tanıl bora'nın "karhanede romantizm: futbol yazıları" adlı kitabında bulunan "karda kıyamette futbol" başlıklı yazısından;
latin amerikan azaplarının çoşkun yazarı eduardo galeano'nun, ömrü boyunca gördüğü futbol umurunu anlattığı kitabın adı neydi? gölgede ve güneşte futbol... iyi güzel de, bir de karda kışta futbol var! memlekette son yılların en ağır kışlarından biri hüküm sürüyor ve klişe ne diyor?: "futbol da kötü hava koşullarından olumsuz yönde etkileniyor."
bu kadar mı, iki kere iki dört mü? doğrusu ben o kadar emin değilim. (bu yazıyı yazmam için ilham veren ahmet çiğdem hocam da emin değil.) elbette pırıl pırıl -ama mümkünse hafifçe serin- bir bahar havasında, drenajı düzgün yapılmış zeminde, çimleri verevine biçilmiş "halı gibi" sahada oynanan maçın nefasetine doyum olmaz. "tam maç havası" diye ona derler. ama erbabı için, hakiki futolsever için, "maç havası" ondan ibaret değildir! her hava maç havasıdır, futbolun karda kışta, yağmurda çamurda ayrı bir zevki vardır ve futbolu sair sporlardan bambaşka kılan biraz da budur.
kemal can arkadaşım "futbol meşakkat sporudur" der ki o da doğrudur. çok açık: futbolun kendine mahsus bir ağır saha estetiği vardır. kömür tozuyla "tespit edilmiş" saha çizgileri, kırmızı top... kar körlüğüne karşı gözünün altına sürme çekmiş, eldiven ya da şort altına külotlu çorap giymiş, soğukta devlet kapısında sıra bekleyen garibanlar gibi ezik büzük, başalmaa düdüğüne intizar eden oyuncular... forması ve saçı başı çamura bulanmış emek kahramanları...
birçok dramatik maçı efsanevi kılan, biraz da fondaki yağmur-çamur değil midir? 1973'te türkiye kupası yarı finalinde 8 kişi kalmış ankaragücü'nün fenerbahçe'yi yendiği maç, kaleci baskın'ın, köksal mesci'nin çamur-adam portreleri olmadan hatırlanabilir mi?
ilk basımı 2007 yılında olan duygu hatipoğlu ve m. berkay aydın'ın "bastır ankaragücü: kent, kimlik, endüstriyel futbol ve taraftarlık" kitabından;
1972-1973 sezonunda ankaragücü ligin 4. sırasında yer alıyordu. bununla birlikte türkiye kupasına bir kere daha çok yaklaştı. geçen senenin kupa şampiyonu olarak, kupa mücadelesinde gaziantep'i, yarı finalde de fenerbahçe'yi eleyerek galatasaray ile final oynadı. fenerbahçe ile oynanan yarı final maçı adeta bir efsaneydi. baskın soysal, mehmet aktan, ismail dilber, erman toroğlu, müjdat yalman, zafer göncüler, metin yılmaz, selçuk yalçıntaş, melih atacan, koksal mesci ve adnan sezgin ankaragücü formasıyla sahadaydı. istanbul'da birbiri ardına çıkan kırmızı kartlarla erman toroğlu, metin yılmaz ve selçuk yalçıntaş oyun dışına çıkmış, ankaragücü 8 kişiyle maça devam etmek zorunda kalmıştı. buna rağmen direne direne fenerbahçe'yi 2-1 yenmiş ve finale adını yazdırmıştı. bu maçta kaleci olarak görev yapan baskın soysal finale giden maçı şu şekilde anlatıyor:
"maç 1-1. baktım erman ve tatar metin atıldılar. çok sinirliyim. kendi kendime 'hakemin yanına gitme' diyorum. birden kaptan selçuk da atıldı. 3 arkadaşımızda sıraya dizilmişler dışarı çıkıyorlar. dayanamadım gittim hakemin yanına bağırdım, çağırdım. ağır sözler söyledim. hakem muzaffer sarvan beni atamadı. "baskın git kalene" dedi. maç devam ediyor. 8 kişi kalmışız. saha çok ağır. hepimiz çamur içindeyiz. maç devamlı bizim kalede oynanıyor. korner attılar, çıktım topu aldım. sarı mehmet'e verdim. orta sahada köksal'la fenerli cevher bekliyorlar. sarı mehmet kafayı bir kaldırdı, topu köksal'a verdi koksal topu bir aldı, bastı cevher'e çalımı. bir çalımda kaleci datçu'ya attı. vurdu ve gol. 8 kişiyle 2-1 öne geçtik. statta çıt yok. sabri mermutlu şeref tribününde ayağa kalkmış ve, 'beyler bu takımı alkışlayın demiş. ondan sonra şeref tribününde başlayan alkış bütün stada yayıldı."
'bol kırmızı soslu' o meşhur maç, ve sonrasını da erman toroğlu şöyle anlatmaktadır:
"inönü de fenerbahçe ile oynuyoruz. 1-0 da öndeyiz. rahmetli yılmaz beraberlik golünü atıp küfretmeye başladı. maçın hakemi muzaffer sarvan duymamazlıktan gelince cezayı kendim kesmek istedim. sonrası, bol kırmızı soslu bir maç oldu. ertesi gün cafer zorlu bir karikatür yapmış milliyet'te. inönü stadı. sahanın içine olduğu gibi a.gücü yazmışlar, tribünlere de f.bahçe. yanına sokak feneri yapmışlar, 8 kişi üst üste çıkıyor feneri söndürüyor. maçtan sonra milliyet'i ziyaret ettik. milliyet'in spor müdürü rahmetli namık sevik, ankaralıdır. bize dedi ki, 'bugün tamam da, bundan sonra size çok yer veremem. bu gazeteyi istanbullu taraftarlara satıyorum.' biz o günlerde futbolculuk yaptık."
ilk basımı 2005 yılında olan ziya adnan'nın "çünkü biz ankaragüçlüyüz!.." isimli kitabından;
ankaragücü dışındaki ankara takımları için ise kara bir sezondu. iki ankara takımı, ptt ve şekerspor küme düştüler. böylece, ankara futbolunun 1. lig'de yalnızca ankaragücü tarafından temsil edileceği bir dönemi açılıyordu.
o yıllardan aklımda kalan en önemli maç, bir sonraki sezon (1972-1973), istanbul'da fenerbahçe'yle oynadığımız kupa yarı final maçıdır. fenerbahçe, şampiyonluğu kaçırmanın üzüntüsünü yaşarken, kupayı kazanarak teselli bulmak istiyordu. fenerbahçe istanbul'daki ilk maça böyle bir hava içersinde çıktı. ankaragücü bu tarihi maça şu kadroyla çıkmıştı: baskın soysal, mehmet aktan, ismail dilber, erman toroğlu, müjdat yalman, zafer göncüler, metin yılmaz, selçuk yalçıntaş, melih atacan, köksal mesci, adnan sezgin.
