19 eylül stadyumu'nun ankara 19 mayıs stadyumu'na uzaklığı: 562 km.
her şey bundan 5 ay önce başladı... alkaralar samsun temsilcisi abreg ç. ile samsun-hopa arasında yaptığımız doğu karadeniz turu ( http://www.mehmetalicetin...gu-kardeniz-gezi-gunlugu/) sırasında, 2011-12 sezonunda süper lig'de yer alan 3 karadeniz takımının (samsunspor, trabzonspor ve orduspor) maçlarına deplasman yapmaya karar vermiştik. bu kararda ordu'yu çok güzel bulmam ve stadının deniz kenarında yer almasının da büyük etkisi vardı...
ankara'ya döndükten bir hafta sonra sezonun ilk maçı olan samsunspor deplasmanına gitmiş ve 2011-12 sezonu "tribün cv'me" güzel bir başlangıç yapmıştım. şike soruşturması yüzünden ligin geç başlaması ve 3 günde bir maç yapma rezaleti nedeniyle ikinci hedef olan trabzonspor deplasmanına gidemedim. çünkü maç hafta içi 18'de oynandı. o maçı 2-1 kazanmamız ise ilginç bir burukluk verdi doğrusu. orada olmak gerekirdi!
3. hedef olan orduspor maçından 3-4 ay önce herkese "ordu'ya gidiyoruz di mi? bakın ne güzel bahar olacak. ordu çok güzel yer." gibi sözlerle kafalarını çelmeye çalışıyordum...
gel zaman git zaman maçın tarihi 25 mart pazar 15.30 olarak açıklandı. ural (aka hugo sanchez) - zeynep çiftine gitme planından bir kere daha bahsettim. erdem (aka zeynel soyuer) de plana dâhil oldu ve cumartesi sabahı 6:00'da yola çıktık. son 40 yılın en soğuk kışından sonra böyle bir bahar havasında yollara düşmek içimizi kıpır kıpır ediyordu doğrusu.
yolda bol bol laklak ederek, gülerek, eğlenerek, mola vererek rahat bir şekilde samsun'a vardık. abreg ç. bizi karşıladı. önce sahile inip bir şeyler atıştırdık. ardından amisos tepesinedeki restaurantta oturup bir şeyler içtik. eve gidip biraz dinlendik ve samsun pidesi yemek için tekrar dışarı çıktık. ardından eve geçip bir yandan laklak etmeye bir yandan da sızmaya başladık...
pazar sabahı 9 gibi kalkıp kahvaltı ettik ve ordu'ya doğru yola koyulduk. abreg'in "yüksekteki" evinden şehre indiğimizde bizi karşılayan ve pek alışık olmadığımız sise şaşırdık. bolaman'daki haznedaroğlu konağı'nın yanındaki kumsala kadar tüm yol boyunca sis-güneş arasındaki geçişlere şahit olduk. bir ısındık, bir üşüdük, bir görüş mesafemiz arttı, bir azaldı derken bolaman'a vardık. arabadan indiğimizde nefis bir kumsal bizi bekliyordu. kumsala kurulan masalarda insanlar çay içip bir şeyler yiyorlardı. lokantanın girişinde bulunan menüde kocaman bir yazı ilgimi çekti: "turşu ve mısır ekmeği ikramımızdır." samsun'a vardığımızdan beri abreg'e turşu kavurması soran zeynep ve erdem'e müjdeyi verdim. ama sorun hiçbirimizde yemek yiyecek durum olmamasıydı. amacımız sadece kumsalda birkaç çay içmekti. çay alsak yanında ikram olarak turşu kavurması verirler miydi? garsona biraz utanarak sorduk o da "elbette" dedi gönlümüzü kazandı. lahana turşusu kavurması güzeldi ama muhtemelen yağda kısa bir süre çevrilmiş mısır ekmeği inanılmaz güzeldi!
samsun'a geldiğimizden beri sansasyonel bir şey yapıp deplasmanda olduğumuzu belirtme geyiği yapıp duruyorduk. abreg, kumsaldaki ufak adacığa gençlerbirliği bayrağı dikmeyi önerdi. "neden olmasın" diye eğlenirken bir anda kumsalı sis bastı. ardından da soğuk rüzgar esmeye başladı. insanlar hızlıca kumsaldan ayrıldılar. biz ise az önceki bahar havasının nasıl bu kadar hızlı değişebildiğini anlamaya çalışıyorduk. aramızda sadece abreg sakindi. eee, 6-7 yıldır samsun'da yaşamanın verdiği bir tecrübenin ağırlını taşıyordu...
