mehmet ali gökaçtı'nın "bizim için oyna": türkiye'de futbol ve siyaset kitabından;
galatasaray-fenerbahçe rekabetinde yeni bir evre
birbirlerine çok yakın tarihlerde kurulmuş olmalarının yanı sıra spor dünyasına doğrudan futbol ile adım atmaları ve hep öncü rolünü oynamaları dolayısıyla galatasaray ile fenerbahçe kulüpleri arasında başından itibaren canlı bir rekabet vardı. iki kulübün yöneticileri, finansman kaynaklarını ve siyasetle ilişkilerini, diğer tüm kulüplerden farklı olarak, sadece kendi durumuna göre değil, diğerinin durumuna göre de ayarlamıştı. her iki kulübün hem futbol sahalarında hem de spor örgütlerinin oluşturulması sürecinde, birbirlerine üstünlük sağlama mücadeleleri her zaman canlılığını korumuştu. ancak türk futbol dünyasının iki büyük öncü kulübü, bir müddet sonra aralarındaki ilişkiyi, birbirlerini bertaraf etme çabası yerine, belidi ölçülerde koruyup kollamaya ve soğuk savaş yıllarının meşhur tanımlamasıyla bir "dehşet dengesi"ne oturtmayı esas almışlardı.
iki kulüp arasında bu dengenin sağlanmasında, bugün de geçerli olan etkenler arasında, arkalarına aldıkları kitle desteği, sağlamayı başardıkları maddi destek, kazandıkları ulusal ve uluslararası basanlar yer almaktaydı. elbette siyasetle ilişkileri de bu etkenler arasında çok önemli bir yer tutmaktaydı.
siyasal çevrelerin kimi zaman doğrudan, kimi zaman da hami, yani koruyucu görünümü altında destek verdikleri bu iki kulübün mücadeleleri, genelde bu dengenin korunmasıyla yürümüş ve mevcut dengenin taraflardan biri lehine tamamen bozulmasına fırsat verilmemişti. böylece 1930'lara kadar kimi zaman galatasaray, kimi zaman da fenerbahçe sahalarda üstünlük sağlamış, ortaya açık bir fark çıkmamıştı. iki kulüp arasındaki ilişki, şilt meselesi örneğinde olduğu gibi, zaman zaman gerilimli bir hâl alsa da yıkıcı boyutlara varmamıştı.
ancak galatasaray ile fenerbahçe arasındaki ilişki, 1930'lar-da daha sertleşecek ve taraftarlar arasında şiddet olayları görülmeye başlanacaktı. 1920'lerde ülkeye hâkim olan nispi liberal ortam en çok galatasaray'a yaramıştı. kulübün hamileri olan hanedan mensuplarının yurt dışında olmalarına rağmen maddi desteğe devam etmelerinin yanı sıra spor örgütlerinin başında ağırlıklı olarak galatasaraylıların yer alması galatasaray'a hem maddi hem de manevi anlamda önemli bir avantaj sağlamıştı. galatasaray'ın üstünlüğü en çok aralarındaki dengenin artık bozulmaya yüz tuttuğu fenerbahçe'yi rahatsız ediyordu.
tırmanan gerilimin ön işareti, daha 1927 yılının mayıs ayında oynanan bir galatasaray-fenerbahçe karşılaşmasında çıkan kavga ile kendisini gösterecekti. lig şampiyonunu belirleyecek olan bu maçın gerilimi haftalar öncesinde başlamıştı. daha önceki galatasaray-fenerbahçe maçlarında da futbolcular arasında ufak tefek kavgalar olmuşsa da, bu seferki çok daha şiddetli cereyan etmiş, futbolcular arasında başlayan kavgaya bir müddet sonra iki takımın taraftarları hatta güvenlik güçleri de katılmışlardı. iş çığırından çıkmıştı.
