sevecen tunç'un tarih ve toplum yeni yaklaşımlar dergisinin güz 2011 sayısında yayınlanan ateş-güneş kulübü (1933-1938) yazısı;
spor tarihimizde ateş-güneş kulübü'nün kısa ama enteresan öyküsü çoğu zaman galatasaray kulübü'nde yaşanan "amattrlük" ve "profesyonellik" ay-rımına dayalı bir bölünme üzerinden ele alınır. bu anlatıya göre 1930'ların başında galatasaray spor kulübü ve lisesi arasındaki organik bağın korunmasını isteyen kulüp yönetimi "dışarı"dan futbolcu alınmasına karşıyken, başını yusuf ziya öniş'in çektiği muhalif bir grup profesyonelliği savunmaktadır. kulüp üyesi eşref şefik atabey'in olimpiyat dergisinde galatasaray futbol takımı aleyhine yazdığı yazılar ileri sürülerek kulüpten ihraç edilmesi ile hız kazanan sürecin sonunda galatasaray'dan ayrılan profesyonelleşme yandaşları tarafından san kırmızı renkleri anımsatacak ismiyle "ateş-güneş" kurulur. bir süre sonra atatürk'ün isteğiyle ismi "güneş" olarak değiştirilen kulübün başkanlığını da atatürk'ün yaveri cevat abbas gürer yapmaktadır. güneş, 1937-1938 istanbul ligini şampiyon olarak tamamlayacak; ancak atatürk'ün ölümünden kısa bir süre sonra kapatılacaktır.1
bu yaygın anlatının dışında birtakım kaynaklarda konu ile ilgili farklı bilgilere de yer verilmektedir. kurthan fişek, tartışmayı "amatörlük-profesyonellik" ayrımının ötesine taşıyarak, güneş'i "devletin kulübü" olarak nitelemektedir. cevat abbas gürer üzerinden gelişen atatürk ve güneş kulübü arasındaki ilişki, kulübe birtakım ayrıcalıklar eşliğinde başarıyı getiren ana etken olarak belirlenmiştir. güneş'in atatürk'ün ölümünden kısa bir süre sonra kapatıldığı iddiası da bu bağlamda anlamlandırılmak istenmektedir. mehmet ali gökaçtı ise ateş-güneş serüvenine geniş yer ayırdığı ufuk açıcı kitabında, kulübü kuran ekibin iş bankası çevresiyle bağlantılarını gözler önüne sermektedir. galatasaray'dan ayrılarak ateş-güneş'i kuran grubun lideri yusuf ziya öniş, iş bankası istanbul şubesi müdürüdür ve aynı zamanda celal bayar'a yakınlığı ile bilinen bir isimdir. öniş ile beraber galatasaray'dan istifa edenlerin yarısına yakını da iş bankası'nın çeşitli kademelerinde çalışan kişilerdir. abdülkadir yücelman da tartışmaya benzer bir açıdan yaklaşarak, galatasaray'daki bölünmenin siyasi uzantılarına işaret etmiştir. yücelman'a göre amatörlüğü savunanların inönücü, profesyonellikten yana olanların ise bayarcı olduğu pekâlâ söylenebilir. aslında spor yazarlarımızın çoğu, birbirine yakın ifade ve argümanlar kullanarak güneş'in ortaya çıkışında spor dışı etmenlerin de rol oynadığını dile getirmek istemiştir. ancak kulaktan kulağa yayılarak, tekerrürle "gerçeklik" kazanan hikâyelerin yerine, dönemin gazete ve dergilerinde yer alan haber ve yazılar doğrultusunda bir gerçeklik kurgusu spor tarihçiliğimizin selameti açısından daha makul gözükmektedir. ateş-güneş kulübü'nün sıra dışı hikâyesi, tarihsel bağlamına oturtularak yeniden yazıldığında, erken cumhuriyet döneminde siyasi elitlerin spora bakışı, futbola atfettikleri toplumsal işlevler, futbol camiasındaki güç ilişkileri ve futbol önderlerinin iktidarla uzlaşma mekanizmaları hakkında bize önemli bilgiler verecektir.
* * *
1930'lu yıllar, büyük buhran ile içine kapanan türkiye ekonomisinde devletin nüfuzunun gittikçe arttığı, ekonomiye paralel biçimde toplumsal hayamı her alanında kemalist iktidarın "asıl aktör" olarak çarpıcı biçimde ön plana çıktığı bir dönem olarak hatırlanır. sağlıktan eğitime, sanattan tüketim biçimlerine devletin her unsuru milli birer dava olarak ele aldığı geniş toplumsal yelpazede sporun da oldukça önemli bir yeri vardır. devletçi elitler, sporu bir boş zaman uğraşından ziyade beden terbiyesi zihniyeti içinde kitleleri sağlıklı kılabilmenin ve savaş koşullarına hazırlayabilmenin bşr yolu olarak değerlendirmektedir. bu bağlamda mücadeleci, rekabetçi ve saldırgan yönleriyle futbolun kemalist fizik kültürü nezdinde "iyi" bir konumu olduğunu iddia etmek güç gözükmektedir. bununla birlikte siyasal elitler arasında futbol konusunda tam anlamıyla bir konsensüs olduğunu söylemekde mümkün değildir.5 bilindiği gibi ittihatçılar özellikle balkan savaşı yıllarından itibaren gerek yeni spor kulüpleri kurarak, gerekse türk takımları ile işgal takımları arasında maçlar düzenleyerek milliyetçi mobilizasyon bağlamında futbolun kitlesel cazibesinden yararlanma yoluna gitmişlerdir 1930ların siyasal elitleri arasında da futbolun, dejenere ve faydasız bir spor olduğuna inananların aksine, hem kitleleri "beden terbıyesi'ne teşvik etmenin, hem de uluslararası platformda ülkeyi temsil etmenin bir aracı olduğunu düşünenlerin sayısı az değildir. bu anlamda devletin futbola bakışında ikili bir tutumun hakim olduğu söylenebilir.
