fenerbahçeli fikret kırcanın maç ile ilgili anısı;
milli takımda 12 kere oynadım. 3 kez kaptanlık yaptım. 1936'dan 1948'e kadar milli maç zaten yoktu. tam 12 sene. milli takımımız 2. dünya savaşından sonra 23 nisan 1948'de ilk maçını yunanistan'la yaptı. takımın çoğu fenerbahçe'dendi. oraya gideceğiz, başladık oynamaya. beşiktaş'tan şükrü, fenerbahçe'den lefter, ahmet erol hatırladıklarım… 7. dakikada ilk golü attım. sonra lefter attı. 2-1 oldu sonra şükrü attı, kazandık. maç atina'daydı. saha da nasıl kötüydü bir görseydiniz, nasıl biliyor musun? çorak. sonra yengiliye doyamamış olacaklar ki bir 3. maç daha istediler. bu kez de yunanlıları istanbul'da yendik. burada da golü lefter atmıştı.
lefter küçükandonyadis bu maçla ilgili olarak kendisine yönetilen "yunanistan'a gol attığınız zaman ne hissettiniz?" sorusunu "ülkeme faydalı olabildiğim için bahtiyarım" şeklinde yanıtlamıştır.
ilk basımı 1993 olan, futbol ve kültürü kitabında yer alan tanıl bora ve necmi erdoğan'ın "dur tarih, vur türkiye: türk milletinin milli sporu olarak futbol"
türkiye'de futbolun tarihi ile türk milli kimliğinin kuruluşunun tarihinin de birbiriyle çakıştığı söylenebilir. 1921'de istanbul'da rumların gözde takımı pera ile türk takımları fenerbahçe ve union club (ıttihatspor) arasında yapılan maçlar "türk-yunan savaşı"na sahne olmuş; rumlar "zito (yaşasın) venizelos" diye bağırırken, türk seyirciler istanbul'da bulunan yunan savaş gemisi kılkış'ın bayrağını yakmışlardır. işgal istanbul'unda türk takımlarının -başta ingilizler olmak üzere- işgal kuvvetleri takımlarıyla yaptıkları maçların, "milli mücadele"nin bir parçasını/sembolünü oluşturduğu; kazanılan başarıların "esir şehrin insanlarında milli bir zafer hissi yarattığı, milli futbol tarihimizin vazgeçilmez hikâyelerindendir. işgal kuvvetlerine karşı oynadığı 50 maçtan 41'ini kazanan ve yalnızca 5 kez yenilen fenerbahçe bu "mücadele"de ve efsanede özel bir yere sahiptir. öyle ki kulüp, 1920 yılında, "müttefik kuvvetlerine karşı düşmanca duygular beslemek" vb. nedenlerle işgal kuvvetlerince kapatılmıştır. işgal altındaki izmir'de ise, kırmızı forma üzerine beyaz bir kuşakla sahaya çıkan idman yurdu kulübü ile mavi beyazlı apollo takımının maçları, iki milletin savaş cephesine paralel bir zeminde karşılaşmasını ifade ediyor; idman yurdu'nun kazandığı "zaferler", "milletçe gururumuzu okşuyor", "moralimizi kuvvetlendiriyordu. istanbul'daki ingiliz işgal kuvvetleri komutanı general harrington'ın 1923'de kendi adına düzenlenen kupayı fenerbahçe'nin kazanmasına çok canı sıkılırken; söke'yi işgal eden italyan kuvvetlerinin komutanı da takımının söke futbol takımına her seferinde yenilmesine öfkeleniyordu.
futbol, "milli mücadele"ye rakibi/düşmanı böylece "kahrederek" katıldıktan sonra; cumhuriyet döneminde, özellikle "yunan'a" karşı "milli zafer"i 'up-date' etmeye (güncelleştirmeye) ve yunan revanşizmine fırsat verilmeyeceği inancını pekiştirmeye 'yaramıştır'. zira futbol yunan milliyetçiliği için de gayet anlamlı bir revanş (intikam) sahasıdır. nitekim türk milli takımı yunan milli takımıyla 1948'de atina'da yaptığı maçtan 3-1 galip ayrılınca "yurtta bayram havası" eserken, yunanlı bir seyirci üzüntüsünden intihar etmiştir. iki ülke takımlarının uluslararası maçlarda karşı karşıya getirilmemesine dikkat edilmesine rağmen, 1967'de fenerbahçe ile aek atina'nın, balkan kupası finalinde karşılaşması, türk ve yunan milliyetçilikleri açısından önemli bir milli hadise olmuştur. ilk iki maçta yenişemeyen takımlar arasında, üstelik araya kıbrıs bunalımının girmesiyle ertelenerek 1968'de istanbul'da yapılan üçüncü maçta revanş arzusu karşılıklı olarak doruktadır. türk basını "kıbrıs'ın hıncının yunan takımından alınacağı" yorumunu yaparken, yunan basınında şunlar yazılmaktadır: "bizans -yani istanbul- iki başlı kartal armasıyla yüzyıllarca dünyaya egemen olmuştu. şimdi, aek kendi kartal armasıyla bizans efsanesine yeni bir sayfa ekleyecek". seyircilerin söylediği "dağ başını duman almış" marşı eşliğinde oynanan maçı fenerbahçe'nin kazanmasıyla revanşı adlandırma şerefini türk milliyetçiliği elde etmiş; maçın adı, "kıbrıs'ın hıncı alındı" olmuştur.
not : ismin yanındaki rakkam o oyuncunun millî takımda kaçıncı oyunu olduğunu gösterir.
