türkiye, ilk kez ay-yıldızı ile isviçre’deki dünya kupası finaline uçmaktadır 1954’ün bir erken haziran gününde; güney kore, almanya ve macaristan’la eşleşerek. ne grup ama...
kadere bakın ki, ‘54 kupası’nın o muhteşem finalini oynayacak en güçlü iki takım işe bizimle başlayacaktır. almanlar ilk oyunda, bern’in wankdorf stadında taş gibi takımlarıyla (iki walter’li) ayyıldıza karşı dizildiklerinde, usta suat’tan daha ikinci dakikada kalelerinde bir ilk gol göreceklerdir.
tarih: haziran 17, 1954. anımsıyorum, açık ve güneşli bir perşembe öğle sonrasıydı.
kupa harpten dolayı paris’ten zürich’e taşınmış, fifa’nın ülkesinde oynanıyordu.
türk takımının ilk onbiri o zaman güçlüdür. kalede, berlin’de olimpiyat stadı’nda üç sene önce almanları durdururken parlamış, uzun sürecek spor yıllarına kaptan başlamış ve hep kaptan kalacak yakışıklı turgay: akıllı, modern, güçlü, okuldan galatasaraylı, örnek sporcu, sanki bir genç türk “yaşin”idir.
önünde taş gibi gözüpek, korkusuz, o zamanki dizilişe göre iki bek vardır. ankara karagücü’nden rıdvan ve taze fenerli, gele gelecek yılların mehmetçik basri’si.
onların önünde, bugünkü deyişle orta sahada, yıllarca milli takımın değişmez sağhafı “beton” mustafa, onun solunda tekniğiyle namlı galatasaraylı, rober ve ortalarında sessiz ve gösterişsiz kasımpaşalı çetin.
o zamanlar daha yeni profesyonel olunmuş; her şehirde yerel ligler var: ıstanbul ligi, ankara ligi... milli ligin kurulmasına zaman var. metin oktay henüz genç milli takımda ve de milli takımda beşiktaş’tan kimse yok.
forvet raket ayaklarla dolu. sağda eski fenerli sonradan adaletli erol (adalet, o zaman büyük bir atakla fenerbahçe’den oyuncu kapmış olan bir battaniye fabrikası takımıydı), yanında top tekniği kuvvetli galatasaraylı suat (sonradan küsüp bir beşiktaş serüveni yaşayacaktır), ortada iki fenerbahçeli sarışın feridun ve 10 numara formalı canavar burhan.
en uçta, solda, bir efsane: ordinaryüs lâkaplı lefter. fenerbahçe’nin ta kendisi demektir. kurnaz, kıvrak, canlı, fedakâr... futbolda geçerli her tanım kullanılır onun için. anlatması görmeyene pek kolay olmayan ve bugünlerde de bir benzerini göremeyeceğimiz bir topçudur.
“doğuştan olma” fenerbahçeliliğini bitirip, antrenör olarak gittiği yunanistan’a ısınamayıp evine geri döndüğünde yaşı 36-37 gibidir. tesadüfen gördüğümüz büyükada’da yerinde duramaz gibiyken, “yahu yarın keşke çıkıp oynasa istanbulspor maçına” diye içimizden geçirmiştik. ertesi gün bir mucize oldu, fenerbahçe lefter’li çıktı. kazanılan penaltıyı galiba o kaçırdı, ama bir tarih yaşanmıştı tıklm tıklım dolu dolmabahçe’de.
milli takımın sahada işte bu kadroyla, ama alışılmış düz beyaz forma yerine, pek sevmediğimiz beyaz şort ve göğsü ayyıldızlı kırmızı üst ile dizildiğini iyi kötü anlamıştık, parazitli bir radyo yayınında.
bir anlık büyük bir sevinç yaşanmıştı 1-0 olunca. 1950-54 arasında çok büyük galibiyetleri olmayan, sadece ünlü teknik direktörleri herberger’in “üç cephesi” diye bilinen, a, b ve amatör diye istim üstünde üç kadro yaratan almanlar, sanki sessizce, harpten sonra ilk katıldıkları bu kupayı almaya kararlıdır; hem de yenilgisiz efsane macarlara rağmen.
kupaya kadar fazla bir kazançları olmamıştır; iki isviçre galibiyeti, bizle bir yenilgi bir yengili durum, üstüne üstlük irlanda’dan dublin’de üç yemişler; sadece o zamanın güçlü takımı avusturya’yı viyana’da 2-0 yenmişlerdir.
ilk devre 1-1 kapanacaktır, bu iyi bir başlangıçtır bizce. “ya ya ya şa şa şa, türkiye türkiye çok yaşa”… almanlar ikinci devrenin başında 2-1’le ferahlar. altmışlı dakikalarda othmar walter de 3-1’i bulunca iyice rahatlarlar.
madrit’te dört yediği ispanya’yı, istanbul’da 1-0’la durdurup o zamanın usûllerine göre roma’da üçüncü maçı oynayan, 2-2 biten karşılaşmanın ardından “küçük franko”nun küçük elleriyle çektiği kurayla koca iberik’i kupa dışı ediveren, birkaç yıl önce berlin’in dev olimpiyat stadını onlara dar eden uçan kalecili ve isviçre’de “equipe fantome” (esrarengiz ekip) adı takılan korkulu türkleri artık geçmişlerdir. rahat bir nefes alacaklardır.