1930'ların başında spor çevrelerinde dönen tartışmalar, sporun yurt sathında inkişafının nasıl sağlanacağı sorusuna odaklanıyordu. türkiye idman cemiyetleri ittifakının (tici) kemalist fizik kültür anlayışını tam anlamıyla hayata geçiremediği düşüncesi yeni bir yönetim biçimi arayışını doğurmuştu. devletin spor alanındaki nüfuzunun arttığı bu dönem yönetsel anlamda almanya modelinin örnek alınması gerektiği inana güç kazanmaya başladı. nihayetinde 1936 yılında alman uzmanlardan alınan destekle türk spor kurumu kuruldu. bununla beraber bu tarihe kadar geçen süreç içinde spor efkârındaki tartışmaların nispeten özgür biçimde sürdürülebildiği görülüyordu. öne sürülen fikirler arasında kuşkusuz en dikkat çekeni türk futbolunun ancak avrupa'da olduğu gibi profesyonelleşme ile gelişebileceği düşüncesiydi bu düşünceyi savunanlar arasında yusuf ziya öniş, ulvi yenal, adil giray, kemal rıfat kalpakçıoglu ve eşref şefik atabey ilk akda gelenlerdi.
dönemin ünlü spor dergisi olimpiyatın profesyonelleşme taraftarlarının sözcülüğünü üstlendiği söylenebilirdi. derginin 1933 tarihli 32. sayısında, spordaki geriliğin nedeni olarak spor teşkilatının bozuk durumu gösterilmekteydi avrupa'da spor idareciliği ücrete tabi olduğu için işlerin daha intizamlı yürüdüğü iddia edilerek, türkiye'de de önemli idari vazifelerin başındakilerin maaşa bağlanması önerilmekteydi. ayrıca dergi, spor kulüplerinin daha uluslararası temaslarda bulunması gerektiğinin altını çizmekteydi. bu şekilde futbolcuların sık ve muntazam spor yapma imkânı bulabilecekleri, oyun tarzlarını geliştirecekleri, sporun her şubesi için muntazam lokaller ve sahalar yapılmasının zorunlu hale geleceği ve halkın futbola ilgisinin artacağı düşünülmekteydi. benzer şekilde kemal rıfat kalpakçıoglu da futbolun yükselmesinin yolunun beynelmilel temaslardan geçtiğini söylemekteydi. slavya ve admira gibi özel karşılaşmalar yapmak üzere yurtdışından gelen takımlar futbolumuzun gelişmesine önemli katkılar sağlamıştı ve bu tip temasların sayısının artması gerekmekteydi. bir başka profesyonelleşme taraftan adil giray'a göre ise "profesyonel kulüpleri olmayan milli futbol teşekküllerinin beynelmilel sahada muvaffakiyet göstermesine" artık imkân kalmadığı bir gerçekti.
görüldüğü gibi, profesyonelleşme tartışmaları gücünü ülke içi değil, uluslararası bir gerekçe ile "milli" bir hassasiyetten almaktaydı. ancak bu şekilde farklı kolektif kimlikler üretme potansiyeli ile milli birliği tehdit ettiği düşünülen bir sporun gelişmesine müsaade edilebilirdi. bu nedenle mevcut kulüplerin birbirleri arasındaki rekabet profesyonelleşme söyleminde asla yer bulmamakta; profesyonellik ulusal değil, uluslararası bir bağlamda meşruiyet kazanmaktaydı. arzulanan profesyonelleşmenin futbol altyapısı eksik bir ülkede ne gibi sonuçlara gebe kalabileceğinden ise bahsedilmemekte; bilakis uluslararası düzlemde kazanılacak başarılar ön plana alınmaktaydı. belki içekapanan ülkenin "ecnebi temaslar" üzerinden yeniden dışarıya açılması fikrinin de iktidar nezdinde olumlu karşılanabileceği düşünülüyordu.
olimpiyat dergisinde yazan ve yukarıda ismi geçen spor adamlarını bir araya getiren tek ortak nokta "profesyonellik" değildi. bu isimler aynı zamanda galatasaray'dan ayrılarak ateş-güneş'i kuracak ekibin başında gelmekteydi. içlerindeki en etkili isim kuşkusuz yusuf ziya öniş'ti. öniş, galatasaray lisesinin ardından eğitimini sürdürmek amacıyla isviçre'ye gitmiş, burada kaldığı altı yıl boyunca ülkenin önemli takımlarından servette fc'de futbol oynamıştı. 1920 yılında istanbul'a dönen öniş, isviçre spor teşkilatı nizamnamesi'ni tercüme ederek türkiye idman cemiyetleri ittifakının kurulmasında önemli rol oynadı. ayrıca 1923 yılında futbol heyet-i müttehidesi'ni kurarak bugünkü türkiye futbol federasyonu'nun da temelini atacaktı. profesyonelliğin futbolun gelişmesinde önkoşul olduğuna inanan öniş, federasyon başkanlığı döneminde milli takımı çalıştırması suretiyle ilk defa yabancı bir antrenörü ülkeye getirmişti. yusuf ziya beyin galatasaray kulübü içindeki nüfuzu aslında 19201i yılların başına dayanmaktaydı. ilk kuşak galatasaraylılar olarak tanımlayabileceğimiz ve aralarında ali sami yen'in de bulunduğu kıdemli üyeler, birinci dünya savaşı yıllarında kulüple ilişkilerini kesmek zorunda kalmışlardı. işte yusuf ziya bey ve bir grup arkadaşı, kulübün zor günler geçirdiği bu dönemde kulübe sahip çıkmışlardı. 1921-1925 yılları arasında kulübün başkanlığım üstlenen öniş, isviçre'de edindiği bilgi ve deneyimlerin yanı sıra sosyal ilişkilerini de etkili bir biçimde kullanarak kulübün finansmanı için çeşidi kaynaklar bulmayı başarmıştı. refik osman top yıllar sonra yazdığı anılarında yusuf ziya bey'i sevme nedenini "galatasaray'ı yıkılmaktan kurtarması" olarak açıklayacaktı. sıkıntılı günler geride kaldıktan sonra, eski üyelerin kulübe dönerek yönetimde yeniden yer alma çabaları, eski ve yeni kuşak arasında bir iktidar mücadelesinin doğmasına sebep olacaktı.