12 yıllık bir fasıladan sonra yabancı sahada ilk defa milli forma ile sahaya çıkan takımımız kaptanları cihat dahil büyük bir heyecan içinde idiler. onbir oyuncudan onu ilk uluslar arası maçlarını yapıyorlardı. oyun takımların karşılıklı hücum denemeleri arasında geçerken sağaçık fikret 9. uncu dakikada sürdüğü topu sol bir şutla tamamladı ve ilk golümüzü atmağa muvaffak oldu. bu golden sonra gençlerimizin asapları düzelmiş, buna mukabil yunan takımı hücumlarını arttırmıştır. oyunun ortalarına doğru aradan sıyrılan lefter ikinci golümüzü attı ve devre (2-0) galibiyetimizle bitti.
ikinci devredin 20. nci dakikasına kadar karşılıklı cereyan eden oyunda yunanlılar soliçlerinin ayağı ile yegâne gollerini çıkardılar. oyun yavaş yavaş baskıları altına girerken takımda yapılan değişiklik iyi netice verdi. şükrü takımımızın üçüncü golünü rakip ağlarına taktı. az sonra oyun (3-1) galibiyetimizle bitti.
oyunda cihata fazla iş düşmemiş, murat, bülent, vedii hattı takımın en çok muvaffak olan hattı olmuştur. diğer oyuncular da güzel oyunları ile maçın kazanılmasına amil olmuşlardır.
hakemin idaresi vasattı.
dip not: maç anlatımları 1949 yılına ait olduğundan kitaptaki anlatım aynen buraya aktarılmıştır.
dip not2: kadrolarda bazen 11den fazla futbolcu ya da aynı futbolcunun 2 kere yazıldığını görebilirsiniz. aynı oyuncular maç içinde mevki değiştirdiklerini, 11den fazla oyuncularda oyuna sonradan girdiklerini göstermektedir.
geçmiş yılları geri getiremezsiniz, ama anılarınız hep sizinledir, ister kendi sahanızda ister deplasmanda, rakip sahada oynayın. anılarımda fener'in yaman futbolcusu ve giderek ilahı olan büyükada'lı lefter küçükandoniadis'in hep yeri olmuştur. radyoda muvakkar ekrem talu ya da sulhi garan'ın "naklen" anlatttığı futbollu, gazozlu, leblebili, "çocuk haftası" ve "binbir roman"lı çocukluk günlerimden bugüne, gönlümün bir köşesinde hep yer verdiğim bir "kalo anthropo", benim deyişimle okkalı bir insandır lefter.
anneannemin teyzemle birlikte gittiği halk pazarında bana aldığı ve o günler için büyük yenilik sayılan madeni fb tokalı plastik kemeri takardım kısa pantolonlarıma. plastik kemerler koptu gitti, lefter'li yıllardan lefter'siz yıllara, sarı-lacivert çubuklu formalardan çubuksuzlara, zaman gelip geçti. ama o, aklımızda hep kaldı; top sihirbazı, aynı zamanda efendilik ve vefalılık simgesi olarak.
o, bu topraklarda yaşayan bir bizanslı'dır, bir osmanlı'dır ve gerçek bir türk'tür. yeşil sahaların devini son olarak haziran 1960'ta ankara 19 mayıs stadyumu'nda izlemiştim, türkiye'nin iskoçya ile oynadığı millî maçta. ilk golü metin atmış, sonra da "ordinaryüs" lefter'in iki şık golü gelmiş, genç şenol da skoru tayin etmişti: 4-2 sanıyorum, ilk kez britanya adaları'ndan bir millî takımı yeniyorduk. 18 yaşında bir genç olarak çok mutlanmıştım. lise sonrasında yüksek öğrenim için yurtdışına gittiğimden bir daha onu işbaşında görme olanağım olmadı. kayıplı çıkan benim. sahaya 9 kez de kaptan olarak çıkan lefter'in millî maçlarda attığı toplam 22 gol rekorunu ancak geçen yıllarda hakan şükür kıracaktı. ama futbol tarihimizde istanbullu rum kökenli vatandaşımız lefter küçükandoniadis'in 1948 nisanı'nda yunanistan'la atina'da karşılaşan türkiye millî takımı'nın galibiyet golünü atması kadar anlamlı kaç gol vardır ki?
1925 doğumlu lefter gerçekten yetenekliydi. çok genç yaşta büyükada'da futbol oynarken dikkatleri çekti. abisi beyoğluspor'da oynuyordu. ancak, onu taksim kulübü kaptı. taksim'in birinci takımında oynadığı zaman yaşı henüz 16'ydı. iki yıl boyunca istanbul mahalli liginin en gözde oyuncuları arasında gösterildikten sonra diyarbakır'da tam dört yıl süre ile askerlik görevini yerine getirecekti. şimdilerde çoğunun operet askerliği yaptığı profesyonel futbolcularımızı düşünüyorum da... ama o günlerde askerlik gerçekten uzun sürerdi, çünkü 2. dünya savaşının türkiye üzerine yaklaşan gölgesi silahlı kuvvetlerimizin mümkün olduğunca güçlü tutulmasını zorunlu kılıyordu.
mehmetçik lefter, 1946 yılının aralık ayında terhis olup istanbul'a döndüğünde bu kez onu taksim'den transfer etmek için fenerbahçe kulübü bekliyordu. açık profesyonelliğin olmadığı o günlerin 200 lirasına fenerbahçeli oldu lefter. büyükada'nın ele avuca sığmaz çocuğu 1947'den 1965'e sarı-lacivert formasıyla türk futbolünde gerçek bir efsane olacaktı. leftet yurtdışında futbol elçimiz olarak da dikkatleri çekti. 1951-52'de 20 bin lira karşılığı transfer olduğu italya'nın fiorentina, 1952-53 sezonunda ise fransa'da nice takımında oynadı. ama o büyükada'sız yapamıyordu. yurda döndü ve 1965'e dek yeniden fenerbahçe'yi başarıdan başarıya götürdü. ne çalımlar, ne frikikler, kornerler, ne penaltılar attı; rabbim, şapka çıkartırdı. ah o günlerde bizde tv olsaydı da yıllar sonra, soluk ve çizilmiş siyah-beyaz birkaç film karesi yerine, onu "banttan" izleyebileydik... onu top koştururken görmeyenler şanssızmış, karşısında oynamayanlar ise ne kadar da şanslıymış diye düşünürdük, eminim.