muzaffer sarvan'ın yönettiği maçta ankaragücü mehmet aktan'ın (konyalı mehmet) attığı golle 1-0 öne geçmiş ve ilk yarı bu skorla kapanmıştı. fenerbahçe ikinci yarıya çok süratli ve istekli başlamış, devrenin ortalarında kazandıkları penaltıyı yılmaz şen'in ayağından gole çevirerek beraberliği yakalamıştı.
maçın ilerleyen dakikalarında oyun hayli sertleşmiş ve kaptan selçuk yalçıntaş, erman toroğlu ve metin yılmaz'ın (tatar metin) oyundan atılması ile ankaragücü 8 kişi kalmıştı. fenerbahçe'nin baskısı iyice artmıştı ama ankaragücü de var gücüyle direniyor, beklenen gol bir türlü gelmiyordu. derken, köksal mesci, konyalı mehmet'in açtığı uzun pası yakalayıp yaklaşık 50 metre sürdükten sonra, topu kaleci cevher'in solundan ağlara yuvarlayarak maçın sonucunu tayin etmişti: 2-1 kazanmıştık. işin ilginç yanı, o müthiş galibiyet golünü atan köksal mesci, forvetteki coşkun süer (büyük coşkun) romanya'da tedavi gördüğü için, onun yerine oynamıştı. gol sonrası dizlerinin üzerine çökerek, "tanrım sana şükürler olsun, bana bu günleri de gösterdin" diye ellerini göğe açışı, o günleri hatırlayan ankaragüçlülerin hafızalarından hiç silinmemiştir.
maçı radyoda babamla birlikte dinlemiş ve ankaragücü'nün galibiyet golüyle birlikte havalara zıplamıştık. ben o galibiyet golünde ve bitiş düdüğü ile döktüğüm sevinç gözyaşlarını hiç ama hiç unutmadım. babamla beraber takımı istanbul dönüşünde karşılamaya gitmiştik. ankaragüçlüsü, pttlisi, gençlerlisi, velhasıl tüm ankaratakımlarının taraftarları bu başarıyı alkışlamak için oradaydı.
iki maçlı eleme usulü oynanan sistemde, fenerbahçe ankara'daki ikinci maçı 1-0 kazansa da, deplasmanda atılan gol sayısı üstünlüğüyle tur atlayan biz olmuş ve finale çıkmıştık. finalde rakip, o yıl lig şampiyonu olan galatasaray idi. ne yazık ki finalin ilk ayak maçında galatasaray'a 3-1 yenildik ve ankara'daki maçta 1-1 berabere kalarak kupayı kaybettik...
ilk basımı 2005 yılında olan ziya adnan'nın "çünkü biz ankaragüçlüyüz!.." isimli kitabından;
ankaragücü'nü ta 1960lardan bugüne takip eden, ankara'nın "duayen" gazetecilerinden güray soysal'la irfan aktan'ın yaptığı söyleşiden;
- 1972-73 sezonunda, ankaragücü'nün istanbul'da fenerbahçe'yi 8 kişi kalmasına rağmen yendiği maçı hatırlıyor musunuz?
güray soysal: ben o maçı radyodan dinledim. zannederim inönü stadı'ndaydı ve saha yağmurlu, hava da çok kötüydü. ankaragücü 8 kişi kalıyor ve orta sahada köksal, metin ve selçuk, inanın fenerbahçe'yi perişan etmişlerdi. köksal da şu an yaşantısını trabzon'da sürdürüyor. köksalla bunu konuştuğumuzda, aynı coşkuyla anlatır: o çamurlu sahada -nerde çim sahalar!- insanın değil koşmak, yürümekte dahi zorlandığı yerde, fenerbahçe gibi bir takımı yenmişlerdi. o maç hiç unutulur mu?
erman toroğlu seneler sonra niye hakemliği seçtiğini şöyle açıklamış: "türkiye kupası maçında fenerbahçe'yi istanbul'da 8 kişiyle 2-1 yendik. hakem ben dahil 3 kişiyi oyundan attı. o gün karar verdim hakem olmaya..."
sinirli bir havada kavga dövüş içinde geçen türkiye kupası yarı finalinin ilk maçında hakem ankara takımından erman selçuk ve metini, f. bahçeden ise yılmazı oyundan attı. köksal 88. dakikada kaydettiği golde topu 70 metre sürüp datçu'yu çalımlayarak filelere gönderdi.
hakemler: muzaffer sarvan (*), müşfik talas (*), yavuz şimşek (*)
notlar: hava kapalı, ısı 5 derece. saha bir gün önce yağan yağmur nedeni ile oldukça ağır. karşılaşmayı 22.499 seyirci, 184.715 lira ödeyerek izledi. maçın hakemi muzaffer sarvan, fenerbahçe'den yılmaz, ankaragücü'nden ise erman, metin ve selçuk'u oyundan attı. metin'e, ismail ve nedim'e sarı kart gösterdi. fenerbahçe 5, ankaragücü 1 korner attılar. fenerbahçe 34, ankaragücü ise 16 faul atışı kullandılar.
didi: "kötü oynadık. 1-1 beraberlikten sonra kazanacağımız maçı kaybettik"
fenerbahçe antrenörü, "fuat gibi kilit bir adamın taktiğe göre değil, kenddi bildiği gibi oyun kurması fenerbahçenin randımanını düşürüyor" dedi.
olaylı fenerbahçe - ankaragücü türkiye kupası yarı final karşılaşmasından sonra fenerbahçe teknik direktörü didi, "beraberliği sağladıktan sonra mutlak kazanmak zorunda olduığumuz için kaybettik" demiştir.
brezilyalı hoca 1-1'den sonra çıkan olayların kendi takımını avantajlı duruma sokmasına rağmen, futbolcularının kendilerine olan itimatlarını kaybetmeleri yüzünden maçı verdiklerini belirterek şöyle konuşmuştur:
"takımda birçok eksik arka arkaya geldi son zamanlarda. mesela en büyük şansızlığımız, osman gibi böyle maçların golcü elemanının takımda bulunmayışı idi muharrem'i de buna ekleyebiliriz. son haftakarda vasat sonuçlar almamız, futbolcularımızı sarstı. öyle ki, tecrübeli futbolcularımın dışındakiler verdiğim taktiği uygulamakta güçlük çekmeye başladılar. bir de buna fuat gibi kilit bir adamın taktiğe göre değil, kendi bildiği gibi oyun kurması eklenince fenerbahçebib randımanı düşmeye başladı. nitekim fuat dün de aynı şekilde oynamakta ısrar edince, orta sahan hakimiyetimiz ve gol yaratma gücümüz kendiliğinden kayboldu."