bu iktidar mücadelesi ilk defa 1920'lerin sonunda su yüzüne çıkmış, 1932-1933 sezonunda galatasaray futbol takımının kötü gidişatı ile doruğa ulaşmıştı. sarı kırmızılıların bu yıllardaki başarısızlığı temelde iki nedene bağlanabilirdi. birincisi, galatasaray takımı 1931-1932 sezonunda liglere iştirak etmemişti. bu durum, zaten bir arada antrenman yapma imkânı fazla bulamayan futbolcular için olumsuz bir etkendi. ayrıca eski oyuncuların bir kısmı takımdan ayrılmış, bir kısmı ise sakat olduğu için kadroya alınamamıştı. oyuncularla ilgili bir başka problem ise maarif bakanlığı'nın koyduğu yasaktı. talebelerin kulüplerde oynamasının yasaklaması, futbolcu kaynağı lise olan galatasaray kulübü için büyük bir sıkıntı yaratıyordu. ikinci nedenin kulüp içinde yaşanan huzursuzluk olduğu söylenebilirdi. idare heyeti 2,5 sene içinde 5 defa değişmişti. üst üste alınan kötü sonuçların ardından gelen eleştiriler, yönetimi olduğu kadar futbolcuları da olumsuz etkilemekteydi.
galatasaray'a yönelik en sert eleştirilerin sahibi aynı zamanda kulübün üyesi olan eşref şefik'ti. kısa sürede kulüp içindeki muhalif grubun sembol ismine dönüşecek olan şefik yazılarında, takımın kötü gidişatını yönetine mal ediyor; galatasaray'ın mevcut haliyle "ecnebi takımlarla maç kombinezonlarına girmesinin mümkün olmadığını" söylüyordu. eşref şefik de diğer muhalif üyeler gibi, liseli talebelerin takımda oynayamayışını ve söz konusu kötü gidişatı, kulübü "profesyonel" anlamda yeniden yapılandırmak için bir fırsat olarak görmekteydi. ancak yaptığı ağır eleştiriler 3 şubat 1933 tarihli kongrede kulüpten ihraç edilmesine mal oldu. sadun galip kongrede, eşref şefik'e nefsi müdafaa hakkı verilmemesini sert bir dille eleştiriyor; yusuf ziya bey ise eski heyetlerde çalışanların başarılı olamadıklarını söyleyerek, yönetimin gençlere devredilmesi gerektiğini iddia ediyordu. işte bu kongrede yaşananlar muhalif grubun ayrılığına kadar giden sürecin fitilini ateşlemişti. miııiyet'ten cumhuriyete, son posta'dan vakit'e tüm istanbul basını eşref şefik'in ihracından söz ediyordu.
açık söyliyelim: bizler falaka ile büyümüş nesilleriz. çocukluğumuzda büyüklerin yanında söz söylemek en büyük suçlardan biriydi ve ilk mektep sıralarında münakaşa sevdasının cezası kızılcık sopasıydı. bir çoklarımız fikirlerimizi açıkça söylemek istediğimiz vakit hala ayaklarımızın altında o ince değneklerin keskin yanığını duyuyoruz; eşref şefik gibi düşündüğünü yazmak cesaretini gösterenlere karşı da bazılarımız mahalle mektebi hocasının göreneğile hemen gazaba gelip falakaya sarılıyoruz. osmanlı imparatorluğu bize çocuk ve siyaset terbiyesi olarak bu iki usulden başka ne gösterdi ki: falaka ve cellat satırı! galatasaray kulübünde hakiki cumhuriyet ilan etmek saati çalmıştır. ("galatasaray'da ne oluyor?" gol, 7 ocak 1933, no. 89)
peyami safa "falaka ile büyümüş nesiller" başlıklı yazısında "eski kuşak" galatasaray yönetiminin eleştiriye tahammülsüzlüğünü dile getirmekteydi. ancak "galatasaray'da cumhuriyet ilan etmek" ifadesi, "gene kuşağa şans vermek" anlamına da geliyor olabilir miydi? kulüp içi çatışma, bir süre sonra kulüpler arası bir boyut kazanacaktı. genç ve muhalif kuşak olarak tanımladığımız grubun üyeleri yönetimi ele geçiremeyince, yusuf ziya bey başta olmak üzere galatasaray'dan peş peşe istifa edeceklerdi. öniş'in kulüple ilişkisinin kesilmesinin üstünden henüz bir hafta geçmeden eşref şeflk'in 24 şubat tarihinde akşam gazetesindeki yazısında ortaya attığı proje, ateş-güneş'in nasıl ve hangi amaçla ortaya çıktığı konusunda benzersiz ipuçları vermekteydi. eşref şefik, ülkeye gelecek yabancı takımlarla maçyapmak üzere özel olarak seçilmiş futbolculardan oluşan "seçme bir takım" kurulacağından bahsetmekleydi. takımın başında avusturya dan getirtilecek "muktedir" bir antrenörün bulunması öngörülüyordu. o dönem uluslararası karşılaşmalarda "futbolun beşiği" ingiltere'ye kafa tutan avusturya, modern futboldaki ekolümüzdü. söz konusu projeyi hayata geçirecek kişilerin ismi zikredilmese de "memleket spor idareciliğinde uzun seneler tecrübe görmüş" ve "avrupa sporunu yakından takip etmiş'' olma gibi özellikler, öniş ve ekibine işaret ediyordu. zaten kısa bir süre sonra türkspor dergisi söz konusu projenin başında yusuf ziya bey de birlikte arkadaşları sadun galip, nüzhet bey ve eşref şefik'in bulunduğunu açıkça ortaya koyacaktı. seçme takım haberi spor efkârında çok ses getirmiş, gazete ve dergilerde hararetli tartışmalar dönmeye başlamıştı. olimpiyat dergisi, seçme takımın kadrosunda sadece istanbul dan değil. ankara, izmir, trabzon, konya ve adana gibi muhtelif kentlerden de futbolcuların bulunacağını, bu futbolculara iş ve eğitim imkânları sağlanacağını muştuluyordu. bu, seçme takımın profesyonel bir yapılanma içinde olacağı anlamına gelmekteydi kemal rıfat, aynı dergide yayınlanan bir yazısında, ülke futbolu için yeni bir model öngörüyor ve anadolu'nun muayyen mıntıkalara bölünerek, seçme takımın özel karşılaşmalar yapmak üzere bu mıntıkalara gönderilmesi gerektiğini söylüyordu. bu şemada istanbul aracı bir konumda, batı'dan öğrendiğini doğuya aktarıyordu.
