mehmet ali gökaçtı'nın "bizim için oyna": türkiye'de futbol ve siyaset kitabından;
futbol ve milliyetçilik
1988-89 sezonunda galatasaray'ın, neuchatel karşısında 3-0 kaybedilen ilk ayağın rövanşını 5-0'la alması az rastlanır bir başarıydı. ancak maç esnasında hakemin başının tribünlerden atılan yabancı bir madde ile yarılması, bu yüzden maçın durması ve nihayetinde uefa disiplin kurulu'nun maçın tarafsız bir sahada tekrarına karar vermesi, kelimenin tam anlamıyla bir infiale sebep olmuştu. bu gelişme, futbol ortamına yansıyan türkiye-avrupa geriliminde yeni bir etabı başlatmıştı.
maçı tekrar karan, futbol "sahada bileğimizin hakkıyla elde ettiğimiz bir galibiyetin, bizi hep aşağılayan avrupalılar tarafından çalınması" klişesini canlandırmıştı. resmi görüş ve onun etkisi altındaki kamuoyuna göre, avrupa siyasal çevreleri, türkiye'nin içinde bulunduğu özel koşullan ve "terör" gibi sorunları anlamıyor, bazen bu sorunları kaşıyordu.
galatasaray'ın neuchatel maçıyla ilgili uefa kararı da bu önyarıgıyı pekiştirmiş, söz konusu karar ülkenin önde gelengazetelerinden birinin sürmanşetinde "o... çocukları" sözleriyle duyurulmuştu. galatasaray'ın başına gelenler de milli bir dava olarak algılanacaktı. hatta fenerbahçe'nin eski başkanlarından ali şen bile devlet büyüklerinin araya girmesiyle bu işle ilgili girişimlerde bulunduğunu ifade edecekti.
gelinen bu aşamada futbol artık sıradan ve gündelik milliyetçiliğin enstrümanı haline gelmişti. futbol, milliyetçi ideolojinin yeniden üretiminde belki de ilk kez bu denli etkin ve önemli bir rol oynayacaktı.
avrupa ülkelerinin takımları ile oynanan maçlar, türkiye'nin "çağdaş uygarlık düzeyine erişme" amacını idealize ettiği gibi, aynı zamanda türkiye ile batı arasındaki tarihsel rekabeti ve gerilimi de sembolize etmekteydi. avrupa, hem ulaşılacak bir idealdi hem de kültürel ve politik bir hasım. öykünmeile garez arasındaki bu gelgitte galatasaray ile neuchatel arasındaki olaylı maç sonrasında, avrupa'nın ulaşılması gereken hedef olduğu ülküsü tamamen göz ardı edilmese de, husumet ve "gününü gösterme" hıncı öne çıkmıştı. 1990'ların başında statlarda yükselmeye başlayan "avrupa, avrupa duy sesimizi / işte bu türklerin ayak sesleri" sloganı dönemin atmosferini en açık bir biçimde gösteren tezahürattı. tezahüratın devamında bir ağızdan avrupa'ya küfür ediliyor ve kendini kollaması tavsiye ediliyordu. "avrupa [ya da rakip takımın adı söylenerek] ibnesi kolla kendini..."
futbol, türkiye'nin seksenli yıllardan itibaren bir kitle ve medya toplumuna dönüşmesine paralel olarak, kimi politik ve toplumsal kampanyalarda daha belirgin bir rol üstlenmeye başlayacaktı. arak futbol pop kültür mekanizmaları aracılığıyla fanatize de ediliyordu. yükselen, yükseltilen milliyetçilik dalgası içinde, uluslararası futbol karşılaşmalarında alınacak galibiyetler, kimi zaman "zor günler yaşayan milletimizin acılarını hafifletmekte" kullanılır olacak, kimi zaman da "hainlere vurulan bir darbe ve intikam alma" misyonu üstlenecekti. örneğin 1992 yılında, hibe ettiği silahları türk ordusunun güneydoğu'da yaptığı ve sivilleri de hedef aldığı söylenen operasyonlarda kullanmasına karşı çıkan almanya, o günlerde oynanan galatasaray-eintracht frankfurt karşılaşmasında şu tezahüratla protesto edilecekti: "almanya-pkk omuz omuza/ türkiye koysun iki domuza."