olayları ankaragücü çıkardı
didi, fenerbahçe'nin beraberliği sağladıktan sonra gelişen olayları ankaragücü futbolcularının kasden çıkardığına değinerek şöyle devam etmiştir:
"yılmaz, fenerbahçe'nin en hırçın ve sinirli futbolcusudur. bana kalırsa, yılmaz'ın üstüne bilhassa gitmeyi daha öncden planlamışlardı ve bunda da muvaffak oldular. gerçi ankaragücü, bizim gibi, galatasaray gibi büyük bir takım. üstelik ünvan sahibi. buna rağmen herşey bitmiş değildir. büyüklerin maçları her zaman ortaddır ve takımım tur atlama şansını yitirmiş değildir. herşey 4 nisanda belli olacaktır. ne var ki, türkiye kupasında şu anda en avantajlı takım galatasaray olmuştur. biz bu şartlara rağmen hem lig, hem de kupayı bırakmayacağız."
maçın tam 71. dakikasında sekiz kişi kalan ankaragücü, fenerbahçe'yi sahadan sildi ve türkiye kupası yarı finalinin ilk raundunu 2-1 aldı...
geçen yılın şampiyonu ankaragücü bu galibiyeti ile finale bir adım yaklaşırken, fenerbahçenin işi şansa kaldı.
doğrusu bu ya, 70. dakikaya yani olaylara kadar ankaragücü, fenerbahçe'den kat be kat üstün bir futbol ortaya koydu. ankara'nın sarı-lacivertli ekibi, saha ve seyirci dezavantajına rağmen açık bir futbol sergiledi ve bileğinin hakkı ile birbirinden nefis iki gol attı.
sahanın yıldızları hiç şüphesiz başta köksal, mehmet olmak üzere selçuk ve zafer'di...
işte olaylar:
70. dakika dolarken, tam üç dakika önce şahane bir golle fenerbahçe'ye beraberliği kazandıran yılmaz'a, erman çok sert bir şekilde girdi... hakem kararını vermişti, atacaktı erman'ı... oraya doğru koşarken, yılmaz, yerdeki erman'ın üzerine gitti ve gaddarca tekmeledi. sarvan ikini de dışarı attı... aradan bir dakika ya geçti ya geçmemişti ki, bu defa maçın başından beri iyi oyunu yanı sıra bol faul yapan ve hakemden sarı kart alan metin, levent'e feci bir şekilde girdi. hakem, bu defa metin'e "çık" dedi... ortalık karıştı, selçuk da bir şeyler söylemiş olacak ki ona da dışarıya işaret etti... açık konuşalım, bu dakikaya kadar ve bu dakikadan sonra da şahane oynayan ankaragücü'nün sertlik yapması bizce gereksizdi... çünkü istedikleri gibi oynuyorlardı şöhretli rakipleri ile!..
ve goller:
ilk yarıda ankaragücü istediği gibi götürüyordu maçı.. nefis paslaşmalar, çalımlar... başrolü de köksal oynuyordu... 42. dakikada köksal sıyrıldı, ceza sahasına girerken indirdiler. hakem düdüğünü çaldı. sarı-lacivertli futbolcular baraj kurdular. datçu yerini aldı. mehmet gerildi, yerden vurdu.. top barajın arasından bir anda filelerle kucaklaştı....
ikinci yarının ilk 15 dakikası gene ankaragücünündü. fakat gol fenerbahçe'den geldi. 67. dakikada ziya'nın sağdan faul atışını nedim kafa ile ceza sahasının içinde havalandırdı... yılmaz yükseldi, sağ ayağı ile kaleye de arkası dönük olmasına rağmen nefis bir vuruşla beraberlik golünü kaydetti... golden sonra fenerbahçe canlandı... ama, arkasından da olaylar başladı...
son dakika:
ankaragücü 8 kişi kalmıştı sahada... buna rağmen pres yapıyordu. son dakika gelip çatmıştı. ileriye fırlayan cevher, ankaragücü ceza sahasının üzerinde bir top kaptırdı köksal'a... köksal önde, cevher ve diğer fenerbahçeli defans arkasında korkunç bir yarış başladı... köksal, hedefe yaklaştı. datçu'yu da çalımları ve topu ağlara itti...
ve ankaragücü, türkiye'nin seyircisi ile en büyük takımı fenerbahçe'yi eze eze yendi...
14 yıldan beri türk sporuna hizmet ettiğini söyleyen ziya taner sezon sonunda antrenörlüğü bırakacağını açıkladı.
ankaragücü soyunma odasından içeriye adımını atan bütün futbolcular hıçkırarak ağlıyorlardı.. bir köşede erman, bir köşede ismail, bir köşede köksal, antrenör yardımcısı candan ve masör...
iki kişi ağlamıyordu yalnız... bir antrenör ziya taner, biri kulüp başkanı sabri mermutlu...
ziya taner, bu kadar bağırtı arasında dahi, herkes tarafından duyulacak şu sözleri söylüyordu:
"14 senedir antrenör olarak türk sporuna hizmet ettim... fakat bu sezon sonunda antrenörlüğü bırakacağım. artık türk sporuna bu şartlar altında hizmet etmek mümkün değil. hakamler hakkında bir şey söyleyemem. çünkü yasak. fakat olayları herkes gördü. saha komiseri kazım arkal, futbolcumuz selçuk'u, dışarı attıktan sonra yaka paça oturduğumuz yerin önüne getirdi ve önümüzde itekledi... niçin başka futbolcuya değil de, bizim futbolcumuza bu muamele reva görülüyor..."
ziya taner kendi takımını türkiye kupasında favori görmüyordu. sekiz kişi ile fenerbahçe'yi yenmesine rağmen.