bolaman'dan çıkıp eski yoldan ordu'ya devam ettik. önce burunda bulunan yason (jason) kilisesine gittik. çok sert esen rüzgar ve sisten dolayı titresek de 1800'lerin sonunda yapılan ufak kilise bize iskoçya'daymışız hissi veriyordu. birkaç foto ve geyiğin ardından abreg'in bir sürprizi vardı. bizi vonalı celal'in dağ yolundaki turşu cennetine götürdü. vonalı celal bizi "ne yani? şimdi siz bizi yenmeye mi geldiniz?" diyerek karşıladı. biraz futbol biraz ordu hakkında muhabbet ettik. bu arada zeynep ve erdem'in dibi düşmüştü. ural ile biz cool takılıp bir yandan muhabbet edip bir yandan resim çekerken, onlar turşuları yağmalıyorlardı: erik turşusu mu? mantar turşusu olur mu ya? hadi canım fasulye! kesin alacağız. şu da var ama pahalıymış ya...
19 eylül'ün yanındaki otoparka arabayı park ettik ve hem bilet alacağımız yeri, hem de deplasman tribününü sormak için polislere yanaştık. ama “bilgimiz yok” cevabını alınca gişede sıraya girip sordum. “burada satılıyor” cevabını alınca şaşırdım ama aklıma eskişehir'de de hem ev sahibi hem de deplasman biletlerinin aynı gişede satıldığı geldi. biletlerimizi aldık ve gişenin hemen yanındaki kuzey kale arkası'ndaki misafir tribününe yöneldik. bir önceki deplasmanım olan şükrü saraçoğlu'ndaki misafir tribününü saatlerce arama hikayesinden sonra bu "yakınlık" çok hoşuma gitti doğrusu. erdem, ural ve abreg turnikelere yönelirken biz zeynep'le hemen girişin dibindeki atatürk kapalı salonu'nu içinde tuvalet aramaya gittik. tuvaletten çıktıktan sonra kırklareli ile orduspor arasında oynanan tekerlekli sandelye basket maçını bir süre izledik ve stattaki yerimizi aldık...
12 bin kişilik 19 eylül stadı ufak bir şehir stadıydı. kapalı ve maraton'un üstü kapalı, kuzey ve güney kale arkasının üstü ise açıktı. statta sadece bizim bulunduğumuz deplasman tribününde tel vardı ve adet olduğu üzere üstümüz filelerle çevriliydi. tribünün üst tellerine alkaralar ve 2 gençlerbirliği bayrağını astıktan sonra tribünde bulunan ve ordu'da okuyan iki öğrenci ve orta yaşlı ankara'lı bir abi ile tanıştık. muhabbet ettik. bu arada çılgınlar'dan bir taraftar gelip atkı değiştirmek istedi. abreg bu değişimi yaptı ve aldığımız ordu atkısını da alkaralar pankartının üstüne astık...
tribünde bulunan 5-6 polisten biri bize elindeki kumanyayı işaret ederek, "yer misiniz" diye sordu. önce şaşırdık. ardından ben gidip teşekkür ettim ve aldım. bizimkilerin yanına geldiğimde zeynep tüm "alış-verişi" fotoğraflamıştı. ve yandakilere gösterip kahkahalar atıyordu. bayağı makara döndü tabi...
takımlar sahaya çıktığında benim gözüm bize yakın tarafta bulunan dünyaca ünlü teknik adam hector cuper'deydi. bir süre onu takip ettikten sonra maç başladı. ilk 15 dakika iki takımda dengeli oynadı. sonuçta ortada süper final avrupa ligi grubu'na kalmak isteyen iki takımın mücadelesi vardı. ilk yarıda bizim takım önümüzdeki kaleye atak yapıyordu. uzaktaki kaleyi görmek için gözlerimizi kısarken bir süre sonra gözlerim ağrımaya başladı. bizimkilerde de benzer durumlar vardı. bazı ataklar ardından "kim vurdu, ne oldu?" soruları da bunun işaretiydi. ilk yarıda sağdan yapılan ortaya yasin'in vuramayışı ve birkaç cılız atak dışında çok da bir şey yoktu doğrusu...
statta 2 kale arkasında da skorboard vardı. bizim bulunduğumuz tarafta renkli ve yeni karşı kale arkasında ise eski stil. maç öncesinde birkaç kez orduspor'un süper lig'e çıktığı final maçında attıkları gol gösterildi. bir garip bilgi olarak yeni olan skorboardın saati geri kalıyordu. ilk 45 dakika bittiğinde aradaki fark bir dakikayı geçmişti...
