gürel yurttaş’ın haziran 1995 basımlı “kartal’ın pençesi” adlı kitabından;
galatasaray’da ise her şeyin bittiğinin sanıldığı, derwall’in gitmeye hazırlandığı anda bayram vardı. antalyaspor’u 3-1 yenmişler ve son haftaya bir puan önde girmişlerdi. istifası istenen derwall bu kez omuzlardaydı. baştacı edilmişti.
beşiktaş son maçında bursaspor’u deplasmanda 2-0 yendi. ama artık iş isten geçmiş, galatasaray, zalad’ın son derece hatalı goller yediği karşılaşmada eskişehirspor’u 2-1’le geçmiş ve şampiyonluk turunu atmıştı bile…
ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
sondan bir önceki maçımızı antalya'da, kızgın güneşin altında oynadık. bu zor bir görev değildi, ama, beşiktaş'ın her hangi bir zaman, her hangi bir yerde berabere kalması ya da mağlup olması halinde, bu maçta yapılacak en küçük bir hata bizim için kötü sonuçlar doğurabilirdi.
antalya'da yaşanan gerilimin daha büyüğü olamazdı. sahaya girdiğimde "high noon" filmini hatırladım; bu filmde garry cooper, öğlenin 12.00'sinde, en üst noktaya ulaşmış güneşin altında rakibiyle düello yapmak zorunda kalıyordu. hani o öğle sıcağındaki meşhur sahne...
beşiktaş da istanbul'da, denizlispor karşısında oynayacaktı. bu, istanbul'da kimsenin başını ağrıtmayacak bir işti, hele beşiktaş'ın hiç.
neyse ki biz de antalya'da iki puan alarak eve dönmekte zorluk çekmedik. birkaç dakika geçmeden ilk golü atmıştık. daha sonra oyuna hâkim olarak, kısa bir süre önce küme düşmesi kesinleşmiş olan ve kızgın sıcakta kendini savunacak gücü gösteremeyen rakibimiz karşısında 3-1 galip geldik.
takımımız verdiği sözü unutmamıştı; hani, maçlara bir şampiyon gibi hakimiyet duygusu içinde çıkıp, ligi üst sıralarda bitireceği konusunda kendisine güvenil-meye değer bir takım olduğunu kanıtlama yolunda verdiği sözü...
antalya maçında aklımı en çok karıştıran da, yedek kulübesinde yanımda radyodan ve mini televizyonlardan beşiktaş-denizlispor maçını izleyen oyuncuların ve diğer takım görevlilerinin bitmek bilmez yorumlarıydı. denizlispor kendini şiddetle savunduğu ve bir adım bile gerilemediği bu dramatik maçta durum hâlâ 1-0 beşiktaş'ın lehineydi.
maçın spikeri beşiktaş'ın ceza sahasına yakın bir yerde, beşiktaş aleyhine bir serbest atış verildiğini bildirdiğinde, istanbul'daki maçın bitmesine birkaç dakika kalmıştı.
benim aklım hâlâ son maçtaydı ve gerek beşiktaş'ın gerekse galatasaray'ın kaderinin sezonun son maçında belirleneceğinin farkındaydım.
ve o anda olan oldu. sanki tek bir ağızdan çıkarıyormuş gibi tüm antalya stadı "gol, gol, goool !" sesleriyle inledi. bu, o an pek çok galatasaray taraftarını mutluluktan uçuran bir özgürlük çığlığı gibiydi.
sanki yer sarsılıyordu. havalandığımı hissettim; sevinç içinde tezahürat yapıyor, bana sarılıyor, kucaklıyor ve beni öpüyorlardı. ayaklarımın altında zemini hissedemez olmuştum; yedek oyuncularımızın omuzlarındaydım.
denizlispor sonunda başarmıştı. serbest atışta top gerçekten de beşiktaş kalecisi jurkoviç'in koruduğu ağlarla kucaklaşmıştı.
bizim maçın bitiş düdüğünün de bir dakika sonra çalması bir şanstı. sansasyon muhteşem oldu. işte, futbol böyleydi.
hayallerimizden bizi ayıran tek bir maç kalmıştı. buna inanamıyordum.
taraftarlar, oyuncular ve kulübümüzün görevlileri yeni türkiye futbol ligi şampiyonu'nu kutlamaya başlamışlardı bile. bense temkinli davranmaya çalışıyordum. kimse anlayamıyordu bu tavrımı.
şimdi her şey beklenmedik bir hediye gibi geri gelmiş de olsa, ben hâlâ, 20 dakikalık bir dikkatsizlik yüzünden her şeyi kaybetmiş olduğumuz rizespor olayının etkisi altındaydım.
türk dostlarımın gösterdiği gibi tepki göstermek, bir başka anlayış, yaşantı ve yaşam sevinci meselesiydi. oysa korkulu rakiplerimizden eskişehirspor karşısında yapacağımız bir maç daha vardı ve önce bu maçı kazanmalıydık.
thy uçağında istanbul'a giderken kaptanın bize ulaştırdığı haber beni huzursuz etti. kaptan, istanbul'da havaalanında bizi kutlamak, kucaklamak ve sevinçlerini paylaşmak için 20 bin kadar taraftarımızın beklediğini söylüyordu.
olup biteni aklım almıyordu. çünkü, bu dramatik sezonun son bölümü olarak en son maç da oynanmadığı sürece şampiyonluk hâlâ ortadaydı.