"bence türkiye'nin en iyi takımı galatasaray'dır. hem kupada, hem de lide favorim... fenerbahçe ise ne kupada, ne de ligde kanımca şampiyon olamaz" şeklinde konuşuyordu.
ankaragücü kulübü başkanı sabri mermutlu ise şöyle diyordu:
"herkes, ilahlara kurban olarak ankaragücü'nü istedi. fakat biz onların bu isteğini yerine getirmedik... bu galibiyet ankaragücü tarihine altın harflerle geçecek değerli ve manalı bir galibiyettir."
golün sahibi köksal ise şunları söylüyordu:
"3 arkadaşımıza yazık değil mi? galibiyete seviniyor, fakat onların durumuna üzülüyorum. futbol erkek oyunudur. televizyonda izlediğimiz ajax - bayern münchen maçında nasıl kıyasıya futbol oynandığını herkes gördü. bize sert giriyorlar birşey söylemiyoruz. biz başkalarına sert girdiğimiz zaman, ya arkadaşlarımız dışarıya atılıyor, ya da rakip oyuncu yerlere yatıyor. golden hiç heyecanlanmadım. fakat hatırlayacağım en değerli gollerden biri..."
internette bulduğum ''yükselen ateş - bir taraftarın hayatı'' yazısında taşralı taraftar bölümünden alıntıdır;
istanbul doğumluyum. istanbul nişantaşı güzel''bahçe'' kliniğinde doğdum, meraklısı için kliniğin ''güzelbahçe hastanesi'' yazan ışıklı panosunun hala sarı-lacivert olduğunu belirtmeden geçmeyelim. üç yaşından itibaren babamın işi dolayısıyla önce lefkoşa, kıbrıs'ta, altı yaşından sonra da türkiye'den ayrılana kadar ankara'da yaşadım. bu durumda doğma olmasa bile, büyüme ankaralıyım. soranlara ankaralı olduğumu söyledim her zaman, bugün istanbul'da otururken bile tüm arkadaşlarımız ankaralı, ankaralıların gittiği yerlere gideriz, eşim de zaten ankaralı.
ankara, devletin merkezi olması ve sanayileşmiş bir kent olmaması nedeniyle istanbul gibi kozmopolit bir yapıya sahip değildir bilindiği gibi. bir cumhuriyet şehridir ankara ve orada ne azınlıklar oturur ne de fabrikatörler. çoğunluğunu memur ailelerinin oluşturduğu nüfusun, fazla inişli çıkışlı olmayan ve ziyaret eden istanbullulara kaçınılmaz bir şekilde sıkıcı gelen, sakin bir hayatı vardır. aynı zamanda bir üniversite şehridir ankara. ülkemizin en büyük modern üniversiteleri ankara'da kurulmuştur. gece hayatı ve eğlence yerleri, ülkemizin geçirdiği ''özal'' dönemine rağmen, hala kısıtlıdır ankara'da. gençler genellikle birbirlerinin evlerinde toplanırlar.
çoğu genç okul çağlarında mutlaka sporla uğraşmıştır. bizim çevremizden hemen herkes, okul çağlarında futbol, basketbol, yüzme, tenis veya atletizmle uğraşmıştır ama ülkemizin her köşesinde olduğu gibi ankara'da da, futbol bir tutkudur. ankaralı futbol seyircisi ezici bir çoğunlukla üç büyük kulübü, çoğunlukla fenerbahçe'yi, tutar. sanırım 1995/96 şampiyonluğu günü televizyonlardaki ''ankara'' görüntüleri sizi de benim kadar etkilemiştir. işte onlar taşralı fenerlilerdi...
her neyse, şehrin ankaragücü, gençlerbirliği gibi önemli sayılabilecek kulüpleri tabii ki mevcut ama yine de büyük kulüpleri tutar ankaralı. genelleme yapacak olursak ankaragücü, ankara'ya anadolu'dan gelen göçmenlerin takımıdır, yani ankaralı olmakla gurur duyan ''yeni'' ankaralıların. gençlerbirliği ise, daha çok eski ankaralıların kulübüdür. deplasmanlı türkiye liginin ilk yıllarında ankara takımlarının bugüne oranla çok daha fazla seyircisi vardı. televizyonun olmadığı bu yıllarda ptt, hacettepe, şekerspor, güneşspor gibi kulüpler, ankaragücü ve gençlerbirliği ile birlikte maçlarını genellikle dolu tribünlerin önünde oynarlardı. cumartesi iki ve pazar günleri de yine iki lig maçı oynanırdı ankara 19 mayıs stadı'nda.
mahalle arkadaşım ziya ve babası mehmet amca ptt taraftarıydılar. ben de onlarla birlikte 1968-1972 yılları arası hemen her hafta, ankara takımlarının maçlarına gittim. ptt'ye karşı olan antipatim aşağıda anlatılıyor ama buna rağmen gayet yakından tanırdım ptt'yi iyi zamanlarında. tomislav ve bazen cavit, yetik, esen ali, altan, feridun ve ertan'lı kadrolarıyla ligde yabana atılmayacak bir takımdı ptt. bütün bu bilgime ve ''mecburi'' yakın ilgime rağmen ankara takımlarını hiç bir zaman sevemedim. bir parça gençlerbirliği'ne karşı sempatim vardı küçükken, kaleci ''köylü'' selçuk ve zeynel'li günlerinde, o da son bir kaç yılda, bilinen nedenlerden ötürü, hem onlara hem de başkanlarına karşı değişti. ankaragücü ise bizim gençlik yıllarımızın en başarılı ankara takımıydı ama hiç mi hiç sevmezdim ankaragücü'nü. oysa ankaragücü, ptt gibi fenerbahçe'yi sık sık yenemezdi de, aldıkları en başarılı sonuç beraberlik olurdu. yendilerse de hatırlamıyorum; eyvah hatırlar gibi oluyorum selçuk'lu, erman'lı kadronun istanbul'da sekiz kişiyle bizi 2-1 yendiğini; erman toroğlu'na karşı olan ''sevgimi'' herhalde o maça borçluyum. neyse, aynı ankaragücü 1981 yılında ikinci lig takımı olarak türkiye kupasını kazanınca, haftada bir yeni kanun çıkarmaya zaten alışmış 12 eylül'ün ''milli güvenlik konseyi'' kararıyla ve devrin sayın cumhurbaşkanı kenan evren tarafından 1. lige ''terfi'' ettirilmişti. ankaralı fenerbahçe taraftarları olarak bizler de, bu duruma pek itiraz etmedik. birincisi zaten edemezdik, ikincisi de 1978 yılında ankaragücü'nün küme düşmesinden beri ilk kez, fenerbahçe ankara deplasmanına gelebilecekti. biz de ''allah razı olsun evren paşa'' dedik, geçtik.