bu dönemde futbol medyası popüler milliyetçi rüzgârın önemli kaynaklarındandı. spor medyası şiddet ve cinsellik içeren sözcüklere dayalı bir milliyetçilik söylemi kuruyordu. maç günleri çıkan gazetelerdeki yorumlarda türk takımlarından rakiplerini "dağıtması, bombalaması, ezmesi, gömmesi, tokatlaması, imha etmesi, oyması ve gebertmesi" istenmekteydi. hatta kimi zaman iş doğrudan hakarete vardırılabiliyordu. 1993 yılında galatasaray'ın manchester united'ı elemesi sonrasında fanatik gazetesinin manşetinde olduğu gibi: "yedin mi türk lokumunu hırbo ingiliz!"
uluslararası futbol maçlarında ortaya çıkan bu eğilim, doksanlı yıllarda devlet güçleriyle pkk arasındaki çatışmaların tırmanması ve "kürt ayrılıkçılığı" ile ilgili tehdit algısının büyümesi ile, giderek ülke içindeki futbol maçlarında da kendisini gösterecekti. tribünlerde "şehitler ölmez, vatan bölünmez" sloganlarının atılması, maçlara bayrakla çıkılması ve 1992 yılından itibaren tüm lig maçlarından önce istiklâl marşı'nın okunmaya başlanması, bu yeni eğilimin göstergeleriydi. erzurumspor başkanı cemal polat'ın bir lig maçında alınan galibiyeti "vatanı ve milleti için canını vermiş şehit polislerimize" armağan etmesi, futbol maçlarına yüklenen misyonun vardığı noktayı gösteriyordu.
doksanlı yıllarda, gündemdeki siyasal gelişmeler futbol karşılaşmalarında doğrudan yansımasını buluyordu. 1999 yılında abdullah öcalan'ın italya'ya sığınması sonrasında italya'ya yönelik körlemesine bir tepkinin yükseldiği günlerde, galatasaray ile juventus arasında oynanan şampiyonlar ligi maçı da bu tepkinin gölgesinde kalmıştı. uefa'nın maçı bir hafta ertelemesi türk basınında "pkk ve apo'yu türkiye'ye karşı koruyan avrupa'nın yeni bir oyunu" olarak değerlendirilmişti. ancak bu olayların geride kalmasıyla, özellikle fatih terim'in teknik direktör olarak fiorentina'ya gitmesi, hakan şükür, emre belözoğlu ve okan buruk gibi futbolcuların da inter'e transfer olmasıyla, italya'ya bakış değişmişti. aynı şekilde 1999 yılında yaşanan depremden sonra başta yunanistan olmak üzere batılı ülkelerden gelen yardımlar ve insani katkı, düşman imgelerinin değişmesine yol açmış, örneğin galatasaray'ın selanik'te depremzedeler yararına paok takımıyla yaptığı maça "dost yunan halkına teşekkür ederiz" pankartıyla çıkması spor medyası tarafından olumlu değerlendirilmişti. aynı dostluk hâlesi, 2002 dünya kupası üçüncülük maçında ev sahibi güney kore'yi mağlup eden türkiye'yi alkışlayan korelilere kondurulacaktı. bu örnekler, futbol medyasının o esnada popüler olana ne kadar kolaylıkla yönetebildiğim, ne denli yüzeysel ve tutarsız olduğunu göstermesi açısından da dikkat çekicidir.
futboldaki milliyetçi akımın tavan yaptığı dönem, galatasaray'ın 2000 yılında uefa kupası'nı almasına giden maçlar dizişiydi. milliyetçi fanatizmin şahikasına vardığı nokta ise, 2000 yılının nisan ayında istanbul'da ingiltere'nin leeds takımıyla oynanacak yan final karşılaşmasının bir gece öncesinde yaşanan olaylar ve bunlara getirilen yorumlardı. sarhoş vaziyette türk bayrağına hakaret ettiği söylenen iki ingiliz taraftann bıçaklanarak öldürülmesi, galatasaray'ın da maçı 2-0 kazanması, star gazetesinde "two size" manşetiyle verilebilmiş; iki golü iki cinayetle eşleyen korkunç bir dil kullanılabilmişti. bu cinayetler üzerine ikinci maçta olağanüstü önlemler alınması ve türkiye'den seyircilere yer ayrılmaması, batı'nın türkiye'ye sürekli haksızlık yaptığı kabulünün işlenmesi için kullanılmıştı. örneğin hürriyet gazetesi, "uefa'yı da leeds'i de" manşeti altında şu değerlendirmeyi yapmaktaydı: "galatasaray, kendisine sahada diş geçiremediği için masada tezgah kuran ingiliz leeds united'i, elland road stadı'nm çok gergin atmosferinde dize getirdi. 3-5 kendim bilmezin taksim'de döktüğü kanı 65 milyon türk'e fatura eden ve cim bom'a karşı ele ele verip psikolojik savaş açan uefa ile leeds'in oyunu tutmadı."