şöyle bir çevreme baktım. gayet anlaşılır bir şey olan bu erken sevinç gösterisi içinde, çok da fazla coşkuya kapılmayan bir tek ben vardım. bu tür taşkınlıkların oyuncuların kafasında yer edeceğini ve onları yaşamın gerçeklerinden uzaklaştıracağını düşünüyordum. bir sezonun ve bir şampiyonanın içinde en son maçın da bulunduğunu unutmamak gerekirdi.
havaalanında durum tahmin ettiğimden de kötüydü. polis bizi zarar görmeden otobüsümüze ulaştırmak ve florya'ya, kulüp binamıza doğru yola çıkarabilmek için elinden geleni yapıyordu. ancak, o akşam bize inanılmaz bir karşılama hazırlayan insanların mutluluğu karşısında onlar bile çaresiz kalmıştı.
tesislerimize kadar olan 3-4 km'lik yolu otobüsümüz ancak adım adım katedebildi.
bayraklar, mendiller, atkılar ve meşalelerden oluşan bir denizde batma tehlikesi içindeydik.
kulüp arazisi de binlerce kişiyle tıka basa doluydu. şarkılar söyleniyor, tezahürat yapılıyordu. galatasaray'a ait olan o günün sabahına kadar, gece boyunca, her yan taraftarların sloganlarıyla çınlıyordu.
o hafta günlerce bu atmosferin esiri olduk ve özellikle biz antrenörler için, oyuncular ve taraftarları son maçın birkaç gün içinde yapılacağına ve her şeyin ancak o zaman kesinleşeceğine ikna etmek zor oldu.
galatasaray'la geçirdiğim yıllar içindeki en kötü haftaydı.
şampiyonluğa bu kadar yaklaşmışken, mevcut durumun ve kendi gücümüzün en ufak bir şekilde abartılması ya da rakibimizin küçümsenmesi, sezon sonunda yine elimizin boş kalmasına neden olabilecekti.
aslında 30 mayıs 1987 günü antalya atatürk stadını dolduran kimse takımlarının şampiyonluk yolunda dev bir adım atacağını düşünmüyordu. genel kanıya göre beşiktaş çoktan işi bitirmişti. ne var ki karşılaşmanın son dakikalarında yaşanan bir sakatlık sırasında galatasaraylı arif kocabıyık topu eline aldığında seyirciler ayaklandı, çığlıklar atmaya, tezahürat yapmaya başladı. arif şaşkındı, ne olduğunu anlamamıştı. merakla saha kenarındaki muhabirlere sordu. yanıt: "denizli, beşiktaş'a gol attı. 1-1." artık arif de coşkuyla bağıranlar arasına katılmıştı. o anda, bir hafta sonra 14 yıllık bekleyişi bitirip şampiyon olacaklarını anlamıştı.
bir futbol klişesi, aynı zamanda kulaktan hiçbir zaman çıkartılmayacak bir küpenin öyküsü bu, "şampiyonluk kasımda değil, mayısta belli olur" sözünün... ya da luis aragones'in dediği gibi "mayısta görüşürüz" meydan okumasının. ligin ilk yarısında dağıtılan rollerden "esas çocuk"u kapıp, soluksuzca ligi forse eden takımın son ayda kalesini kaybettiği çok fazla yaşanmaz gerçi ama tarih bunun aksi sezonlarını da yazmaktan geri kalmaz. 1986-87 sezonunda olanlar, 'galatasaray'a şans getiren talih kuşu da böyle bir şeydi. antalya'daki bu maçtan çok değil, sadece iki hafta önce, o zamanlar iki puanlı sistemle oynanan türkiye 1. ligi'nde, son üç maça girilirken galatasaray, beşiktaş'ın 2 puan gerisine düşmüştü. 18 mayıs tarihli hürriyet'ten iki başlık: "beşiktaş şampiyon gibi: 4-0"; "galatasaray rize'de çöktü: 2-0." içeriden bir haber "derwall topun ağzında."
sonrası sarı kırmızılılar için rüya, siyah beyazlılar için kâbus gibiydi. kara kartallar tam fenerbahçe'yi 4-0 yenip, galatasaray'ın yenilgisiyle şampiyonluk havasına girmişlerdi ki bir sonraki maçta malatya'dan eli boş döndüler. yine de rahattılar, averajları onları şampiyon yapmaya yetecekti. ne olduysa sıkıntılı seyreden, 1-0 önde götürdükleri denizlispor maçının 85. dakikasında oldu. kazanılan serbest vuruşta mahmut'un pasını uzaktan bir şutla kaleye gönderen erol, beşiktaş'ın kısa ve tombul kalecisi jurkoviç'i rahatlıkla geçmeyi başardı. galatasaray 1 puanla öne fırlamıştı. eşfak aykaç maçtan sonra "şampiyonluğa 5 dakika vardı" diye yazarken, efsane kaptan sanlı sarıalioğlu "bilirim bu acıyı" diyerek siyah beyazlı futbolcularla empati kuruyordu.