"müdafilerin" korkulu rüyası "ser muhacim" lefter, futbola erken başladı, geç bitirdi. yeşil sahalara veda ettiğinde 38 yaşındaydı. ama nüfus kâğdı 41 yazıyordu. öyle ya, minik ustaya taksim kulübünde lisans çıkarabilmek için yaşını büyütmek zorunda kalmışlardı. fenerbahçe formasıyla 615 maça çıkan ve 18'i ezelî rakip ama dost galatasaray'a, toplam 423 gol atan lefter, gerçekten uzun verimli bir yıldızdı. taraftarın "ver lefter'e yazsın deftere" sloganı boşuna çıkmamıştı. hele üstad bir "ceza alanı"na girmesin, ince bir bilek hareketi, bakmışınız top filede.
ne var ki, bir metin oktay'ın, bir can bartu'nun, bir hakan şükür'ün tersine, lefter, ne futbol oynadığı yıllar ne de eline geçen paralar açısından alın terinin gerçek karşılığını pek alabildi. tıpkı bir başka doğal yetenek beşiktaşlı şükrü gülesin gibi. ii. dünya savaşı sırasında millî maçlar yapılamadı. millî maçların yeniden başladığı dönemde bile, türkiye'nin oynadığı millî maçlar yılda birkaçı geçmiyordu. bereket, lefter 1948 olimpiyatlarfna katılan ve 1954 dünya kupası finallerinde oynayan millî takımımızda yer aldı. genelde yabancı arenalara uzak bu kısır ortama karşın, "ilklerin adamı" lefter, gene de türkiye'de millî formayı 50 kez giyerek "altın şeref madalyası'nı alan ilk futbolcumuz olmayı başaracaktı.
fenerbahçe formasıyla, amatör mahalli liglerin dışında, 2 kez istanbul profesyonel ligi, 3 kez türkiye şampiyonluğu da yaşayan lefter'in "jübile"si yapıldı, ama futboldan kopmadı. önce, yunanistan'da egaleo ve güney afrika'da johannesburg takımlarında oyuncu-antrenörlük yaptı. ardından samsunspor, orduspor, mersin idman yurdu ve boluspor'da teknik direktör olarak sahaya çıktı. son yıllarda spor yazarlığını sürdüren futbol virtüözü lefter, saha dışındaki efendiliğiyle de hep sevildi ve hep sevdi. çapkın mıydı? belki. ama karda yürüdüğünde izini belli etmedi. eşini ve yavrularını hep el üstünde tuttu.
türkiye'nin gelmiş geçmiş en büyük futbolcuları sayıldığında adı ilk sırada gelen lefter, büyükadalılıktan da hiç vazgeçmedi. istanbullu ünlü birçok rum kökenli sporcunun yaptığı gibi, örneğin sofyanidis, kasapoğlu, yunanistan'a göç etmeyi de hiç mi hiç düşünmedi. o, mahallesinden, komşularından, bakkalından, kasabından, manavından, tozlu futbol sahasından, eşeklerinden, faytonlarından, vapurlarından hiç kopmadı. "ohi pedimu!"...kahvede, lokantada dost masalarındaki yerini hiç boşaltmadı. bizdendi, bizlerle kaldı. bizlere ne haç, ne hilal, ne de davud'un yıldızı fark eder, bizler insan'ı severiz çünkü. eskiden olduğu gibi, bugün de aynı evde, adalar belediyesi tarafından adı verilen "fenerbahçeli lefter sokak"ta oturan 77'lik delikanlıya, türk futbolunun ölümsüz oyuncusuna, çocukluğumun kahramanına, gençliğimin gururuna "yassu lefterimu!" diyorum, canı gönülden.
ilk basımı 2004 olan islam çupi'nin "olaylar, sağbekin lahana dolmasını yemesiyle başladı" kitabından;
40 yıl önce 40 yıl sonra
yarın inönü stadı'nda yunanistan'la oynayacağımız özel milli maçın, ne özel bir şamatası var, ne de futbol kamuoyunda özel patlayan bir ilgi şeraresi... milli maçların futbol adına birinci mesele oluşunu kapsayan gün ve takvim yapraklarını artık anlaşılan tarihin sağırlar ve körler reyonuna kapattık.
şimdilerde milli maç denince federasyonu ile antrenör ve futbolcusu ile bir kıymet ve harbiye etmeyen tribün birikintisi ile önümüzde sanki bir kenar mahallenin dekoru cavlayıp duruyor.
* * *
oysa 1948 yılının 23 nisan günü istanbullunun olan istanbul, bugünlere olduğu gibi, üstüne futbol toprağı serpilmiş bir mevta değil, meşin yuvarlak bayramlarının doruktaki keyfini yaşıyordu.
ay-yıldız'ın gergef gibi üstüne geçirildiği bir heyecan günü idi, o tarih.
ikinci dünya savaşı kurşunlarının bittiği, barut sisinin avrupa haritasından yavaş yavaş kalktığı o günlerde, türk milli takımı atina'da yunanistan'la harp sonu ilk maçını oynayacaktı.
o zamanlar onsekizleri ondokuzları sürdüren benim kuşağım için, bu maçın mana ve önemi bir ay öncesinden başlamıştı.
bir kadro tahmin savaşı kaptırmıştık ki, gün boyu mahalle sokak ve kaldırımlarında, civar arsalarda şakıyıp duruyordu.