ankara maçları
ankaragücü - fenerbahçe maçları günü genellikle şöyle cereyan ederdi. sabah saat 8 civarında bir kaç yüz ''ankaralı fenerbahçeli'' 19 mayıs stadının önünde kuyruğa girer, saat 8.30 civarı ankaragüçlülerin sopalı saldırısına uğrardık. onlardan ve polisten yediğimiz sopa ve coplardan sonra dağılır, saat 9 sularında ankara garının önünde yeniden toplanırdık. istanbul'dan gelen ''anadolu ekspresi'' saat 9.30 civarı gara varınca binbeşyüz, ikibin ''istanbullu'' fenerli bayrakları ve şarkılarıyla trenden inerler ve bize katılırlardı. hep beraber gençlik parkının önünden geçerek 19 mayıs stadı'na giderken yeni şarkıları öğrenir, yüzme havuzu tarafından stad kompleksine girerdik. bu kez biz, tenis kulübü tarafında toplanmış olan ankaragücü taraftarlarına cezalarını verip, havuz tarafındaki kapalı tribün ile kale arkası arkasında ve stadın dışında yerimizi alırdık. o dönemde ankara'da fener maçları için yedi-sekiz saat beklemek normal sayılırdı. maçlar ilkbahar ve sonbahara geldiğinde neyse de, bu işin bir de karlar altındaki tribünlerde ve kar yağışı altında beklemesi vardı. her sezon ve her mevsim bu rutin aynen devam etti yıllar boyu. annem ve ablam tamamen deli olduğumu düşünürlerdi saat 2'deki maç için sabah 7.30'da evden çıktığım için. babamdan ise bu durum küçük yaşlarda tamamen gizli tutulurdu, mesela gece arkadaşımda kalırdım. içeri girildikten sonra maç saatine kadar, karşı tribündeki ankaragücü taraftarları ile birlikte toplam üç, dörtbin kişi saatlerce karşılıklı ''olumsuz'' tezahürat, ayran şişesi ve kışın da kartopu savaşı yapardık. maç boyunca bu fanatik gurupların tezahüratları devam ederdi. ancak fenerbahçe golü atınca gerçek durumu anlardınız ankara'da. bir anda, ikibin kadar ankaragüçlü dışında, hınca hınç dolu olan stadın tümü gool sesleriyle ayağa fırlardı, stadın en az yedide altısının fenerli olduğu, ancak gol anında belli olurdu. daha sessiz, daha çekingendi ankaralı fenerlilerin çoğu. hiç unutmam, 1984/85 sezonuydu ve fenerbahçe şampiyonluğa gidiyordu, bu kez iş ciddiydi ve tüm stad daha maça çıkılırken fenerbahçe'nin arkasındaydı. ankaralı fenerbahçeliler maratonun önüne, ahmet arif'in dizelerinden alınan, uzun bir pankart açtılar, ''aç kaldım susuz kaldım terketmedi sevdan beni''. ankara'daki 0-0'lık maça ankaragücü'lü futbolcular ''deplasmana hoşgeldin ankaragücü'' tezahüratı altında çıktılar. burası ankara'ydı ve durum bir parça utanç vericiydi ama kim takar? ''fenerbahçe büyük takım, ne yapalım?'' diye düşünmüştük. o sezon fenerbahçe şampiyon, ankaragücü ise dördüncü oldu.
ankaralı fenerbahçeli olmanın, daha doğrusu taşralı fenerbahçeli olmanın, bir çok zorlukları vardır. bir kere hayatınız, takımınıza özlemle geçer. her yıl ancak bir kez, takımınızı maça gidip görebilirsiniz. üstüne üstlük bir deplasman takımı taraftarı olarak gidersiniz, kendi şehrinizdeki maça. o tam bir yıl beklenen maçta da, takımınızı kendi sahasında, seyircisi ve bayraklarıyla göremezsiniz. bu çok yıpratıcı bir özlemdir. düşünün, sevdiğiniz kızı senede sadece bir gün, o da sığıntı bir şekilde gördüğünüzü. üstelik bir ömür boyu başka bir sevgiliniz olmayacağını bile bile, durumun bu olduğunu düşünün. son yıllarda fenerbahçe stadı'nda dört tribün halinde, parça parça söylenen, ''fenerbahçe benim... biricik sevgilim... söyle senden başka... kimim var benim...'' şarkısı bana hep, bu eski durumumu hatırlatır nedense...
ankara maçlarının güzel olanları da vardır tabii. ankara başkent olduğundan başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı kupası maçları doğal olarak ankara'da oynanır. işte bu maçlarda ankaralı fenerliler mağrurdurlar çünkü maç tarafsız sahadadır ve ankaralı fenerli ev sahibi durumundadır, istanbullu gerçek fenerlilerin gözünde. stad dışında istanbullu fenerlilere o günlerde ankara toplum polisinin coplama taktikleri büyük bir bilgiçlikle anlatılır ya da stadda geçen yıla göre yapılan bir turnike değişikliği veya tadilat sanki çok önemli bir gelişmeymiş gibi uzun uzun aktarılır. bütün bunlar bir yana, sezonun son maçları olan bu maçlara gitmek gerçekten çok zevklidir. eğer takımınız bu maçlarda oynuyorsa ya bir şeyler kazanmıştır ya da bir şeyleri kıl payı kaçırmıştır. yani takımınız başarılıdır. bu son maçlarda takımı herkesle beraber yaz tatiline uğurlarsınız ve bir sonraki sezonun kadrosu için spekülasyonlarda bulunursunuz istanbullu kardeşlerinizle.