olimpiyat'ın olumlu yaklaşımı karşısında, türkspor'un "profesyonellik kokusu veren" bu projeden hiç hoşlanmadığı açıktı. dergiye göre, "türkiye'nin spor bünyesi profesyonelleşmeyi kaldıracak inkişafı henüz bulmamıştı." yine de böyle "büyük masraflı" bir proje illâ hayata geçirilecekse, seçme takımın doğrudan fenerbahçe kabul edilmesi ve onun üzerinde çalışılması gerektiği yazılmaktaydı. aynı tarihlerde takım kaptanlığının zeki rıza sporel'den rica edileceği yönünde haberler de basında yer aldı. akşam gazetesine göre, spor efkârı seçme takımın forma rengi konusunda ikiye bölünmüştü ve bazdan sarı-kırmızı derken, çoğunluk sarı-lacivertten yanaydı.
hepsi eski galatasaraylılardan oluşan "müteşebbis" bir ekip tarafından kurulacak seçme takımın renklerinin sarı-lacivert seçilmesi ilk anda kulağa şaşırtıcı gelmekteydi. nitekim kısa bir süre sonra aynı ekibin bu defa "sarı kırmızı" adıyla bir kulüp kurmaya çalıştıkları gündeme gelecekti. gol dergisine kulübün yakında faaliyete geçeceğine dair bilgi veren yöneticinin ifadeleri, aynı zamanda bu kişilerin eski kulüpleri ile girdikleri mücadeleyi de gözler önüne sermekteydi: "uzun seneler emek verdiğimiz ve rengini çok sevdiğimiz sarı kırmızı kulübümüzün ismi olacaktır. herhalde güzel bir lokalimiz olacak, kuvvetli bir futbol takımımız olacak ve herhalde galatasaray kadar şerefli bir kulüp olacağız."
bir avcılık kulübüne ait olduğu gerekçesiyle "sarı kırmızı" ismini alamayan eski galatasaraylılar bu defa, "sarı kırmızı"yı ve dolayısıyla galatasaray'ı çağrıştıracak bir başka isme, "ateş-güneş"e yöneldiler. "ateş güneş evlatları" zaten uzunca bir süredir galatasaraylılar için kullanılan bir takdir ifadesiydi. ateş-güneş, spor efkârında büyük tartışmalar yaratan tüm bu olayların sonunda, 1933 yazında kurulmuş oldu. kulüp, ileride tartışılacağı üzere, gerek profesyonel hüviyeti ve gerekse dış temaslara verdiği önem bakımından eşref şefık'in sözünü ettiği seçme takımın işlevlerini yerine getirmekteydi. ancak ateş-güneş, bir spor projesinden ibaret değildi. kulüp, sivil dinamiklerin oldukça zayıf olduğu spor dünyasında liberal görüşlü siyasi elitlerin kanatlan altında gelişecekti. devletçi bürokrasinin spor anlayışının çok uzağında olan bu kulüp, ancak liberallerin devlet katındaki güçlerinin ani bir tecrite uğradığı 1938 yılına değin ayakta kalabilecekti.
şubat'ta eşref şefik'in ihraç edilmesinden temmuz ayına kadar geçen sürede galatasaray kulübünden ayrılanların sayısının yirmi yediyi bulduğu bilinmekteydi. bu rakamın galatasaray gibi köklü bir kulüp için tehlike yaratacak bir boyutta olduğu söylenemezdi. peki, ayrılıkçı grubun sosyoekonomik arka planı galatasaray'ın rakibi olacak kulübün gücü hakkında birtakım ipuçları sağlayabilir miydi? tûrkspor dergisine göre, galatasaray'dan ayrılanlann bir kısmı müteşebbisler, diğer kısmı da iş bankası istanbul şubesi memurları idi. dergi, ateş-güneş'i kuranların "bankanın istanbul şubesi erkânı" olması sebebiyle, galatasaray'daki diğer iş bankası çalışanlarının da istifa ederek yeni kulübe girmelerini "beklenen pek tabii" bir hareket olarak değerlendirmişti. olimpiyat dergisi ise galatasaray'dan ayrılanların isimlerinj ve mesleklerini detaylarıyla vermişti. buna göre yirmi yedi ismin dokuzu is bankası'nın çeşitli kademelerinde görev yapan memurlardı. geri kalanlar arasında yönetici, sigortacı ve gazeteci gibi çeşitli meslek gruplarından kişilere rastlanmaktaydı.