devre arasında hava iyice soğumuştu ama bizim tarafımızda herhangi bir içecek satılmıyordu. bu arada orduspor tribününden bir genç işaret ederek bizden birini çağırdı. ben "atkı değiştirmek istiyor herhalde" diyerek yöneldim. "hoş geldiniz, bir şey içmek isterseniz ben alabilirim" dedi. önce onun çaycı olduğunu düşündüm ama sonra olmadığını anladım. bizimkilere dönüp sordum ve tekrar arkadaşa dönüp “6 çay isteriz zahmet olmazsa” dedim. o da gülerek, "tamam bulursam alacağım" dedi ve gitti. içimden "bizle kafa buluyor" diye geçirmedim değil ama 5-10 dakika sonra aynı taraftar elindeki 6 simit ve 6 ayranı tellerin yanındaki polise bize ulaştırması için verdiğinde hem utandım hem de şaşırdım. parayı vermek için yanına gittiğimde bana, "çay kalmamış. simit ve ayran aldım" dedi. teşekkür edip fiyatını sorduğumda "ne demek abi, afiyet olsun. şimdiden iyi yolculuklar" dedi ve yerine doğru yöneldi. bugüne kadar birçok deplasmanda ev sahibi taraftarlardan “iyi” hareketler görmüştüm ama herhalde beni en çok şaşırtan ve hoşuma gideni bu jestti...
ikinci yarının ilk 15 dakikasında biz yüklendik ama net bir pozisyon yakalayamadık. ardından yarım saat orduspor'un baskısı vardı. hele bir ara 5-6 dakika süren ve defalarca ceza alanı çizgisinin solundan taç kullandıkları pozisyonda birkaç kez "yeter artık!" diye söylendik. bu arada hector cuper'in sürekli aktif olarak pozisyonlara katılması ve oyuncularını yönlendirmesi/uyarması çok ilgimi çekti. ramazan'ın biri sola uçarak ters elle ve diğeri sağ direk dibinden çıkarttığı şutlar görülmeye değerdi. ordu baskısı altında maç 0-0 bitti. deplasmandan en azından bir puanla dönmek iyidir diyerek kendimizi teselli ettik.
maçın ikinci yarısında elinde davulla dolaşan bir amigonun önce kapalı ardından bizim yanımızdaki kuzey kale arası ve akabinde maratona sırayla gidip davul çalması, tribünleri hareketlendirmesi ve sırayla tezahürat yaptırtması enteresan bir görüntü idi.
yine ikinci yarı boyunca solumuzdaki ordu taraftarlarının bulunduğu yerde sürekli davulz-zurna çalınması, ufak çocukların ve üzerinde elbise bulunan (köçek gibi) zurnacının oynaması da ilginçti.
tribünlerin boşaltılmasını beklerken maratonda 15-20 kişinin tribünü boşaltmadığını görüp izlemeye koyulduk. bir sürü geyik ürettik haliyle ama sonra (muhtemelen izin verilmeyen) üzerinde türkiye haritası, içinde selam veren bir asker ve üstünde vatan sağ olsun yazan büyük bir pankart açıp birkaç kez kendi kendilerine bağırdıktan sonra dağıldılar. aynı grup sahil yolunun bir üst paralelindeki sokakta aynı pankartı açmış poz veriyorlardı...
maçın ardından bizi kumanyasından veren polis memurunun "hadi önemli bir maç olsa neyse de, taa ankara'dan kalkıp buraya kadar maça gelmek bana mantıklı gelmiyor" sözlerine cevap verdikten sonra önce samsun ardından ankara'ya doğru yola koyulduk.
çakallı'da yan yana dizilmiş bir sürü "melemen"ciden tabelasında "menemen" değil de "melemen" yazan ilk lokantaya girip çakallı melemen'i + sütlaç yiyerek deplasman-gezimizin son aktivitesini yaptık ve saat 3 sularında evimize vardık...
dip not: 19 eylül'den önce gördüğüm 15 stad sırasıyla şunlar: ankara 19 mayıs, cebeci inönü, mudanya ilçe, beşiktaş inönü, sakarya atatürk, yenikent asaş, bursa atatürk, san siro / giuseppe meazza, santigao bernabeu "maç yoktu. stat turu ile gezdim", konya atatürk, eskişehir atatürk, 5 ocak, ali sami yen, samsun 19 mayıs, fenerbahçe şükrü saraçoğlu.