olaylarla ilgili olarak hakem ve her iki takımın kaptanları karakolda ifade vermişlerdi. bu, o güne kadar eşine rastlanmış bir durum değildi. sonrasında da gerilim tam anlamıyla yatışmamış ve iki kulüp arasındaki söz düellosu gazete sayfalarında devam etmişti. tartışma uzadıkça nitelik değiştirerek bambaşka noktalara ilerliyordu. sonunda galatasaraylılar bundan sonra fenerbahçe ile maç yapmayacaklarını söyleyerek ipleri koparmışlardı. ancak galatasaraylıların "koşullar değişmedikçe bir daha fenerbahçe ile oynamayacağız" açıklamaları, kamuoyuna "fenerbahçeliler ile bir arada bulunmamak için milli takımda da yer almayacağız" şeklinde yansımıştı. bunun üzerine meseleye milli takım, dolayısıyla "milli görevden kaçmak" ve "milli şeref gibi kavramlar karışmıştı. bozulan "dehşet dengesi", işin içine milli değerler katılarak sağlanmaya çalışılıyordu.
bunun üzerine galatasaraylılar, milli takıma oyuncu verme mek, milli görevden kaçmak gibi bir durumun söz konusu olmadığı yönünde açıklama yapacaktı. hatta daha ileri gidilerek, daha birkaç yıl önce fenerbahçelilerin moskova'ya yapılan turneye katılmadıkları, yerlerinin bizzat galatasaraylılar tarafından doldurulduğu dile getirilmişti. iki kulüp arasındaki çekişme, işin gelip "milli meselelere" dayanması üzerine hızını kaybetmiş ve yavaş yavaş gündemden düşmüştü. hatta 1928 yılında tayyare cemiyeti tarafından mustafa kemal'in adına düzenlenen gazi büstü karşılaşmasıyla tekrar barış ortamına girilmişti. futbolun yabancılara karşı bir olgu olarak kullanılmasının geride kalmaya yüz tuttuğu günlerde içe dönük bir işlev üstlenmesinin tipik örneği olan gazi büstü, bu tartışmaları bir ölçüde dindirmiş, ancak bitirememişti.
galatasaray ile fenerbahçe arasında her meselede tartışma ve gerilim olduğu söylenemezdi. belirli bir menfaatin sağlanması söz konusuysa, karşılıklı dengelerin korunması kaydıyla, iki kulübün işbirliğine gittikleri ve ortak hareket ettikleri de görülmüştü. bunun en tipik örneklerinden birisi 1931-1932 sezonunun başlangıcında yaşanmıştı. kulüpler arasında eşit olarak dağıtılan hasılatla ilgili olarak galatasaray ve fenerbahçe, günümüzde televizyon gelirlerinin paylaşımında olduğu gibi bazı ayrıcalıklar talep etmişler, ancak bu istekleri kabul edilmemişti. bunun üzerine iki kulüp, ligden çekildiklerini açıklamışlardı. bir müddet sonra, benzer gerekçeyle beşiktaş kulübünün de ligden çekildiğini açıklamasıyla, istanbul ligi sekiz takım yerine beş takım ile oynanmak zorunda kalmış ve o sezon tüm cazibesini yitirmişti. diğer kulüplerin böylesi bir girişimde bulunmayı akıllarından bile geçiremeyecekleri göz önüne alınırsa, bu girişim söz konusu iki kulübün neden büyük ve etkin olduğunu göstermesi açısından da önemlidir. dikkat çeken bir başka nokta, beşiktaş kulübü'nün de artık üçüncü büyük olarak benzer bir davranış tarzına girebilecek boyuta ve güce ulaşmış olduğudur.
ancak galatasaray ile fenerbahçe arasındaki gerilim tam anlamıyla hiçbir zaman yatışmayacaktı. 1934 yılında bir galatasaray-fenerbahçe maçında yaşanan olaylar ateşi bir kez daha alevlendirecekti. 23 şubat 1934 günü taksim stadı'nda oynanan lig maçı esnasında önce futbolcular arasında başlayan kavga, tıpkı 1927 yılında olduğu gibi kısa sûre sonra tribünlere de sıçramış ve ancak güvenlik güçlerinin müdahalesiyle kontrol akına alınabilmişti. yarıda kalan maç sonrasında toplanan istanbul futbol mıntıkası, her iki takımdan toplam on yedi futbolcuya çeşidi cezalar vermişti. olayların tribünlere sıçramasından birinci derecede sorumlu tutulan fenerbahçe kalecisi hüsamettin (böke) müebbet boykot cezası alırken, diğer futbolcular da ala aydan başlayan değişik boykot cezalarına çarptırılmışlardı.