görüldüğü gibi, ateş-güneş kulübünün kuruluşuna önderlik eden kadroda "aferistler" olarak da bilinen iş bankası grubunun dikkat çekici bir ağırlığı vardı. iş bankası celal bayar tarafından 1924 yılında, ülkede özel sermaye girişimlerini teşvik edecek milli bir banka olarak kurulmuştu. korkut boratav'ın da belirttiği gibi, erken cumhuriyet döneminde siyasi kadrolarla sermaye çevrelerinin bir araya gelmesinde önemli bir yere sahip olan banka, çeşitli iktisat politikası kararlarını özel sektörün istekleri doğrultusunda yönlendirmede oldukça etkili bir baskı grubu oluşturmuştu. buna bağlı olarak rejim eliti içinde liberal görüşü temsil eden bayar ve iş bankası çevresi, devletçiler tarafından özel sektörü kayıran ve devlet girişimciliğini baltalamaya çalışan bir zümre olarak görülmekteydi. bu kadroya, iş bankası'nın fransızca karşılığı olan "banque d,afîaires"den esinlenerek, aynı zamanda "çıkarcı" anlamında da kullanılan "affairiste" sözcüğünü çağrıştıracak şekilde "aferistler" denmekteydi. tûrkspor dergisi, iş bankasında çalışan galatasaray üyelerinin birer birer kulüpten ayrılmasını, yusuf ziya öniş'in bankanın üst düzey yöneticisi olmasıyla ilişkilendirilmışti. iş bankası istanbul şubesi müdürü öniş dışında, kulübün başkanlık koltuğunda oturan cevat abbas gürer de iş bankası idare meclisi üyelerindendi. ayrıca iş bankası genel müdürü ve dönemin iktisat vekili mahmut celal bayar'ın da kulüp üyesi olduğu bilinmekteydi. peki, banka ile kurulan organik ilişkinin kulübe finansal destek sağladığından söz edilebilir miydi? ateş-güneş, ileride görüleceği gibi, sportif ve sosyal olmak üzere çok geniş bir yelpazede faaliyet göstermiş; farklı kulüplerden ve hatta kentlerden futbolcuları kadrosuna dahil etmiş ve birçok yabancı temas gerçekleştirebilmişti. tüm bunlar diğer kulüplerin yapamayacağı maliyette işlerdi. bu anlamda ateş-güneş'in galatasaray karşısındaki gücünü maddi olanaklarından aldığı pekâlâ söylenebilirdi. iş bankasının özellikle 1920lerin sonundan itibaren istanbul'da futbol, boks, atletizm ve denizcilik gibi spor dallarını desteklediği bilinmekle birlikte, ateş-güneş'e doğrudan bir yardımı olup olmadığı tespit edilememiştir. ancak ülkenin en başarılı futbolcularını kulübe katmak çabasındaki yöneticilerin, futbolculara iş bankasında memuriyet sağlamaya yönelik vaatlerinin, en azından takımın önemli oyuncularından faruk ve reşad nezdinde gerçekleştiği tespit edilmiştir. devletin liberal kanadına olan yakınlığın güneş'in yükselişinde farklı dinamiklerin varlığına işaret ettiği bir gerçektir.
ateş-güneş kulübünün, henüz kâğıt üstünde bir proje halindeyken bile profesyonel bir yapılanma içinde olacağı bilinmekteydi. yabancı takımlar karşısında "varlık gösterebilecek" bir futbol takımı kurma gayretindeki yöneticileri, bazen istihdam bazense yurtdışında tahsil gibi vaatlerle ülkenin en iyi futbolcularını transfer etmeye çalışmaktaydılar. bu tip ikna yöntemleri, siyasi elitlerin sporda amatörlük iddiasına tamamen aykırıydı. sporun şöhret ve paraya ulaşmak yerine, iyi huyluluk, sorumluluk ve sağlıklılık gibi niteliklerin geliştirilmesi için yapılan bir etkinlik olarak algılanmasına gayret etmekteydiler. bununla birlikte, daha önce belirtildiği gibi ateş-güneş'in yükselişte olduğu dönemde siyasi elitlerin spor konusunda mutlak bir uzlaşma içinde olduğu söylenemezdi. 1936'da türkiye spor kurumu'nun kurulmasıyla devletçilerin spor alanındaki nüfuzu artmış, ancak beden terbiyesi genel müdürlüğünün kurulduğu 1938 yılında kadar kemalist spor poateş-güneş, faaliyete geçer geçmez yabancı takımlarla temaslar yapmaya başladı. tespit edilen ilk dış temas, 1933 yılında cumhuriyetin 10. yılı şerefine düzenlenen tamisvar karşılaşmaşıydı. avusturya'dan libertas, yunanistan'dan olimpiyakos, isviçre'den servette ve macaristan'dan seget takımları ateş-güneş'in istanbul'a davet ederek maç yaptığı takımlardan bazılarıydı. bu organizasyonların çoğu fenerbahçe kulübü ile işbirliği içinde gerçekleştirilmekteydi. burhan felek'in ifadesiyle ateş-güneş, "galatasaray'ın ananevi fenerbahçe rekabetini dostluğa çevirmişti. bu, ates-güneşli yöneticilerin eski kulüplerine karşı başlattıkları psikolojik savaşın bir parçası olarak yorumlanabilirdi. ateş-güneş ve fenerbahçeli futbolculardan oluşan muhtelit takımın yabancı takımlar karşısında aldığı başarılı sonuçlar, 1937 yılında futbol federasyonu'nun yugoslavya karşısında oynanacak maçta milli takımı, bu iki kulübün oyuncularından kuracağı söylentilerini gündeme getirdi. gerçekten de güneş kulübü, dönemin bir diğer güçlü ekibi fenerbahçe ile beraber "milli takım" hüviyetinde çalışıyor; kah yabancı takımları istanbul'a davet ederek, kâh yurtdışında turnuvalar düzenleyerek uluslararası temaslara imza atıyordu. futbolun dışında kulübün önem verdiği bir diğer spor dalı güreşti. çekoslovakya'dan gelen bir güreş takımıyla yapılacak karşılaşmaların organizasyonu güreş federasyonu tarafından güneş'e verilmişti. 