* * *
muhtemelen takımın kaptanlığını da yapacak olan fenerbahçeli cihat arman kalede rakipsizdi. galatasaray'daki kova osman eskiliği, erdoğan yeniliği vefa'daki abdülkadir istikrarsızlığı, arman'ın klasına ve ustalığına erişecek eldivenler değildi.
bek hattının tehdit edilemez ikilisi aşağı yukarı belli idi. fenerbahçeli murat ve beşiktaşlı vedii...
büyük kavga haf hattında kopacaktı. sağhaf mevkii fenerbahçe'nin şiiri selahattin'le, galatasaray'ın sert ve merkaj amansızı naci arasında "yüzde elli, yüzde elli" bir şansla bölünecekti.
peki santrhaflık dövüşünde ringde kim kalacaktı? genç yaşta saçları seyreldiği için başına bir kadın filesi geçirip oynayan galatasaray'ın defans sigortası bülent bu kavganın en öldürücü yumruğu idi ama, vefalı galip'in ismi de son dakikada tertip bozucu bir ampul olarak yanabilirdi.
bir teknik ve ciğer şaheseri olan vefalı hüseyin ise, solhaflığın tartışmasız tek ismi idi.
hücum hattının sağ ve solunda iki tartışma götürmez dev vardı. fenerbahçeli k. fikret ve beşiktaşlı şükrü.
insayitlerde ise, formlarının doruğunda olan iki fenerbahçeli panldıyordu. erol ve lefter.
santrforluk ise bir emanetçiye verilmişti.
müthiş süratli ve iki ayağını kullanmada gösterdiği beceri ile o dönemin flaşı haline gelen fenerbahçeli suphi menisküs talihsizliği ile hem sarı-lacivert, hem kırmızı-beyaz formadan mahrum olunca eski bir solbek ahmet, her iki ekipte de santrforluğu giyen yeni bir modacı idi.
fenerbahçe'nin fırtına solaçığı halit ise, türk fotbolunun gelmiş geçmiş en büyük talihsiz yıldızı olarak erişilmez şükrü'nün yedeği apoleti ile, bu generaller ordusunun son safında idi.
* * *
1948 yılının 23 nisan günü tüm istanbul kulaklarını radyolarının içine sokmuştu.
türk takımı okunurken o bir aydan beri adeta "kan davası" haline getirdiğimiz tertip artık en büyük manga olarak, beynimizde küt-küt atıyordu. adeta kendi genç yüreğimiz gibi.
cihat - murat, vedii - selahattin (naci), bülent, hüseyin - k. fikret, erol, ahmet (halit), lefter, şükrü.
maçın bitimi sanki bir futbol fiestası idi.
k. fikret, lefter ve şükrü'nün golleri ile 3-1 kazanılan maç, her istanbullunun ellerinde yanan birer meşale olarak gece kentini gündüze çevirmişti.
bir milli takım şarkısı olmuştu, istanbul... bir gün, iki gün belki de bir hafta.
yarın inönü stadı'nda yunanistan'la bir özel milli maç oynayacağız. kimimizin ipi, kimimizin kuşağı.
o kırk yıl önceki büyük coşkunun ampulleri teker teker sönmüş.
istanbul sanki milli takım'ın terk ettiği bir futbol kasabası gibi. neler kaybettiğimizi hiç mi hiç anlamadın, fark etmeden yaşam, futbol topu örneği yuvarlanıp duruyor.
büyükada'da kavurucu bir yaz günü... güneşin altında koşturmaktan iki gözü parlayan yaramaz mı yaramaz, laf anlamaz bir çocuk yine toplamış arkadaşlarını, eski gazetelerin üstüne bez sararak yaptığı avuç içi kadar topu tekmeliyor. birazdan top düşmanı annesine suçüstü yakalanacak ve günlük dayağını yiyecek! akşama bir posta da babasından fırça yiyecek ama o buna da hazır. babası kızmakta haklı; bu küçük yaramaza ayakkabı dayanmıyor! ondan başka dokuz çocuk daha var bakmakla yükümlü olduğu. balıkçılık yaparak on iki kişilik nüfusu geçindirmek hiç de kolay değil. paranın nasıl kazanıldığını bilmiyor ki çocuk aklıyla lefter! ayakkabıları eskimesin diye çıplak ayakla oynuyor, böyle bulmuş dayaktan kurtulmalım yolunu...
ağabeyleri kadar derslerinde başarılı değildi küçük haylaz. okuldan sonra nasıl ederim de top oynarım diye düşünmekten dersleri bile dinleyemez olmuştu. zaten önemi de yoktu, futbolda her geçen gün biraz daha başarılı olmak ona yetiyordu. okuldan aldığı notlardan çok mahallenin büyüklerinin takdiri önemliydi. her akşam annesinin top oynadığı için attığı dayaklardan bitap düştüğünde bile futbollu rüyalara dalıyordu. oysa 2. dünya savaşı yeni başlamıştı, dönemin gençlerine top oynamak haramdı. futbol da neydi ki! şimdi sırası mıydı?
ortaokul sıralarındayken mahallenin ağabeyleri onu elinden tutup büyükada'nın futbol takımma götürdüler. artık bez parçasının değil, meşin yuvarlağın peşinde koşacaktı, bu bile büyük bir lütuftu. her firsat değerlendirilmek içindi, öyle de yapn. büyükada'dan adalar takımına geçti, herkesin takdirini kazandı. ancak iki kişi vardı ki, onları memnun etmek mümkün değildi; annesi ve babası! ancak gün gelip de "altın madalya"yı alırken hak vermişlerdi lefter'e, oğullarıyla gurur duymuşlardı. bu da madalyaların en güzeliydi.
