eray özer'in piknikte dömivole kitabında yer alan "almanya... (benim için) pek tatlı vatan" yazısından;
bu yazı, bir dünya kupası finali izlediğine hala inanamayan 28 yaşındak genç bir spor yazarının almanya'da -kimileri için acı ama bu genç bünye için tatlı vatanda- geçen günlerin bir özeti...
ve final... berlin... maç öncesine gidelim. okay karacan elimden tuttuğu gibi beni ntv'nin canlı yayınına götürüyor. ilk kez canlı yayına çıkacağım. güntekin onay yayında tahminimi soruyor. "uzatmalara veya penaltılara gider, italya alır" diyorum. ilk yayın için fena bir tahmin sayılmaz... şimdi yeniden basın merkezine döneceğim ve çantamı alıp maça gireceğim. ne, geldiğim yerden giremiyor muyum? şaka değil mi? hayır değil! stadın etrafını koşmak zorunda kalıyorum. ortalık yanıyor ve tam 20 dakika koşuyorum. maç öncesi gösterilerini kaçırıyorum. maçın başında da "allah'ım ben dünya kupası finali izliyorum" duygusuyla 15 dakika gidiyor, kalıyor 75 dakika.
aslında finali çok uzun yazmak istemiyorum. sadece zidane'ın materazzi'ye o meşhur kafayı attığı anı anlatıp bitireyim. maçın sonları olduğu için basın tribününde birçok kişinin kafası önünde, yazılar yazılıyor. o yüzden kafayı gören yok. kırmızı kart çıkınca herkes birbirine "niye gösterdi" diye soruyor. derken... masalardaki televizyondan kafanın atıldığı an gösterliyor. basın tribününden yüksek bir perdeden, "ouuuvvv!" diye ifadelendirilebilecek bir ses yükseliyor. ilk etapta herkes zidane'e kızıyor. henüz "ama acaba ne oldu da attı o kafayı" tartışmaları başlamamış durumda. toplu halde, "son maçında yediği naneye bak" düşüncesi hakim. zidane gidiyor. normal süresi ve uztmaları berabere biten maçta kazananı penaltılar belirliyor. güntekin'e de dediğim gibi, italya! çıkışta enfes bir havai fişek gösterisi izliyoruz. ve kupa bitiyor...