uefa kupası'nda finale yükselmek, yine avrupalılardan öç alma ile "avrupalı olmayı" başarma duygularının yeni bir kokteylini karıştırırken, galatasaray'ın 17 mayıs 2000 tarihinde kopenhag'da oynanan final sonucunda uefa kupası'nı kazanması çılgınca bir coşku ve sevinçle karşılanmıştı.
hürriyet gazetesi, haberi birinci sayfadan adeta yüz yılın özlemine nokta koymuş olmanın mutluluğuyla duyurmaktaydı: "cim bom avrupa'nın aslan kralı". gazete, "işte atam gençliğin" başlıklı haberin spotunda, "gösterdiğin hedefe kararlılıkla yürüyen gençlerin, sana ve milletine, en güzel günde, en büyük armağanı verdi" ifadelerini kullanmıştı.
benzer bir özgüven ve coşku patlaması, 2002 dünya kupası'nda türkiye'nin üçüncülüğü kazanmasıyla yaşanacaktı. bu kez, türkiye ezelî rekabet içinde olduğu avrupa platformu yerine tüm dünyanın gözü önünde başarılı olmuştu. açıkçası beklenmeyen bu basan, yine büyük bir övünçle karşılansa da, karşıdakileri ötekileştirme ve aşağılama noktasında daha ölçülü kalmabilmişti. belki turnuvadaki yedi maçın hepsinin de avrupalı olmayan rakiplere karşı oynanması, belki de daha "pozitif bir kutlama dilinin ağır basmasında etkili olmuştu.
dünya üçüncülüğüyle ilgili yorumlarda türkiye'nin başarısından övgüyle söz edilirken, rakiplere, özellikle de üçüncülük maçının oynandığı ev sahibi güney kore'ye yönelik sıcak dostluk mesajlan içeren ifadelerin kullanılması dikkat çekiciydi. korelilerin gösterdiği bu dostluk, bir zamanlar "bağımsızlıktan için canımız pahasına yardımlarına koştuğumuz" korelilerin vefa gösterisi olarak da yorumlanmıştı. bu vaka islâmcı-muhafazakâr yeni şafak gazetesinde güray soysal'ın kaleminden şu ifadelerle değerlendirilmişti: "milli takımımız, ellerinde türk bayraklarıyla görüntü veren gerçek dost korelilerle dişe diş oynadı."
2000'lerin akışı içinde milli takımın özellikle taraftarlar açısından, kulüp takımlarına nazaran daha "soğukkanlı" bir şekilde desteklenir hale geldiği gözlemini de yapabiliriz. bu durum, milli rekabetin kulüplerarası rekabet formatına uyarlanarak değişim geçirmesinin bir yansımasıdır. türk milli takımı'nın on yıllardır kullandığı göğüs üzerinde ay yıldızlı bantlı formadan vazgeçip, standart formaları kullanmaya başlaması da bu algılama değişikliği bağlamında değerlendirilebilir. nitekim kimi spor yazarları, bu takımı milli takım yapan özelliklerin kaybolduğundan yakınarak klasik ay-yıldızlı formaya dönülmesini talep etmişlerdir.
toparlanarak vurgulanacak nokta, türkiye'de popüler milliyetçi söylemin futbol dünyasına damgasını vurmuş olduğu gerçeğidir. bu, tutarlı ve bütünlüğü olan doktriner bir milliyetçilikten uzak yönlendirmeye açık bir söylemdir. bu milliyetçi söylemin esas "meselesi", hem mücadele edilen bir hasmı hem de ulaşılması gereken bir hedef olarak algılanan avrupa'ya dönük garez-özenme karmaşasıdır.
milliyetçi bir söylemin medya aracılığıyla popülerleşerek futbol gündemine hâkim olduğu bu süreç, tribünleri güncel iç ve dış siyasal gelişmelere karşı daha "duyarlı" (ajite) hâle getirmiş, bu da futbol dünyasının fanatizme savrulmasına katkıda bulunmuştur. bu fanatizm, önceleri yabancılara karşı tezahür etmişse de, çeşitli nedenlere bağlı olarak yeni içerikler kazanabilecektir.