çıplak ayakla top oynadığı günler ona iki ayağım da kusursuz kullanma yeteneğini kazandırmıştı. lefter küçükandonyadis'in methi adalava sığmamış, istanbul'a kadar ulaşmıştı. taksim spor kulübü 1941'de, gol atmadan uyuduğu günü günden saymayan bu gence talip olmuştu. ancak aile engelini aşmak, büyükada'dan istanbul'a yüzerek geçmek kadar zordu. lefter iki yıl boyunca oyunuyla taksim stadı'nda isim yaptı. artık takımı değil, sadece lefter'i izlemeye gelenler bile oluyordu. 1943 yılında askerlik için çağırıldığındaysa uykuları kâbuslarla bölünmeye başlamıştı. ne düşman askerinden, ne de o sıra çıkması an meselesi olan savaştan korkuyordu. onun korkusu iğneyle kazdığı kuyunun askerlik döneminde dolmasıydı. futbola verdiği emeğin boşa gitme ihtimali bile ona ölümden zor geliyordu.
vatan vazifesi için, diyarbakır'a gitti. dört yılın sonunda elinde bir tahta bavulla birliğinden ayrılıyordu ama vatanı için yapması gereken daha çok iş vardı. milli formayla attığı gollerin yankısı, diyarbakır dağlarında attığı mermilerin yankısından çok daha büyük olacaktı... lefter, askerlik yaptığı sürede de futboldan kopmamış, tıpkı çocukluğunda yaptığı gibi arkadaşlarım başına toplamış, her fırsatta topu tekmelemeye devam etmişti. insan varoluş sebebinden nasıl kopabilirdi ki! asker arkadaşlarından kurduğu takımda, bütün gol yükünü çekme pahasına, diğer birliklerin takımlarnıı yıllarca alt etmişti. diyarbakır karması, mersin karması ile maç yapmaya giderken, tanınmasın diye her yerini kapatacak kıyafetler giydirdiler lefter'e. ancak maçta 25 metreden attığı golden sonra herkes pür dikkat bu kısa boylu adama bakıyordu. nüfus cüzdanını istediklerinde, oyunları anlaşılmış, diyarbakır hükmen yenik sayılmıştı. askerlik dönüşü aldığı haberle, uykusuz geçirdiği gecelerine yandı lefter! rüyaları gerçek olmuş, fenerbahçe'den teklif almıştı. türkiye'nin en büyük kulüplerinden biri 23 yaşındaki bu delikanlıya teklifi götürürken, 40 yaşında jübilesini yapana kadar birlikte olacaklarından habersizdi. lefter san lacivert renklere büyük bir aşkla bağlanmıştı. fenerbahçe'de her yeni gün ayrı bir mutluluk demekti. ne derdi annesi: "futboldan kim adam olmuş ki sen de olasın?" haksız da değillerdi hani. küçük oğulları meçhul bir yola sapmış, karanlıkta bir ışık arıyordu. işte bu genç adamın yolunu aydınlatan fenerbahçe olmuştu.
henüz gencecik bir delikanlıyken fenerbahçe idmanına çıktığı ilk gün, antrenman bitiminde kimseye görünmeden kaçıvermişti. ertesi gün yöneticilerin "neden haber vermeden gittin?" diye sormaları üzerine, "yıllarca hayallerini kurduğum ağabeylerimle yan yana antrenman yaptım. çok heyecanlandım. sonra onlarla aynı yerde soyunmaktan utandım" diye yanıt vermişti. fenerbahçe'de yıllarını geçirmesine rağmen bu saygısından hiçbir şey eksiltmedi ama kendisinin önünde saygıyla eğilenlerin arasına her gün bir yenisi eklendi. bunlardan biri de birlikte forma giydiği bir başka efsane can bartu'dur. sinyor onu "tek başına bir takımdı. iyi oynadığı zaman hiçbir rakip onu durduramazdı. frikikleri, penaltıları engellenemezdi. rakiple dalga geçerdi" diye anlatıyor ve ekliyor: "türkiye'nin gelmiş geçmiş en büyük futbolcusu hiç tereddütsüz lefter'tir."
sarı-lacivert çubuklu forma onu kısa süre sonra milli takıma çıkartmıştı. hep yükseğe, daha yükseğe çıkıyordu lefter. yunanistan'la 1948'de oynanacak maç için ilk defa ay-yıldızlı formayı giydiğinde, komşuyla siyasi gerginlik had safhadaydı. milli maça bin bir türlü anlam yüklenmişti. lefter milyonların kalp çarpıntısını içinde hissediyordu. bir millet, bütün ümidini 11 kişiye bağlamıştı, nasıl olur da heyecanlanmaz, iliklerinin donduğunu hissetmezdi.