siyasi çevrelerin her iki kulübe gözdağı vermek amacıyla esaslı bir yaptırım uygulanmasını istedikleri bu sürecin sonun da, neredeyse ceza almayan futbolcu kalmamış, hatta olaylara karışmayan kimi futbolcular bile değişik cezalara çarptırılmışlardı. hükümet çevrelerinden bir açıklama yapılmaması dikkat çekiciydi. olaylar siyasi müdahaleyle değil spor kuramlarının yaptırımlarıyla kapatılmaya çalışılmıştı. ancak hazır fırsat çıkmışken eski hesapları görmek amacında olanlar sahnedeydiler ve olaylar, kapanmak şöyle dursun, daha yeni başlıyordu.
fenerbahçe kulübü'nün verilen cezaların ağır ve haksız olduğu yönündeki itirazının kabulü beklenirken futbol heyeti'nin cezalann hafifletilmesine karşı çıkması üzerine fenerbahçeliler bu kez idman cemiyetleri ittifakı nezdinde itirazda bulunmaya karar vermişlerdi. oradan da bir sonuç alınamayacağının anlaşılması üzerine, fenerbahçe yöneticilerinin işi mahkemeye taşıyarak hukuk yoluyla sonuç almaya çalışacaklarını açıklamaları, dönemin spor yönetimiyle ilgili siyasetçileri çok kızdıracaktı. spor teşkilatının otoriter bir anlayışa sahip yöneticilerinden (doğu) bayezit milletvekili halit bayrak, bazı fenerbahçe yöneticilerinin ebedî hak mahrumiyeti ile cezalandırılmasını sağladıktan sonra, kulübe yönelik çok ciddi bir tehdidi gündeme getirmişti: fenerbahçe kulübü'nü kapatmak ve sahasını elinden almak. bu beklenmedik tehdit karşısında, fenerbahçe kulübü de o günlerin koşullarında yapılabilecek olan tek şeyi yapacak ve siyasal çevrelerden gelen bu tehlikeye aynı silahı kullanarak karşı koyacaktı. fenerbahçeliliği ile bilinen ve siyasi itibarı giderek yükselen şükrü saraçoğlu, fenerbahçe kulübü'nde başkanlığa getirilecekti. nitekim bu girişim olumlu sonuç verecek ve tek-parti iktidarının sona erdiği günlere kadar pek çok kulübün başvurduğu geçerli bir yöntem olacaktı.
1930'lar aynı zamanda iki büyük kulübün arasındaki rekabet ve güç mücadelesinde ibrenin fenerbahçe'den yana döndüğü yıllardı. tıpkı önceki on yılda galatasaray'ın mevcut koşullan çok iyi değerlendirerek üst üste başarılara imza atması gibi, bu sefer de fenerbahçe belirgin bir üstünlük sağlıyordu. fenerbahçe'nin üstünlüğünde, galatasaray'ın maddi ve manevi sıkıntıları kadar, güneş meselesi dolayısıyla ikiye bölünmüş olmasının da büyük payı vardı. bu durumun farkına varan fenerbahçelilerin, bu yıllarda (devlet destekli) güneş kulübü ile yakın ve sıcak bir ilişki kurmaları ayrıca dikkat çekiciydi.
fenerbahçe, daha resmen kurulmadığı ve sarı-kırmızı adını taşıdığı aşamada güneş ile ilk maç yapan takım olmuştu. çoğunluğunu galatasaray'dan ayrılanların oluşturduğu bir kadroya sahip olan sarı-kırmızı ile fenerbahçe arasında 15 eylül 1933 günü oynanan bu maçı fenerbahçe 1-0 kazanmıştı. ikinci maç ise 22 eylül 1933 günü oynanmış ve 2-2 berabere sonuçlanmıştı. dahası, güneş kulübü'nün taksim'deki kulüp merkezinde fenerbahçelilere de yer ayrılmış ve iki kulüp henüz güneş'in gerekli formaliteleri halledip lige katılmaya hak kazanmamış olduğu günlerde muhtelit takımlar oluşturarak yurt dışında turnelere çıkmıştı.
fenerbahçe'nin güneş ile ilişkileri, bu kulübün varlığını sürdürdüğü altı yıllık zaman zarfında son derece olumlu bir çizgide süregitmişti. güneş kulübü'nün zaman zaman beşiktaş kulübü'yle de sürtüşmeleri olmuş ancak fenerbahçe ile herhangi bir sorun yaşadığı görülmemişti.