sırasıyla anıda geçen ilgili maçlar için;
1972-1973 sezonu türkiye kupası yarı final 1. maçı fenerbahçe 1-2 ankaragücü -bu maçtayız-
onu 2 yıl önce 23 haziran 2008'de kaybettik. çok büyük bir ankaragüçlüydü. baskın soysal'ı unutmak, ankaragücü'nün şanlı tarihine de unutmak demektir. anısı için, ölümünden kısa zaman önce orhan sal ile yaptığı röportajı;
baskın soysal kendi döneminin en iyi kalecilerindendi. onun kalede olduğu dönemlerde ankaragücü ligin her zaman en az gol yiyen takımlarından biriydi. hatta 1970-71 sezonunda en az yiyeniydi. 1971-72 sezonunda türkiye kupası’nı ilk kez ankara’ya getirdiler. 1 sezon sonra yine final oynadılar. cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık kupalarını finalde kaybettiler. ankaragücü’nün 8 kişiyle istanbul’da fenerbahçe’yi yendiği maçta kalede o vardı. 8 yıl ankaragücü’nde forma giydi. futbolu bıraktıktan sonra sarı-lacivertli renklerden kopamadı. ankaragücü’nün her yaş grubunda ve a takımda antrenörlük yaptı. bir ankaragücü sevdalısı. eşi birsen hanım’ın dediği gibi “kanını akıtsan sarı-lacivert akacak” kadar. bizde hayatının önemli bir bölümünü ankaragücü’ne adayan baskın soysal’ı ziyaret ettik ve kendisine sorularımızı yönelttik… sizi tanımayan yeni nesil için futbol geçmişinizi anlatabilir misiniz? baskın soysal: futbola 1958 yılında 17 yaşında vefa’da başladım. daha sonra hacettepe’ye geldim. hacettepe’de 6 sene oynadım. orada ümit milli oldum. 1969 yılında ankaragücü’ne transfer oldum. 1977 yılında ankaragücü forması ile futbola veda ettim. 90’lı yılların sonuna kadar ankaragücü’nün her katagorisindeki takımında antrenörlük yaptım. hacettepe’den ankaragücü’ne sizi kim transfer etti? baskın soysal: ankaragücü’ne beni “beton mustafa” olarak bilinen. rahmetli mustafa ertan transfer etti. o dönemde bir hacettepe gerçeği vardı. hacettepe futbol takımı hakkında bize neler söyleyebilirsiniz? baskın soysal: hacettepe o dönemde çok iyi bir takımdı. kadrosu çok güçlüydü. onursal uraz, nejdet niş, büyük suphi, küçük suphi, kuşçu nuri gibi dönemin en tanınmış futbolcuları ile oynadım. ankaragücü ile hacettepe’nin karşılaştırmasını yapabilir misiniz? baskın soysal: hacettepe kısa bir dönem birinci lig’de oynadı. daha sonra geriledi. kulüp bir ara hacettepe hastanesi’ne bağlandı. tekrar semte döndü. camuzoğlu oldu, keçiörengücü oldu, sonra kapandı. ankaragücü 1910 yılından beri yaşayan köklü bir kulüp kıyaslamak çok zor.
ankaragücü’ne ilk geldiğinizde neler hissettiniz? baskın soysal: ankaragücü’nün büyüklüğü hemen hissediliyordu. sezonun ilk devresinde oynayamadım. adaptasyon devrem zor oldu. ondan sonra toparlandım. kaptanlığa kadar yükseldim. aydın’la beraber kaleyi korudum. aydın tohumcu gibi sizin kadar değerli bir kaleciyle aynı dönemde oynadınız. aranızdaki rekabet nasıldı? baskın soysal: rekabetten ziyade çok iyi anlaşırdık. bazı hocalar; bir maç beni, bir maç onu oynatırdı.
birsen soysal: ailece görüşürdük. rahmetli çok iyi insandı. çok duygusaldı. kötü bir şey olunca kafasına çok takardı. ağladığı olurdu. o dönemde ankaragücü’nde oynayan tüm futbolcular “kaliteli” ve “sembol” isimlerdi…
basın soysal: kaç sene beraber oynadık. değişen 1-2 kişi oldu. herkes birbirini çok iyi tanırdı. mesela bana top geldiğinde sol bek müjdat’a atardım. ondan sonra ne yapacağına dönüp bakmazdım bile. tekniği çok iyiydi. alıp giderdi. ismail, erman, melih, selçuk, mehmet, köksal, sakıp, büyük coşkun, küçük coşkun hepsi büyük futbolculardı. fenerbahçe’yi istanbul’da 8 kişiyle yendiniz ve tarihe geçtiniz. o maçla ilgili neler hatırlıyorsunuz? baskın soysal: o maç bir efsanedir. inanılmaz, müthiş bir maçtır. maç 1-1. baktım erman ve tatar metin atıldılar. çok sinirliyim. kendi kendime “hakemin yanına gitme” diyorum. birden kaptan selçuk’ta atıldı. 3 arkadaşımız sıraya dizilmişler numaralı tribünün önünden dışarı çıkıyorlar. dayanamadım gittim hakemin yanına; “kaptanı niye attın?” dedim. hakem; “kaptan bana vicdansız dedi” diye cevap verdi. hakeme bağırdım, çağırdım. ağır sözler söyledim. hakem muzaffer sarvan beni atamadı. “baskın git kalene” dedi. maç devam ediyor. 8 kişi kalmışız. saha çok ağır. hepimiz çamur içindeyiz. maç devamlı bizim kalede oynanıyor. korner attılar, çıktım topu aldım. sarı mehmet’e verdim. orta sahada köksal’la fenerli cevher bekliyorlar. sarı mehmet kafayı bir kaldırdı, topu köksal’a verdi. köksal topu bir aldı, bastı cevher’e çalımı. bir çalımda kaleci datçu’ya attı. vurdu ve gol. 8 kişiyle 2-1 öne geçtik. statta çıt yok. sabri mermutlu şeref tribününde ayağa kalkmış ve, “beyler bu takımı alkışlayın” demiş. ondan sonra şeref tribününde başlayan alkış bütün stada yayıldı. (baskın soysal bu maçı anlatırken, çok duygulanıyor. sanki ilk günkü gibi heyecan içinde anlatıyor.) sizin döneminizde ankaragücü’nün en yıldız futbolcusu kimdi? baskın soysal: köksal mesçi büyük topçuydu. ankaragücü tribünleri o dönemde “bastır ankaragücü” tezahuratıyla ortalığı ayağa kaldırıyordu. ankaragücü taraftarı hakkında neler söylersiniz? baskın soysal: ankaragücü taraftarı bizi itekliyordu. ama gerçekten itekliyordu. maç kazandırıyordu. her maç tamamen dolu statta oynanıyordu. müthiş bir destek verirlerdi. o taraftar önünde her şey daha kolaydı.