atina'ya giderken etrafını çeviren gazeteciler ve meraklı kalabalık tek bir soru soruyordu: "maçın sonucu ne olur?" lefter'in cevabı ise herkesi güldürmeye yetmişti: "türk milli takımı 3-1 galip gelecek, golleri fikret, şükrü ve ben atacağım." anlam veremediği bir his söyletmişti bunu. söylediğine öylesine alışürırıştı ki kendini, maça adeta alınmış gözüyle bakıyordu. maça çıkmadan lefter'i dinleme fırsatı bulanlar ağızlan açık izlemişlerdi maçı. 90 dakika bittiği zaman skor 3-1, goller ise fikret, şükrü ve lefter imzalıydı! maç boyunca rum annesinden dolayı yunanlılardan yediği küfürler, onu durdurmak isteyen rakiplerinin savurduğu tekmeler, hiçbiri mutluluğunun önüne geçemezdi. çocukluğunda oynamak için her gece ağladığı futbol, artık mesleği olmuştu. daha ne isterdi ki?
lefter'in takım arkadaşı necdet çoruh dostunu anlata anlata bitiremiyor: "maçlarda şeref, can top isterlerdi, ben lefter'e verirdim. çünkü paslarım lefter'in ayağında kıymetlenirdi. 'ben istediğim zaman topu bana ver ama yerden ver' derdi. markajda olsa dahi topu ister ve adrese teslim ederdi." bir an vardır ki necdet çoruh da maçı tribünden izleyenler de unutamaz. sezon 1956-57, rakip galatasaray, stat mithatpaşa'dır: "galatasaraylı kamil'in görevi lefter'i oynatmamaktı. lefter topu istedi, ben de verdim. topun üstüne koştu, kamil'i önüne aldı. coşkun özarı da kamil'e yardım etmek için geldi. lefter bu sefer coşkun özan'nın üstüne doğru koştu. bir kamil'e, bir coşkun'a doğru yöneldi, iyice yaklaştılar. aralarında kalınca da topu bir çekti ki ikisi de ne olduğunu anlayamadılar. lefter kaleciyle karşı karşıya kaldığında birbirlerine sarılmış vaziyetteydiler! stat ayağa kalkmıştı. kamil'in futbol hayati o maçta bitti. coşkun özarı da sezon bitiminde futbolu bıraktı."
bir yandan milli takımın vazgeçilmezi, bir yandan fenerbahçe taraftarının sevgilisi... durmaksızın yükselen lefter'in bir sonraki hamlesi ne olacaktı? ne kaldı ki geriye? bir gün kendini italya'da bulduğunda yanıt kendiliğinden ortaya çıkmıştı: avrupa. bir zamanlar adalardan taşan lefter ismi, istanbul'a da sığmamış, avrupa'ya kadar varmıştı. bu türkiye için bir ilkti. italya'nın fiorentina takımına transferi gerçekleştiğinde, italyanlar lefter'in yapacaklarından bihaberdi. lefter, italya yolculuğuna çıkarken evlenmiş, mutlu bir yuva kurmuştu.
yıl 1951, torino'da ev sahibi juventus ile fiorentina lig maçı yapıyorlar. juventus defansında dinamik, sert, heybetli bir adam var: carlo parola. italyan futbolunun gelmiş geçmiş en iyi defans adamlarından biri bu parola. fiorentina'run sol içi, sahada parola'yı kepaze ediyor. topu her alışında parola'nın sağından solundan geçeceği yerde üstüne üstüne gidiyor. yatırıyor efsane adamı, öyle geçiyor. taraftarlar tek bir ses bağırmaya başlıyorlar: "turko! turko!" maçı izleyen eski fenerbahçeli yönetici rüştü dağlaroğlu, maçtan sonra bu küçük devin boynuna sarılıp ağlarken, lefter annesinden yediği dayakların sadece şu sahne için bile değeceğini düşünüyor...
aynı yıl son üç maça kadar yenilmeyen inter'le oynuyor fiorentina. maç 5-0'lık skorla bitiyor, fiorentina galip! lefter'in iki golü var inter kalesine, kalan üç golün asisti de yine ona ait hemen o akşam üç gün sonra oynanacak milli maç için seçilmiş italya'nın kadrosu değişiyor. ınter'li lorenzi çıkıyor, fiorentina'nın golcüsü pandolfini giriyor milli takıma. ertesi sabah bu değişikliği yapan vittorio pozzo açıklamasını şöyle yapıyor: "keşke takıma pandolfini ile birlikte şu turko'yu, avuç içinde bile rakibini çalımlayan sihirbazı da alabilsem!" her şey çok güzeldi de, bir de vatan hasreti olmasa. işte o hasret böylesine bir başan kazanan letfer'i tası tarağı toplattırdığı gibi türkiye'ye getirdi. istanbul'da onu bekleyen ikinci bir teklif olduğunu bilmeden, elinde iki torba altınla düştü yollara. büyükada'nın tamamını alacak kadar para kazanmıştı, çocukken yediği dayaklara inat! daha türkiye'ye doymadan fransa yolculuğuna çıktı. bir sene de nice'de oynadı. 1952 senesi; avrupa kupası maçında nice - kızılyıldız maçı. lefter yapacağım yapıyor ve müthiş bir vole ile topu ağlara gönderiyor. kızılyıldız'ın kalesinde 1950'ler avrupa'sının en büyük kalecisi beara var. golden sonra tribündekilerin anlam veremediği bir şey oluyor. beara golü atan kısa boylu futbolcuya doğru koşuyor. gol atan futbolcu şaşkın, biraz da korkarak bekliyor. beara, kucaklayıp alnından öptüğündeyse dünyalar lefter'in oluyor. ve bütün bu anıları sırtlanarak yine düşüyor yollara, 1953'te tekrar yurduna dönüyor.
