yaşam ile kırklı yılların ortasına doğru ankara'da, tren garının yanında, lojman olarak kullanılan sıra evlerde tanıştım. sıralanmış onaltı tane evden oluşan mahallemizde her çatı altında iki aile olmak üzere toplam 32 demiryolcu ailesi barınmaktaydı. evlerimiz istanbul yönüne giden demiryoluna koşuttu. tren yolu yönünde kalan bölüme arka taraf, diğer yöne de ön taraf denirdi. ön taraf uçsuz bucaksız bir tarla idi ve bir bölümüne evlerde oturanlarca sırık fasulyesi, kabak, patlıcan, domates, ay çiçeği ve hıyar ekilirdi. tarlada savaş nedeniyle kazılmış sığınaklar da vardı. sığınakların bir bölümünün üzeri toprakla kaplı, diğerlerinin açık idi. genelde çevreden geçenlerin tuvalet gereksinimlerine yanıt verdiklerinden leş gibi kokarlardı. mahallenin bebeleri saklambaç oynarken sığınaklara girdiklerinde burunlarının direği kırılırdı. tarlanın diğer bölümünde zaman zaman lastik bir top, bazen de iyice sıkıştırılmış, topaklaştırılmış ve de bir sicimle sıkıca bağlanmış gazete kağıtlarından üretilmiş yapay bir top peşinde koşturur dururduk. benim en yakın arkadaşım benden bir yaş büyük olan gürel'di. gürel'in her tür spora yeteneği vardı. çok güzel futbol oynardı, o kadar ki mahallenin ağabeyleri kendi aralarında maç yaparken bir kişi eksik kalırlarsa gürel'i takımlardan birine alırlar, ardından da pişman olurlardı. gürel o küçücük bedeniyle tüm ağabeyleri çalımlar, başlarını döndürürdü. gürel fenerbahçeliydi. fenerbahçeli olmam için birinci etken gürel. gürel'in yüzünden mahallenin diğer bebeleri, benim yaşıtlarım aykut, temel, erdal, engin, halis, küçük yalçın hepimiz fenerbahçeliydik. gürel bir nedenle aykut'un büyüğü ayla abla'ya küstü, ben de küstüm. büyüklerden gürel'in ağabeyi erol ağabey ile büyük yalçın ve günay beşiktaş'ı tutuyorlardı. mahallede galatasaraylı anımsamıyorum. diğer gençler, mahallenin maskotu vahit ağabey ve kardeşleri yılmaz ile yıldırım, seyrekbasan semih ağabey, beni bisikletiyle gezdiren selçuk ağabey, alman bedia hanım teyzenin oğlu enis ağabey, neredeyse tüm ablaların gönlünü çalan yakışıklı ayhan ağabey ve de sermet ağabeyim, tümü fenerbahçeli idiler. gürel'in sonradan iki erkek kardeşi oldu. ilk kardeş adil ailede denge kurulsun diye galatasaray'ı tuttu. ikinci kardeş aydın her bakımdan gürel'in kopyası oldu çıktı. o da sarı lacivert renklere gönül verdi. başlangıçta hiç ciddiye almayıp sürekli çocuk muamelesi yaptığımız aydın, ağabeyi gürel gibi sporun her dalında başarılı oldu. soyadlarını söyleyince aydın'ı hemen tanıyacaksınız: örs. evet basketbol milli takımımızın eski, fenerbahçe'nin günümüzdeki koçu aydın örs neredeyse elimize doğdu.
hepimiz fenerli idik ya, mahallede top uynarken fenerli futbolcularmışız gibi birbirimize seslenirdik. gürel önceleri melih kotanca (aynı anda milli bir atlet olan ünlü santrforumuz) idi, sonradan lefter'likte karar kıldı. kaptanımızdı. aykut donanma kamil'liği, temel küçük fikret'liği, erdal lawton suphi'liği (ural - o da milli atlet), halis de ahmet erol'luğu benimsediler. ben takımın kalecisi olduğumdan uçankale cihat arman'ı kendime örnek seçtim. gün boyu tarlada, ya da arka tarafta maç yapıp akşam eve elim yüzüm toprağa bulanmış, dizlerim yara bere içinde dönünce "yine kendini yerden yere attın değil mi?" diyen annemden sopa yerdim. evde fenerbahçeli ağabeyim vardı. birlikte radyodan maç dinlerdik. ilk yıllar fenerbahçe maçlarına beni hep ağabeyim taşıdı. ablam futbolla pek ilgilenmez, ancak tuttuğu takım sorulunca "fenerliyim" diye yanıtlardı. o yıllar yayınlanan özfenerbahçe, sarı lacivert ve fener dergileri bizim evden eksik olmazdı. diyebilirim ki okumayı öğrendikten sonra ilk okuduğum dergiler onlar oldu. fenerbahçeli olmam için ikinci etken ağabeyim.
sanırım ilkokul ikinci sınıftan üçüncü sınıfa geçtiğim yıl, süeda halamın oğlu muvaffak ağabeyim istanbul'dan bizlere konuk geldi. bana armağan olarak o yıl şampiyon olan fenerbahçe anısına yayınlanan "şampiyon kanaryalar" albümünü getirdi. albümün içinde futbolcularımızın yaşam öyküleri, renkli resimleri, tüm maçlarımızdan ayrıntılar, gollerimizin fotoğrafları ve takımımız ile ilgili anekdotlar vardı. tüm bir yaz albümü elimden düşürmedim. içindeki yazıları ezberledim. 1947-48 sezonunda şampiyon olan takımımızı yedekleri ile birlikte, bu gün bile bir çırpıda sayabilirim: cihat arman (kaptan) - murat alyüz, ahmet erol - selahattin torkal, kamil ekin, samim var - fikret kırcan, erol keskin, suphi ural, lefter küçükandoniadis, halit deringör. yedekler erdal kocaçimen, hüsnü terzioğlu (kaleciler), hilmi ardağ (bek), halil özyazıcı (haf). müjdat yetkiner (her yerde oynar), bülent varol (forvet). muvaffak ağabeyimin ballandıra ballandıra anlattığı maç öykülerini zevkle dinledim. zaten kendisi de fenerbahçe genç takımında kalecilik yapmış. beni derinden etkiledi. fenerbahçeli olmam için üçüncü etken muvaffak ağabeyim.
muvaffak ağabeyimi 1998 de yitirdik. kızkardeşi perran ablam da 2002 de yaşama veda etti. halasının cenazesi için izmir'den istanbul'a gelen muvaffak ağabeyimin oğlu murat bende kaldı. çocukluğundan beri pek görmemiştim murat'ı. askıdaki fenerbahçe şapka ve kaşkollerinin bolluğunu görünce "bakıyorum ersin ağabey, sen de fenerbahçelisin, ne kadar sevindim!" dedi. kendisine "kadıköylü, saint-josephli ve de muvaffak ağabeyin kuzeni olarak başka bir seçeneğim zaten olamazdı!" dedim. bir kez daha boynuma sarıldı. gözleri buğulanmıştı.
not: anıda geçen fenerbahçenin 47-48 sezonundaki son lig maçına yazdım.