her deplasmanın güzel bir hikayesi oluyor. bunun da öyle.
sabah arabayı eşimin iş yerine bıraktım. kızılayda da işim var diye. öğleden sonra arabanın yanına gittiğimde otoparkta arabanın önünde tam dört araba daha park etmişti ve benim işhanından dört araba sahibini de bulmam gerekiyordu çıkmam için. nevrim dönmüş ve deplasmandan neredeyse vazgeçmiş biçimde otoparktan çıktığımda bir baktım erdem ve bir arkadaşı karşıdan gelmekte (ve ben yanılmıyorsam daha önce de tanışmış olduğum bu arkadaşın adını hatırlamıyorum ). erdem'e arabayı gösterdiğimde erdem aradaki ufak boşluktan belki kaçıp diğer kapıdan durumu kurtarabileceğimi, erdem'im arkadaşı da madem araba var alkaralar pankartını benim götürebileceğimi söyledi. ben pankartı arabaya koyup erdem'in taktiğiyle orada kurtulunca önümüzdeki bir çok sorun halloluverdi. tabi bu duruma evren'in eskişehirdeki yorumunu da unutmamak gerek ki o da "üçünüz ancak bir adam etmişsiniz" idi. burada ortak akılda en geride olmak üzdüyse de ne edelim.
yola çıkmak yine de o kadar kolay olmadı. eşimi gidip bulunduğu yerden almak sonrasında yola çıktığımızda saat epeyce geçmişti. faakt azmederek ve 90 km'yi pek de geçmeyerek eskişehir'e 19:10 sularında vardık. sonra stadı bul, otopark bul, bilet al derken ancak neredeyse maç başlarken pankart ile birlikte stada girebildik.
her ne kadar diğer arkadaşlara polis özel muamele etmiş görünse de biz polisle ilgili hiç bir sıkıntı yaşamayıp üzerine bir de pankartı rahat rahat içeri sokunca ankara'daki uygulamalara epeyce saydırdım. fakat eskişehir'de stadı bulana kadar eskişehir'li şöförlere saydırmalarımla bunlar birbirini götürdü denilebilir.
maçla beraber yağmur da başladı. taraftarlık kültüründe kendini yüceltmenin bir yolu her ne kadar yağmur demeden çamur demeden deplasmana gitmekse de benim için durum biraz daha ters işliyor. bende yağmur, çamur, kar hep denk geliyor. dünkü maçta aklıma neler gelmedi ki. en çok da 2003 yılındaki fener maçı. aralıksız beş saat ıslanmamız.
daha önce denildiği gibi eskişehir deplasman tribünü gerçekten kötü bir noktada. dahası tribünün yapısı da kötü. çöktü çökecek gibi duruyor. ama yine de önceki anlatımlardan epeyce daha kötü bir tribün beklediğimden yine de kendimi çok kötü hissetmedim. beni bu duruma hazırlayan geçmiş deplasman anılarını anlatan arkadaşlara da bir teşekkür edeyim.
maç boyunca ıslanarak ve poşetler içerisinde izlemeye çalıştığımız maçtan aklımda sadece özgür'ün iyi oyunu, kalemize girmeyen top, polis köpeklerinin güzelliği kaldı. onun haricinde gerek tribünün konumu gerekse de yağmur nedeni ile pek de maç izlediğimi söyleyemeyeceğim.
sabah ise erkenden kalkarak (erken dediğim de sekiz bu arada) yola çıktık. yol sanki sadece bizim için oradaydı ve neredeyse sadece biz eskişehirden ankara'ya dönüyorduk. velhasıl güzel bir yolculukla da geri döndük. geri dönüşün en eğlenceli tarafı mola yerinde eşimin darlaması ile (çay nerede, çay söylemedin mi, çayı biz mi alacağız, çay, çay, çay .....) kernek turizm'in kaptanından çay istemem oldu ki, bunu da mazur gösterebilecek çok sayıda nedenim var aslında. her şeyden önce standart bir giyim tarzı, ve uykusuzluk.
öğle saatlerinde ankara'ya geldik. işlerimize dağıldık. bir sonraki deplasmanı beklemeye başladık.buna 16 desek 17. deplasmanımızı.