artık ne para, şöhret, istediği tek bir şey var: fenerbahçe forması giydiği günlere geri dönmek. artık onu biç bir kuvvet istanbul'dan ayıramazdı. aile hayatı vardı artık, iki kız çocuğu olmuştu. zaman ilerliyor, her şey değişiyor, bir lefter inatla direniyordu! çıktığı maçların, attığı gollerin sayısı artıyordu sadece... 50 defa ay-yıldızlı formayı giymiş, 12 defa kaptanlık bandını takmış, 32 de gol atmış, verdiği bütün sözleri tutmuştu lefter. mısır milli maçına giderken devrin başbakanı adnan menderes "mısır maçını muhakkak kazanmalıyız" demişti iki ülke arasındaki siyasi gerginliğin acısı çıkarılmalıydı. maç bittiğinde skor 4-0'dı, üç gol de lefter imzalıydı.
görmezden gelinemeyen bu cevher, yanında sönük kalan başka bir cevherle ödüllendirildi. 50. milli maçından sonra boynuna "altın madalya"yı takmışlardı. heyecandan zorlanarak duygularını şöyle anlatıyordu: "bu madalyada etrafımı çeviren her yaştan insanın yüzlerini görür gibiyim. kulaklarımı sağır edercesine yapılan tezahüratları işitir gibiyim. işte, bir ömrün bütün acı tatlı hatıraları bu küçücük madalyada. futbolu bırakmaya karar verdiğim şu anlarda, beni senelerce el üstünde tutan sporseverlere minnet borcum o kadar büyük ki elime tutuşturulan bu madalyayı binlerce parçaya bölüp, onlara dağıtmak ve 'işte bu hepimizin hakkı, hep beraber çalıştık ve başarıya ulaştık' demeyi çok isterdim. onları hiçbir zaman unutmayacağım."
galatasaray efsanesi metin oktay, onun yeşil sahalardaki son yıllarında şöyle demişti: "lefter 40 yaşına gelmesine rağmen, benim için hâlâ büyük bir kıymettir. onunla bir takımda oynamam mümkün olsa, bir sezonda 50 gol atmam işten bile değil. lefter'in futboldaki ustalığı onun yanında oynayacak golcü bir forvet için bu büyük bir avantaj. lefter'de daha çok iş var. bunu böyle bilmeli ve kıymetini de ona göre biçmeliyiz."
zaman zaman artık devri geçti ve "lefter yaşlandı, futbolu bıraksın" diyenler çıkmıştı. fakat her seferinde o, bu şekilde konuşanları mahcup etmişti. fenerbahçe, astronomik rakamlarla peş peşe transferler yapmış ve kadrosunu genişletmişti. fakat fenerbahçe için sembolleşmiş bir isim olan lefter, kendisini tutanları hiç de mahcup etmeye niyetli görünmüyor, ışık saçan gözleri ve zamana meydan okuyan fiziğiyle yaşlılık eleştirilerine yanıt veriyordu: "büyük konuşmak hiç âdetim değildir. futbol bir azim işi olduğuna göre, azmedenlerin ve hak edenlerin san lacivert formayı giymeleri haklarıdır. ben azimliyim ve bu sene yine takımda yer alacağım. belki her maçta mutlaka oynamam ancak önemli olan fenerbahçe'nin kazanmasıdır. formasını her zaman severek taşıdığım takımıma yine faydalı olmak için oynayacağım."
fenerbahçe'nin tribünlerinin vazgeçilmezi manol bağırmıştı ilk defa "ordinaryüs" diye lefter'e, bu lakabın onun peşini hiçbir zaman bırakmayacağını bilmeden. oynadığı son sezonda bile tribünlerden tekbir ses yükseliyordu: "ver lefter'e, yaz deftere!" galatasaray'ın unutulmaz kalecisi turgay şeren " lefter karşıma geldiğinde ürkerdim, titrerdim, bütün takım arkadaşlarım onu engellemek için tekmeler savursa da o ne yapar eder yine karşıma dikilirdi" diyerek onu anlatıyor.
aynı takımda oynadığı arkadaşları bir bir futbolu bırakmış, lefter ise ilk günkü heyecanıyla aşkından vazgeçmemişti. hırsından bir şey eksilmemişti ama artık veda vakti gelmişti. oysa dün gibiydi, bezden topun peşinde koşuşturup annesinden yediği dayaklar. bir ilk daha gerçekleşecekti bu vedayla, türkiye'de ilk defa bir futbolcuya jübile düzenlenecekti. 3 haziran 1964 günü fenerbahçe-beşiktaş arasında oynanan ve 1-1 biten maçta sadece fenerbahçe taraftarının değil, maçı izleyen herkesin yüreğine koca bir taş oturmuştu; bu lefter'in veda maçıydı. ağlayan sadece lefter değildi ki, daha o günden özlemişti taraftarlar onun futbolunu.
jübilesini yaptıktan sonra yeni bir maceraya atıldı lefter, teknik direktörlüğe başladı. yunanistan'ın egaleo, güney afrika'nın johannesburg takımlarından sonra samsunspor, orduspor, mersin idman yurdu ve boluspor derken bu sevdadan vazgeçti. olmadı, teknik direktörlüğü futbolculu ğunun yanında sönük kaldı. şehir şehir dolaştı, kendisini aradı, bulamadı. çünkü başka kimse lefter olamazdı!
efsanenin bir başka tanığı gazeteci onur belge şöyle anlatıyor lefter'i: "lefter ağabey futboldaki bütün görevlerini bitirdikten sonra arkadaşlarıyla büyükada'da nostalji maçları yapmaya başladı. o istanbul'dan dönerken, biz çocuklar denize atlar, ayakkabılarını taşımak için yarışırdık. beni takıma alması da böyle olmuştu. bir gün yine maç yapıyoruz, 6-2 öndeyiz. lefter ağabey vapura yetişmek için maç yarım bıraktı. o takımdan çıktığı anda bir gol yedik ardından bir gol daha. maç bittiğinde skor 7-6'ydı. çünkü lefter ağabey bizi kurtarmak için geri dönmüş, vapuru kaçırmıştı. alt tarafı kendi aramızda yaptığımız bir maçtı ancak onu bile kaybetmek istemezdi. arkasında gözü varmış gibi oynardı, rakip ne yapacağını anlayamazdı. onu izleyenlerin şimdiki futbolcuları beğenmelerini istemek hata."
