1998, klişe tabirle yazdan kalma bir gün. nefis bir istanbul akşamı, pırıl pırıl, rengarenk. fenerbahçe stadına (henüz saracoğlu olmamış) iki arkadaşımla gidiyorum (birisi galatasaraylı bir trabzonsporlu), basın tribününe giriyoruz. rengimizi belli etmeden, bir köşede oturuyoruz. takım sezona iyi başlamış, basbayağı iddialı hissediyorum kendimi. hevesim yüksek. nitekim takım santrayla beraber iyi başlıyor, soldan şık bir bindirme yapıyoruz. meğer olup olacağı oymuş. fener iyi işliyor, yükleniyor, çabuk goller buluyor. bizde bir hayat belirtisi yok. yanımdaki arkadaşlarım çok da kırmamaya çalışarak "bu muymuş o kadar güvendiğin takımın" yollu nazarlar atıyorlar. metin diyadin ve erkan sözeri fener'e geçmişler, onların sarı-lacivert hali de içimi buruyor. metin gol de atıyor hatta, gol attıktan sonra da herhangi bir burukluk belirtisi göstermiyor. erkan ikinci yarının ortalarında hemen önümüzde zamanlama hatasıyla galiba ümit karan'ın ayağına dalıp kırmızı görüyor, başı önde çıkıp gidiyor. etrafta bir iki fenerli "eski takımı ya..." gibi imalı laflar ediyorlar, sanki mahsus kırmızı görmüş gibi. tadı erkenden kaçmış, varlık gösterilememiş, boktan bir maç anısı.