1937 yılında güneş kulübünün ankara'da açılan şubesi tarafından "büyük güreş müsabakaları düzenlenmiş ve halkevi'nde düzenlenen bu organizasyona atatürk de teşrif etmişti. sporda profesyonellik, özel teşebbüs ve kulüp özerkliği gibi olgular dikkate alındığında ateş güneş'in pek çok açıdan liberallerin spor anlayışını yansıtan bir kulüp olduğu iddia edilebilirdi. ayrıca devletçi elitlerin mesafeli tavırlarının aksine futbolun popülaritesi liberallere oldukça cazip gelmekteydi. ateş-güneş örneğinde de, nizamnamesinde yer alan "cumhuriyet hükümeti'nin büyük bir ehemmiyet verdiği atçılık, binicilik, atıcılık ve dağcılık gibi vatan müdafaasına hazırlayan sporlarla meşgul olmak" maddesi ne rağmen, yöneticilerinin en fazla yatırımı futbola yaptıkları görülmekteydi. bu bağlamda 1950'de iktidara gelen demokrat parti'nin spor alanındaki liberal açılımları akla gelmelidir. sporun devlet hegemonyasından kurtulduğu 19501er, spor kulüplerinin kurulması önündeki bürokratik engellerin ortadan kaldırıldığı, futbolun diğer spor dalları arasından sivrilerek kitleselleşmeye başladığı, profesyonelliğin resmiyet kazandığı ve profesyonel milli liglerin kurulmaya başladığı bir dönemdi. bu çerçeveden bakıldığında 1951 yılında profesyonellik nizamnamesini kabul eden futbol federasyonu başkanı ulvi ziya yenalin bir taraftan eski bir ateş-güneşli, diğer taraftan ise demokrat parti üyesi olması pek de şaşırtıcı değildi. önemli bir not olarak kaydetmek gerekir ki demokrat parti'nin iktidara geldiği sene, yusuf ziya öniş de yaklaşık otuz yıl sonra yeniden galatasaray kulübü başkanlığına yükselecektir. ateş-güneş'in önde gelen üyelerinden fuat köprülü ve celal bayar'ın demokrat partinin kurucuları arasında olmasının yanı sıra, yine kulüp üyelerinden eşref şefik atabey ve kemal salih sel gibi isimlerin de demokrat parti safında siyasete atılmaları kayda değerdir.
ateş-güneş kulübünün devletin liberal kanadı ile ilişkisini spor dışı faaliyetleri üzerinden de izlemek mümkün. her şeyden önce ateş-güneşin, nizamnamesinde yer aldığı şekliyle "içtimai bir kulüp" olarak kurulduğuna dikkat etmek gerekir. nizamnamenin ikinci maddesinde yer alan kuruluş amaçlarından ilki "milli kültür ve ülkü dairesinde ilmi, sıhhi, bedii, iktisadi, içtimai ve terbiyevi seviyeyi yükseltmek" ve ikinci "öz türk dili cereyanları ile alakadar olarak t.d.t.c türk dili tetkik cemiyetinin bu hususta tespit edeceği esasları yaymaya çalışmak" şeklinde belirtilmişti daha önce sözü edilen spora ilişkin amaç ise üçüncü sırada gelmekteydi. ateş-güneş kulübünün spor dışı etkinlikleri arasında konferans, çay, balo, film gösterimi, yılbaşı eğlencesi ve çocuk şenliklerinin yer aldığı görülmekteydi. başta cevat abbas gürer olmak üzere, fuat köprülü ve neşet ömer bey gibi dönemin önde gelen siyasi figürlerinin verdiği konferanslarda "kültür inkılabı," "türk ırkı ve dünyaya yayılışı" ve "ulu gazi ve türkiye'yi esirlikten kurtarma mücadelesi" gibi konular işlenmektedi. özellikle kulüp başkanı gürer'in söylevlerinde kullandığı dil, kulübün öztürkçeyi yaymaya yönelik hassasiyetine güzel bir örnek teşkil etmekteydi. tüm bu faaliyetlerin resmi ideoloji ile kusursuz biçimde örtüştüğü pekâlâ söylenebilirdi.
taksim sıraselviler'deki kulüp lokalinde gerçekleştirilen etkinliklere çoğunlukla kulüp üyeleri ve ailelerinden oluşan yaklaşık yüz elli kişilik bir kitle katılırdı. 1934 yıhnda celal bayar şerefine düzenlenen "celal bey günü" adlı çocuk şenliğine gelenler arasında bayar'ın torunu demirtaş ve fuat köprülünün oğlu orhan köprülü de bulunmaktaydı. ateş güneş, iş bankalıları, müteşebbisleri ve diğer liberal görüşlü siyasi elitleri bazen konferanslarda, bazen çay toplantılarında, bazense yılbaşı eğlencelerinde bir araya getiren içtimai bir kulüptü. kulüp, gücünü devletin liberal kanadından alıyordu. kulüp başkanı cevat abbas bey "mutat zevat" olarak da anılan; mustafa kemal'in her daim çevresinde olan kişilerin başında gelmekteydi .kulübün kıdemli üyesi celal bayar, ekonomiye dair görüş ve çalışmalarıyla mustafa kemal'in takdir ettiği bir siyaset adamıydı. iş bankası kariyeri bayar'ın sadece ekonomiden anlayan bir uzman ve iyi bir yönetici olarak ünlenmesini değil; rejim eliti içinde güçlü bir odak haline gelerek, dönemin belli başlı siyasi figürlerinden biri olmasını sağlamıştı. devletçi kanadın sembol ismi inönü ile birlikte politik mesai yapmasına rağmen, bu iki devlet adamının siyasi bir rekabet içinde olduğu aşikârdı. 1937 yılının ekim ayında atatürk'ün bayar'ı iktisat vekilliğinden başvekilliğe yükseltmesi yönetim eliti içinde liberallerin gücünü artıracaktı.