sonraki hafta ali sami yen stadı belki de tarihinin en coşkulu maçını yaşadı. tribünler o günlerin tabiriyle "gelin" gibi süslenmişti, futbolcular eskişehirspor karşısına heyecan ve stresle beraber çıkmışlardı. serbest vuruşta 18. dakikada cevat prekazi tribünlerdekilere ilk gözyaşını döktürttü. sonrası prekazi'nin arkasında gerçek bir karınca gibi çalışan muhammet altıntaş'a nasip oldu. "mami" 51. dakikada attığı şık topuk golüyle maçı ve şampiyonluğu garanti altına almıştı. belki es esler beş dakika sonra durumu 2-1'e getirdi, tribünleri ve futbolcuları sıkıştırdıkça sıkıştırdı ama galatasaraylılar açık vermediler, aman vermediler, şampiyonluğu vermediler. geriye soyunma odasında coşku nedeniyle üstü çıplak kalmış jupp derwvall ile mustafa denizli'nin kupayı öpen mutlu halleriyle, bursa'da gazetecilerin televizyonlarından galatasaray'ın maçının son dakikalarını seyreden ali gültiken'le beşiktaş teknik direktörü milos milutinoviç'in simaları kaldı.
galatasaray'ın kurtarıcı meleği, beşiktaş'ın ayağını kaydıran denizlispor, yıllar sonra hiçbir zaman ölmeyen korku filmi karakteri gibi 14 mayıs 2006 günü bu sefer fenerbahçe'nin karşısına çıkıverdi. yeşil siyahlıların bu kez bir başka istanbullunun canını yakmak için çok daha geçerli bir nedenleri vardı. 2005-06 sezonun son maçında fenerbahçe'nin şampiyon olmak, denizlispor'un da kümede kalmak için 3 puanı alması şarttı. aksi halde istanbul'da, iddiasız kayserispor'u ağırlayacak galatasaray ya da gaziantepspor'u kamil ocak'ta yenmeye niyetli malatyaspor gülecekti.
maç öncesinde hemen her spor yazarı fenerbahçe'nin şampiyon olacağına inanmıştı. can bartu "fener avantajlı"derken altan tanrıkulu "fenerbahçe denizlili yener". turgay şeren "galatasaray, şampiyonluğu kadıköy'de kaçırdı", gürcan bilgiç "fenerbahçe işini şansa bırakmaz" kehanetlerinde bulunmuştu. fenerbahçeliler bağdat caddesi'ni, çıkmayan candan ümidi kesmeyen galatasaraylılar ali sami yen stadı'nı süslemişlerdi.
o güne kadar türkiye 1. ligi'nde son haftaya lider giren hiçbir takım şampiyonluğu kaptırmamıştı; bu unvan artık fenerbahçe'ye ait! anlaşılmaz bir şekilde rakibine direnemedi sarı lacivertliler; tutuktular, çekingendiler, garip ama hırssızdılar. süper yıldız anelka, daum'un yanında tam 75 dakika oturdu. sahadakilerse 83. dakikada eski futbolcuları yusuf şimşek'in asistiyle mustafa keçeli'nin golüne dek çok da bir şey yapamadılar. golden sonra açıldılar; tuncay'la beraberliği, appiah'la direği buldular. maç denizlispor taraftarlarının sahaya artıkları konfetiler nedeniyle 16 dakika uzadı. bu arada malatyaspor'un antep'teki yenilgi haberi, dolayısıyla da yeşil siyahlılara yenilseler bile ligde kalacakları müjdesi geldi ama horoz inada bindirmişti bir kere! son saniyede ganalının yakın mesafeden şutu dışarı çıkınca kadıköylüler oldukları yere yığılıp kaldılar. appiah kapaklandığı yerde katıla katıla ağlarken, bir el kendisine uzandı ve onu teselli etmeye çalıştı: "kalk appiah. allah'ın dediği olur!"
birileri üzülmüştü ama birileri de seviniyordu. bu sevinç belki de futbol tarihimizin en büyük ve en içten sevinciydi. denizli'deki maçın 16 dakika uzamasıyla ali sami yen'de unutulmayacak anlar yaşanmaya başladı. kimse stadı terk etmiyor, başta hasan şaş olmak üzere duşlarını bile yapmamış futbolcular basın tribünündeki televizyonlardan gözlerini alamıyorlardı. dualarla, temennilerle, heyecanla hayatlarının en uzun 16 dakikasını yaşayanlar selçuk dereli'nin denizli'deki son düdüğüyle hayatlarının en mutlu anlarına kavuştular. başkan özhan canaydın'ın şu sözleri bu şampiyonluğu en güzel şekilde anlatan cümlelerdi: "bu 100 yılın şampiyonluğu. galatasaray tarihinde böyle bir şampiyonluk hatırlamıyorum. bu kadar güldüğüm bir gün hatırlamıyorum."