televizyonu hem de videoyu bloke edeceğim gibi şayet maça gidersem altı saat, gitmezsem dört saat konuşmayacağım bile.
'evet var.'
bu noktada iki maç olduğunu itiraf etmiyorum, henüz erken bunun için, sabah sabah moralini bozmamalıyım, iyi bir şeyler söylemeliyim.
'yarın sen ne istersen onu yapalım.'
'yarın seçim var her taraf kapalı değil mi?'
'hakan'larla bir şeyler yaparız, film falan seyrederiz.'
'olmaz, yarın hakan'lar suadiye'ye oy kullanmaya gidecekler akşama kadar o tarafta kalacaklar.'
acaba artık bugün iki maç olduğunu itiraf mı etsem yoksa atağa mı geçsem?
'sen ne yapmak istiyorsun bugün?'
riskli bir soru ama uzun evliliğin avantajıyla her hangi bir planı olmayacağına güveniyorum. istanbul 4. bienali de bitti, yerebatan'a gitmek isteyemez.
'yeni james bond'a gidebiliriz mesela.'
şimdi çaktı işte, ben o filmi geçen hafta o iş gezisindeyken gördüm.
'ben gittim biliyorsun.'
'bir kere daha görmek istemez misin, hadi n'olur 7 matinesine gidelim.'
'saçmalama! fener maçı 7'de. ayrıca ben bu yeni herifi hiç tutmadım, filmin ikinci yarısı da çok sıkıcı, ben iki kere görmem o filmi.'
'iki kere görmez misin? onun için mi eski bond filmlerini onar kere gördün, yedi tanesinin videosu da onar kere daha görebilmen için şu dolapta.'
'lütfen! öğleyin de trabzon maçı var.'
'kiminle?'
acaba benimle seyretmek mi istiyor diye ümitleniyorum.
'eskişehir'le.'
sessizlik. kafamda maça gitmekten vazgeçiyorum. gitmeyip cine5'ten seyrederek iki saat kurtarırım ve hayat daha huzurlu sürebilir.
bazen gece yattıktan sonra ve uyumakta güçlük çektiğim zamanlarda aklımdan konumuzla ilgili garip şeyler geçer, daha doğrusu bana garip gelmeyip de sizlere garip geleceğinden korktuğum için böyle söylediğim şeyler. örneğin fenerbahçe'nin 1968 kadrosunu saymaya çalışırım ama hemen vazgeçerim bu çok kolay olduğu için, başka şeyler düşünmeye çalışırım, 74 dünya kupası hollanda kadrosu veya deplasmana gittiğim stadların listesi mesela: bolu, eskişehir, bursa, izmir, tabii ankara, aydın! yok allahtan aydın'a hiç gitmedim... ya da 1974 yılının 3 mart günü, türk hava yolları dc10 uçağının paris yakınlarında ermenonville ormanına düştüğü gün, istanbul inönü stadındaki bir lig maçını düşünürüm. trt maçı televizyondan canlı olarak yayınlıyordu, fenerbahçe galatasaray'ı 2-1 yenmişti. gözümün önüne ersoy'in sert şutunun yasin'in başı üstünden sol üst köşeye takılışı gelir ve hayal dünyasına dalarım, bundan 22 yıl önce ağlara takılan bir topun anısıyla...