birsen soysal: ankaragücü taraftarı her zaman çok bilinçli ve takımına bağlıydı. pazartesi günleri evimizin yanında maltepe pazarı kurulurdu. pazarcılar sırf pazar günü oynanan ankaragücü maçını konuşmak için pazara gelirlerdi. müşteri gelir bir şey sorardı. onu hiç duymazlardı bile. o yorgunlukla her deplasmana giderlerdi. hep anlatılır ama biz hiç görmedik. geçmişte taraftarlar birbiriyle yana yana maç izlerlermiş. bayanlar rahatlıkla maça gidermiş… birsen soysal: türkiye’deki taraftar profili çok değişti. o dönemler kadın-erkek tribünlerde maç izlerdik. her maça ailece giderdik. bir gün bir büyük maç vardı ve 6 bayan kapalı tribününe maç izlemeye girdik. tamamen dolu…gecekondu’ya girelim dedim. polislere tribünleri bölen telleri zorla açtırdım. kapalı’dan gecekondu’ya geçtik. gecekondu’da tulumlu işçiler, pazarcılar, esnaflar var. maç boyunca 1 tane küfür eden bir adam oldu. onu da en az 10 kişi susturdu. bugün çok popüler olduğu için soruyorum… erman toroğlu’la aynı dönemde oynadınız…toroğlu nasıl bir futbolcuydu? baskın soysal: tekniği iyi değildi. ama sağlamdı. sahaya yüreğini koyardı. savaşırdı. ankaragücü dönemin en sert takımıydı. maçlar hep kavgalı geçerdi…
baskın soysal: of!.. çok sert takımdık. tatar metin sert oynardı. kaptan selçuk’da öyleydi… 60’lı yılların başında ankara’ya, 69’da ankaragücü’ne geldiniz. 80’li yıllarda ankaragücü’nde hocalık yaptınız. sizce bu dönemde ankara’daki en başarılı teknik direktör kimdi? baskın soysal: ankara çok değerli hocalar çıkarmıştır. mesela bir sabri kiraz vardı. bu işin eğitimini almamıştı. ama çok başarılıydı. sabahtan amatör maçları izlemeye giderdi. ankara’ya çok büyük futbolcular kazandırmıştır. ya en başarılı futbolcu? baskın soysal: çok isim var. ama maradona sadık başkaydı. onun gibisini görmedim. kafayı bir kaldırırdı, topa bir vururdu. ya gol, ya gol pası. candan dumanlı’da çok teknikti. yolda yürür gibi çalım atardı. ankaragücü’nün unutulmaz ismi ertan adatepe ile hem ayrı takımlarda rakip oldunuz. hem aynı takımda oynadınız. ertan adatepe nasıl bir forvetti? baskın soysal: fazla mücadele etmezdi. top ayağına yeter ki gelsin. gol atmak onun işiydi.
ya ali osman renklibay? baskın soysal: çok değişik özellikleri vardı. türkiye’de hak ettiği yere gelememiştir. çok güzel goller atardı. büyük bir golcüydü. sizin döneminizde önemli golcüler oynadı. hiç çekindiğiniz bir isim var mıydı? baskın soysal: yoktu. ama metin oktay’ı çok beğenirdim… vefa’da oynarken bana bir maçta hepsi voleyle 4 gol atmıştı. bir maçta çektiği şutu 90’dan çıkardım. gelip beni tebrik etti. şimdi böyle terbiyeli futbolcular fazla yok. kaç kez a milli oldunuz? baskın soysal: benim dönemimde turgay şeren ve özcan gibi büyük kaleciler vardı. onlardan bize sıra gelmedi… ya fenerbahçe, galatasaray veya beşiktaş’ta oynasaydınız? baskın soysal: o zaman hep ben oynardım. ankaragücü size ne ifade ediyor? birsen soysal: ben söyleyeyim…kanını kessen sarı-lacivert akar. hastanede yatarken, bazen kendinde olmuyordu. ama ankaragücü’nün maçlarını dinlemek için kızıma radyo getirtti. ben radyonun sesini kısardım. o, “sesi aç” diye bana bağırırdı.
baskın soysal: sezonun başında takımın durumuna çok üzülüyordum. 4 puanımız vardı. ligin sonundaydık. ama hikmet karaman geldi. takım düzeldi. bende rahatladım. bu kadar sevdiğiniz ankaragücü kulübünden destek görüyor musunuz? baskın soysal: kulüp müdürü aslan gürsoy ziyaretime geldi. bana üzerimdeki eşofmanları hediye ettiler. kulüpte görev yapan eski kalecimiz arif peçenek her zaman ilgileniyor. vedit arığ ve eski futbolcularımız ziyaretime geliyor. o kadar. ben şahsen ankaragücü kulübünün başkanı ve bütün yönetim kurulunun bu röportajdan sonra sizi ziyaret edeceğine inanıyorum…
baskın soysal: türkiye’de değerlerimiz her geçen gün eksiliyor. vefa duygusu azalıyor…
son olarak bugün ankaragücü’nde oynayan futbolculara ne söylemek istersiniz?
baskın soysal: oynadıkları kulüp çok büyük bir kulüp. kıymetini bilsinler…
ali osman renklibay ile geçmiş güzel günlerden, onun futbolculuğuna olan hayranlığımızdan, ankaragücü’nde oynadığı yıllardan, o dönemdeki futbol, futbolcular ve futbol anlayışından, ankaragücü’ne ve türk futboluna teknik direktör olarak verdiği hizmetlerden söz ettik. daha çok bizim sorduğumuz kısa sorularla gelişen sohbette ali osman hoca, ankaragücü’nde futbol oynarken yaşadıklarını ve takım arkadaşları ile ilgili güzel anılarını anlattı; biz de keyifle dinledik. takım arkadaşları arasında kimler yoktu ki: kaleciler aydın tohumcu ile baskın soysal, erman toroğlu, mehmet aktan (konyalı mehmet), coşkun süer, selçuk yalçıntaş, melih atacan, müjdat yalman, adnan sezgin, zafer göncüler, behzat çınar ve metin yılmaz, nam-ı diğer tatar metin...
bu futbolculardan özellikle de erman, selçuk ve tatar metin söz konusu olunca, bundan tam kırk yıl önce oynanan ve yalnızca son dakikalarını radyodan dinlemiş olmama karşın bende derin izler bırakan bir maçı anımsadım: 15 mart 1973 günü istanbul’da mithatpaşa (inönü) stadı’nda fenerbahçe ile ankaragücü arasında oynanan türkiye kupası yarı final maçı... ali osman hoca henüz ankaragücü’ne transfer olmamıştı, adanaspor’da oynuyordu. ben de polatlı’da lise öğrencisiydim. yedi sekiz arkadaş bu maçın son dakikalarını teneffüste küçücük bir pilli el radyosundan dinlemiştik. arkadaşımız radyoyu açtığında maçın 1-1 berabere devam ettiğini öğrenmiştik. ankaragücü, durmadan yağan yağmurla iyice ağırlaşan sahada üç futbolcusu oyundan atıldığı için sekiz kişiyle mücadele ederken, köksal mesçi’nin 88. dakikada kendi yarı sahasında kaptığı topu 70 metre kadar sürdükten sonra fenerbahçe ceza sahasına girdiğine ve kaleci datcu’yu da çalımlayarak takımını 2-1 galip ilan eden golü attığına spikerin çığlık çığlığa anlatımıyla tanık olmuştuk. ankaragücü’nün bu başarısı, o zamanlar birçok ankaralı genç futbolseverin ankaragücü’ne sempati duymasını ve taraftarı olmasını, benim de zaten peşinde olduğum amatör polatlıspor ile birlikte zaman içinde gençlerbirliği’ni de işin içine katarak ankara futbolunun peşine düşmemi sağladı. diğer arkadaşlarımı bilmiyorum ama ben, 1970’li yıllarda lisede başlayan taraftarlık maceramda, ankara futbolunun tarihî ve güzide temsilcileri ve lokomotifleri olan ankaragücü ile gençlerbirliği’nde ifadesini bulan ankara futbolunun yanı sıra diğer tarihî ve güzide amatör ve profesyonel takımların oluşturduğu öteki futbolun peşinde sürüklenmeye devam ediyorum.