güneş kulübü'nün önde gelen bu iki simasının mustafa kemal ile olan yakınlıktan, "atatürk metaforu"nun kulüp faaliyetlerinde yoğun bir şekilde işlenmesi sonucunu doğuracaktı. atatürk ile gerek nesnel, gerekse sembolik düzeyde kurulan bağ, profesyonellik ve futbolda yarattığı rekabet noktasında dönemin spor politikalarına aykırı tutumuna rağmen güneş'in, devletin ağırlığının her alanda olduğu gibi sporda da arttığı 1930ların dünyasında uzunca bir süre ayakta kalmasına yardıma olacaktı. güneş kulübünün atatürk ile ilişkisi birkaç değişik biçimde kendini gösteriyordu. öncelikle kulübün başkanlığını mustafa kemal'in yaverinin yapıyor olması büyük bir güç kaynağıydı. ikincisi kulübün "ateş-güneş" şeklindeki ismini "güneş" olarak değiştiren de mustafa kemal'di. ayrıca kendileri ilki 1934, ikincisi 1935 yılında olmak üzere kulübü iki defa ziyaret etmişti. atatürk ve inkilapları üzerine düzenlenen konferansların yanı sıra, yılbaşı kutlamalarında atatürk'e telgraflar çekiliyor, çocuk şenliklerinde atatürk'e methiyeler okunuyor, kulübün hemen her etkinliğinde gaziye mutlaka bir referans yapılıyordu. 19 mayıs gününün "atatürk günü" olarak kabul edilmesi teklifi ilk defa 1934 yıhnda güneş kulübü tarafından tici'ye sunulmuş ve bir sonraki sene
19 mayıs kutlamaları tüm ülke çapında yapılmaya başlanmıştı. kulübe ait yazdı ve sözlü metinlerde yer alan "türk milletinin deha güneşi", "güneş başlı atamız" ve "türk varlık ve benliğini yaratan sevgili güneşimiz" gibi ifadeler güneş'i metaforik düzlemde de mustafa kemal ile ilişkilendiriyordu. kulübün ambleminde yer alan güneş atatürk'ü; güneşten çıkan altı şule de kemalizmin "altı ok"unu temsil ediyordu.
hız aldım atatürk'ten/ alnım açık yukarda ölçülmez gücüm var/ başta kolda bacakta/ ileri durmadan ileri san aldım atatürk'ten/ onun sözüdür sözüm ülküde hem savaşta/ ona bağlıdır özüm/ ileri durmadan ileri ad aldım atatürk'ten/ ona tapmaktır işim yaşarken de ölürken de/ o benim güneş'im/ ileri durmadan ileri.
nihad topçubaşı tarafından kaleme alınmış güneşlilere ait bu marş, kulübün atatürk üzerinden kurmaya çalıştığı kimliği tasvir etmekteydi. atatürk fetişizminin, galatasaray, fenerbahçe ve beşiktaş gibi çeyrek asırlık maziye ve köklü aidiyetlere sahip spor kulüplerinin arasında yer bulmaya çalışan güneş'e resmi ideoloji ile örtüşen meşru ve güçlü bir kimlik kazandırdığı söylenebilirdi. öte yandan kulübün tam da celal bayar'ın yükselişte olduğu yıllarda rakiplerini geride bırakarak ülkenin en güçlü kulübüne dönüşmesi ve ardından atatürk'ün ölümüyle başlayan sürecin başında faaliyetlerine son vermesi de tesadüf değildi.
* * *
ateş-güneş'in kısa sürede sağladığı sportif başarı ele alındığında, siyaseten güçlü kulüp üyelerinin söz konusu yükselişte oynadığı rol bir defa daha fark edilecektir. 1933 yılında kurulan ateş-güneş, yeni bir kulüp olduğundan dolayı resmi liglere üçüncü küme'den başlamak zorunda olmasına rağmen, kulüp yöneticileri birinci küme'ye "kestirmeden" çıkmak için kumkapı ve istanbulspor gibi kulüplerle birleşme yoluna gideceklerdi. birleşme girişimleri başarılı olamamış, ancak 1935 yılının temmuz ayındaki istanbul bölgesi spor kongresinde bölge futbol başkanlığına kulübün kurucularından kemal rıfat kalpakçıoğlu'nun seçilmesi, güneş'in "birinci küme'de mücadele edebilecek güçte bir takım olması" gerekçesiyle birinci küme'ye dahil edilmesiyle sonuçlanmıştı. güneş takımı, balıkesir'den izmir'e ülkenin farklı kentlerinden kadrosuna kattığı yetenekli oyuncuları ile lig serüveninin başladığı 1935-1936 sezonunda beşinci, 1936-1937 sezonunda ikinci olacak; 1937-1938 sezonunu ise istanbul birinci küme ve aynı zamanda milli küme şampiyonu olarak kapatacaktı. kulübün ligdeki son sezonunda yakaladığı şampiyonlukta, celal bayar'ın başbakan olmasının ardından futbol federasyonu başkanlığına getirilen kulübün kurucularından sedat rıza istek'in payı olduğu düşünülebilir. lakin federasyon, daha önce eşine rastlanmamış bir averaj uygulamasına başvurarak, güneş'in kendisi ile aynı puana sahip fenerbahçe ve beşiktaş'ı geride bırakmasını sağlamış; hatta beşiktaş'ın ligi namağlûp kapatmasına rağmen şampiyonluk unvanını güneş'e vermişti. siyah beyazlı kulüp averaj uygulamasının yarattığı adaletsizliğe itiraz edecek, güneş lehine alınan nihai karar spor çevrelerindeki tartışmaları alevlendirecekti.