fenerbahçe de sarı-lacivert çubuklu formaya anlam kazandıran bu futbolcusunu, kadıköy'e diktiği heykeliyle ölümsüzleştirirken, şimdilerde büyükada'da yine arkadaşlarını etrafına topluyor lefter. bu sefer takımı kurmak, kaleyi seçmek için değil, geçen günlerin anısını taze tutmak için. oysa anılar hep taze kalacak. türkiye ilk defa yurt dışında kendisini gururlandıran bu efsaneyi 832 golünden önce mütevazi ve çekingen haliyle hatırlayacak. belki futbol başka profesörler yetiştirecek ama başka ordinaryüs gelmeyecek!
9 ekim 1963 tarihli milliyette çıkan ve f.bahçeli lefter'in anısına hazırlanan spor ilavesinde fikret kırcan'ın bu maç ve lefter'le ilgili anısı;
lefter ay–yıldızlı formayı daima şerefle taşımıştır. 23 nisan 1948 yılında yunanistan ile atinada yaptığımız ve 3-1 kanadığımız ilk milli maçımızda ikinci golü atan lefter’di. tribünleri dolduran binlerce yunanlının ağır hakaretine mâruz kalmıştı. yanına sokulduğum zaman gözlerinin dolduğunu gördüm. üzülme dedim, daha böyle çok hakarete de uğrayacak ve alkış da toplayacaksın. bir futbolcu bunlara alışmalıdır.
türk - yunan ilişkileri doğduğumdan beri spor yaşamım dahil kendine özgü ilginç bir kıskanç rekabet ivmesi geliştirdi. hiçbir zaman iki ülke tavırlarını hoş görülü objektif bir karşılaştırma ile yorumlayamadı. büyükbabam 1914 - 1918 savaşı sonrası istanbul'un işgalinde beyoğlu'nda yunan kökenli dükkancıların nasıl yerlere kadar bayraklarını astıklarını, elinizle yol açmak için yaptığınız hareketlerin bile "bayrağa hakaret" tepkisi gördüğünü anlatır, bize de "sakın ha mavi - beyaz çizgili gömlek giymeyin" derdi.
ben aynı şekilde 1970'lerde gümülcine'den geçerken 10 - 12 yaşında top oynayan çocuklarla sohbet ettiğimde nasıl galatasaray'ı, fenerbahçe'yi, beşiktaş'ı merak ettiklerini, hiç seyretmediklerini, neden bu kadar yakınken takımların sık sık gelmediklerini sordular. her biri de bu görmedikleri takımların formaları ile koşuyor, yanı sıra yunan liglerini de taraf tutarak kovalıyorlardı. tıpkı istanbul'daki rumlar gibi. galatasaray bir kez nasılsa selanik'te benim de katıldığım üç veya dört maç oynadı. 1955 - 60'lı yıllardı. bastırılmış bir özlem patlaması yaşadık. sonuç mühim değil. yenilmedik ama, çok tekme yedik. son maçta oynadığımız top "herhalde yarım porsiyondu."
ama bu maçların en ilginci 24 nisan 1948'de atina'da milli maçta gerçekleşti. 1937'den beri 11 yıl yunanlılar'la oynamamıştık. lefter o gün öyle bir futbol sergiledi ki... bir gol attı, şükrü ve k.fikret'e de "al at" der gibi iki golün pasını verdi. bu başarısının altında yunan milli sağbeki moratis'in beceriksizce yediği çalımlar yatıyordu. lefter ayrıca kaleci lavinyas'ı da çalımladı. nitekim moratis öyle dağıldı ki, golden sonra lefter'i santraya kadar dövmek için kovaladı. olay orada bitmedi. meşhur atina'ya hakim akropolis mabetinden bir yunanlı, yenilgiye dayanamayıp atlayarak intihar etti.
cihat arman'ı bir de takım arkadaşı halit deringör 'den dinleyelim.
' 'cihat benim kaptanımdı. adı üstünde ''kaptan'' lığa layık bir sporcuydu. bir bakışı yeterdi, fazla konuşmazdı, herkesle arasına bir mesafe koyardı. cihat 'ın döneminde avrupa, ikinci dünya savaşı'nın acı günlerini yaşadığı için fazla milli maç yapılmadı. cihat ilk kez atina'da milli takım kaptanlığı yaptı.23 nisan 1948 deki maçı yunan halkının önünde 3-1 kazanmıştık. yunanlıların 2 gol atan lefter 'e küfürler yağdırdığı bu maçta cihat yine harikalar yaratmıştı. cihat arman, beşiktaşlı şükrü gülesin ve gençlerbirliği futbolcusu hasan polat ile birlikte avrupa karmasına davet edilmiş, ancak savaş nedeniyle maç yapılamamıştı. 1941 yılında ingilizlerin ortaşark takımı ile yaptığımız maçı anımsıyorum.yine unutulmaz kurtarışlar yapan cihat'ı hakem maçı durdurarak diğer ingiliz futbolcularla birlikte kalesinde kutlamışlardı. cihat unutulmaz bir kaleci, unutulmaz bir kaptan ve anlatılmayacak kadar disiplinli bir kişiliğe sahipti. bugün kaptanlıkların kimlere kaldığını gördükçe kaptanımı anıyorum.''