işte gerek lakabı ve gerekse sahadaki mücadelesinden dolayı 1970’li yıllarda hayran olduğumuz tatar metin de ankaragücü’nün 15 mart 1973 günü fenerbahçe’yi istanbul’da 8 kişiyle 2-1 yendiği maçta erman ve selçuk ile birlikte oyundan atılarak ankaragücü’nün sekiz kişi kalmasına neden olan üç futbolcudan biriydi. futbolu bıraktıktan sonra alkol bağımlısı olmuş, maddi zorluklar yaşamış ve yoksulluk içinde vefat etmişti.
tatar metin’i size nasıl anlatabilirim? yazılı kaynaklara baktığımda, onun 1973 yılındaki fenerbahçe maçında oyundan atılan ankaragüçlü üç futbolcudan biri olduğundan başka hiçbir bilgi bulamadım. ama buna hayıflanırken güzel bir şey oldu ve ziya adnan’ın 2005 yılında yazdığı çünkü biz ankaragüçlüyüz adlı kitabı imdada yetişti. kitabın 248 ve 249’uncu sayfalarında ziya adnan’ın spor yazarı güray soysal ile yaptığı söyleşiye yer verilmiş. söyleşide tatar metin’in de adı geçiyor. güray soysal’ın anlattığına göre, tatar metin 1970’li yıllardaki ankaragücü takımının orta sahasında selçuk ve köksal’ın arasında sol ayağını mükemmel kullanan bir futbolcudur. metin, futbolu bıraktıktan sonra kaybolur gider. yıllar sonra güray soysal, arkadaşlarıyla sakarya caddesi’ndeki bir lokantada yemek yerken masaya birisi gelir ve sırtına dokunarak, “çiçek alır mısınız?” diye sorar. güray soysal teşekkür eder ama kendisine, “siz bilirsiniz,” diyen kişiye bakınca onun tatar metin olduğunu görür. bu arada garsonlar gelip onu götürmeye çalışırlar. ama güray soysal, metin’i bırakmaz ve masaya, yanına oturtur. metin, paltosunun cebinden bir defter çıkartarak, “bak, benim için ne yazmışsın!” der. metin’in çok iyi oynadığı bir maçtan sonra güray soysal’ın milli takım hocalarına tavsiyede bulunduğu bir yazıdır bu. ikisi de ağlamaya başlarlar. fakat metin, aradan geçen zaman içinde alkol bağımlısı olmuştur. garsonlar ikide bir gelip onu çıkarmaya yeltenirler ama güray soysal engel olur onlara. metin, defterinin arasından kurumuş bir gül çıkarıp verir ve “hatıra olarak sakla,” der. güray soysal ona para vermek istese de bunu kendine yediremez önce. ama vermese de olmaz. sonunda cebinde ne kadar para varsa metin’in cebine koyar. “bana müsaade, sizi rahatsız ettim,” diyerek kalkıp giden metin bu olaydan bir hafta sonra vefat eder. metin gibi çok büyük bir futbolcunun tek ve son aşkının ankaragücü olduğunu söyleyen güray soysal, onun çok temiz kalpli ve deli dolu bir insan olduğunu, zamanında beşiktaş, galatasaray ve başka takımlardan gelen transfer tekliflerini, “ben ankaragüçlüyüm,” diyerek elinin tersiyle ittiğini, ancak futboldan kazandığı paraları düşünmeden harcadığını ve elde ettiği imkânları kaybettiğini vurgulayarak sözlerini tamamlar.
takım arkadaşı tatar metin’den söz açıldığında hüzünlendi ali osman hoca. onunla 2000 yılında yaşadığı bir anıyı anlattı:
– yanlış anımsamıyorsam 2000-2001 sezonuydu. 2. lig’de mücadele eden istanbul büyükşehir belediyespor’un teknik direktörüydüm. mersin idmanyurdu deplasmanına gitmiştik. takımlar sahaya çıkıp ısınmaya başladılar. biz de saha kenarında futbolcuları izliyorduk. birden tribünden birinin, “culyano! hey culyano!” diye bağırdığını duydum. bağıran, futbol oynadığım dönemlerdeki ankaragüçlü takım arkadaşlarımdan biri olmalıydı. çünkü yalnızca onlar bana “culyano” derlerdi. bizim arkadaşlar beni o zamanlarda çok yaygın olan “spagetti western” filmlerinin ünlü italyan aktörü giuliano gemma’ya benzettikleri için “culyano” lakabını takmışlardı. tribüne döndüm, merakla sesin geldiği tarafa baktım. stad çok kalabalık olduğu için bana bağıran kişiyi bir türlü göremiyordum. ben tribünde sesin sahibini ararken, o yine seslendi: “culyano! hey culyano! benim ben! burdayım culyano, burda! yukarıya bak!” o kadar bağrış çağrıştan sonra sonunda gördüm onu: tatar metin’di. tribünün en üstüne çıkmış, oradan gülerek bana el sallıyordu. ben de onu görünce el salladım ve aşağıya çağırdım. tel örgünün üstünden tokalaşıp sohbet ettik. eski günlerden konuştuk. olduğundan daha yaşlı gösteriyordu. “maçtan sonra buluşalım,” dedim. “tamam culyano. otobüse gelirim, görüşürüz,” dedi. ama maç bittikten sonra otobüsümüze binerken dışarıda göremedim onu. otele de gelmedi. bu, onu son görüşümdü. sonraki zamanlarda metin’in vefat ettiğini öğrendim. maçtan sonra görüşmüş olsaydık onun için bir şeyler yapabilir miydim bilmiyorum ama yine de ona yardımcı olamadığım için çok üzüldüm.
– tatar metin’in yoksulluk içinde vefat ettiğini öğrenince çok üzüldük hocam. ülkenin üst düzey takımlarından birinde forma giyen bir futbolcunun nasıl bu hale geldiğini anlamak mümkün değil.
– genç, güçlü ve paralı olduğu dönemde geleceği düşünmeden hesapsız ve düzensiz yaşamasına alkol bağımlılığı da eklenince sonuç ne yazık ki böyle oldu. yoksa futbolculuğuna diyecek bir şey yoktu. zamanının iyi futbolcularındandı. ama futboldan kazandığı paraları gereği gibi değerlendiremedi.