kırmızı-beyaz dergisi güneş'in kazandığı bu şampiyonluğun, dört ay önce kulübün kapatılacağı yönünde çıkan söylentilere bir cevap mahiyeti taşıdığını iddia etmekteydi. gerçekten de kısa bir süre önce kulübün spor şubelerini kapatarak sadece içtimai bir kulüp olarak faaliyetlerine devam etmesi gündeme gelmişti. elimizdeki bilgiler kulübün aldığı bu kararın nedeni konusunda kesin bilgi sunmasa da aynı tarihlerde fenerbahçe ve beşiktaş'ın da kapatılacağına dair söylentilerin basına yansıdığı görülmektedir. bu dönem esasen kulüpler arasında futboldan kaynaklı oluşan rekabeti önlemeye yönelik birer hamle olarak, ülkenin pek çok yerinde spor kulüplerinin kapatıldığı yahut tek bir kulüp çatısı altında birleştirildiği bilinmektedir. doğrudan bir bağlantı bulunamamış olsa da kulübün kapatılmasının ilk defa galatasaray ile oynanan son maçta yaşanan olayların ardından gündeme gelmiş olması dikkat çekicidir. kurulduğu günden beri güneş ile galatasaray arasında uzlaşma ve rekabete dayalı ikili bir süreç ilerlemekteydi. 1934'ten itibaren ateş-güneş'in galatasaray ile birleşeceğine yönelik dedikodular mütemadiyen basında yer alırken, sahada iki kulübün futbol takımları arasında amansız bir mücadele yaşandığı görülmekteydi "ayvalı maç" olarak da bilinen ilk karşılaşma l aralık 1935te oynanmış ve yaşanan şiddet olaylarının "hükümet merkezinde çok fena karşılandığı" bu maçı galatasaray 6-2 kazanmıştı. iki takımın istisnasız tüm maçları hadisen geçiyordu; ancak 4 temmuz 1937 tarihli son karşılaşma devletin spor kulüpleri arasındaki rekabete en üst düzeyde müdahale etmesini kaçınılmaz kıldı. bu aynı zamanda spor tarihimizde de kritik bir kırılma noktasıydı. ismet inönü maçın ardından bir bildiri yayınlayarak aralarında eski tici yöneticilerinin de olduğu kulüp yöneticilerini sert bir dille kınadı. bundan sonraki dönemde spor kulüpleri üzerindeki iktidar baskısı belirgin bir biçimde artacaktı. güneş'in kapatılması da ilk olarak spor kulüpleri ve devlet arasındaki iplerin gerildiği işte böyle bir iklimde gündeme taşınmıştı. ancak ilginç bir şekilde, güneşin kapatılması gündeme geldikten sadece bir hafta sonra yine aynı dergi, kulüp yöneticilerinin spor şubelerini kapatmaktan vazgeçtiğini ve kulübün "bilhassa futbol üzerindeki çalışmaları bu mevsim büsbütün artırarak" faaliyetlerine devam edeceklerini yazacaktı.
güneş, futbol üzerine çalışmalarına ağırlık verdiği 1937-1938 sezonunda istanbul şampiyon olacak, ancak kulüp tarihinin doruk olayı sayılabilecek bu şampiyonluktan kısa bir süre sonra futbol şubesini lağvedecekti. güneşli yöneticiler arzuladıkları başarıyı yakaladıkları bir dönemde futbol faaliyetlerinden neden vazgeçmişlerdi? galatasaray'ın dördüncü sırada bitirdiği ligde şampiyon olarak eski kulüplerine karşı giriştikleri mücadelede amaçlarına ulaşmış olabilirler miydi? bu durum ihtimal dahilinde olsa da, gücünü devletin liberal kanadından alan güneş'in varlığını sürdürmesinin nesnel koşullarının artık ortadan kalktığı bir gerçekti. atatürk'ün ağırlaşan hastalığı siyasi elitler arasında güç dengesinin değişeceğinin ve devletçi elitlerin ağırlığının siyasi, ekonomik ve toplumsal yaşamın her katmanında artacağının habercisiydi. yusuf ziya bey, sanıldığının aksine atatürk'ün ölümünden sonra değil; yaklaşık bir ay önce kulübün futbol, atletizm, güreş ve denizcilik şubelerinin kapatıldığını açıklamıştı. inönü'nün cumhurbaşkanı olmasının ardından, devletçi spor anlayışına aykırı tavrıyla güneş kulübü'nün değişen koşullar altında faaliyetlerine devam etmesi zaten mümkün olmayacaktı.
1920'lerin sonunda galatasaray içinde filizlenen iktidar mücadelesi, spor tarihimizin en özgül deneyimlerinden birine yol vermiş ve ateş-güneş kulübü, kemalist fizik kültürüne aykırı bir model-kulüp olarak spor tarihimizdeki yerini almıştır. ancak ateş-güneş'e sadece kulüp içi bir çekişmenin ürünü olarak değil; rejim eliti içinde spor anlayışındaki ayrışmanın bir tezahürü olarak bakılmalıdır. yusuf ziya öniş ve ekibi, genelde spora ve özelde futbola atfettikleri toplumsal işlevler bakımından devletçi/amatör gelenekten ayrılmaktadır. onlara göre futbol, hem yeni kurulan ülkenin uluslararası platformda temsil edilmesi, hem de spor ve beden terbiyesinin taşrada yaygınlaştırılması noktasında popüler bir araçtır. bu bağlamda ülke futbolunun gelişmesi için bir önkoşul olarak gördükleri profesyonelleşmeyi, galatasaray özelinde gerçekleştiremeyince kemalist spor ve beden terbiyesi politikalarının henüz tam anlamıyla konsolide olmadığı bu ara dönemde ateş-günes'i kurmuşlardır. sivil dinamiklerin oldukça zayıf olduğu spor ortamında, kulübün kurucu kadrosu devletin liberal kanadının desteğini almıştır. kulübün kuruluşundan şampiyonluğuna uzanan dönem aynı zamanda celal bayar'la birlikte devlet içinde liberal kanadın gücünün yükseldiği yıllardır. varlık gösterdiği beş yıl boyunca kulüp, sadece sportif faaliyetlerde bulunmamış; düzenlenen çeşitli etkinlikler ile liberal elit çevreyi bir araya getiren sosyal bir merkez halini almıştır. liberallerin siyasi ve ekonomik alanda güçlerini kaybettiği 1938 tarihinden sonra güneş'in de herhangi bir faaliyetine rastlanmamıştır. sporda profesyonelleşmeye inananların ideallerini gerçekleştirebilmeleri için demokrat parti iktidarını beklemeleri lazımdır.