o, buenos aires doğumlu ve tam 95 yaşında. ülkesinde pancho & canoncito takma adıyla da tanınıyor. 1929, 1931, 1934 ve 1935'te copa america şampiyonluğunu tatmış. 16 kez giydiği arjantin milli formasıyla 6 gol atmayı başarmış.
o, 181 golle boca juniors'un profesyonel lig tarihinde en fazla gol atan oyuncusu unvanına sahip hem de sadece 8 sezon boca'da top koşturmuş olmasına rağmen. o, yaşayan bir efsane! onun adı francisco antonio varallo.
fifa'nın resmi yayın organı olan fifa magazine'de görevli roberto mamrud 2005'in sonlarına doğru varallo ile bir söyleşi yapmış.
ilk dünya kupası'na ait hatıralarını daha dünmüş gibi anımsayan ve büyük bir keyifle aktaran bu efsane oyuncuyla sizi baş başa bırakıyoruz...
-ilk dünya kupası'na nasıl çağrıldığınızı hatırlıyor musunuz?
-evet. biraz komikti. organizasyona 2 ay kala nerwton kupası'nda uruguay ile karşılaşacaktık ve beni ilk kez milli takıma çağırmışlardı. ilk yarıda adeta sürünmüştük. soyunma odasında bana sürekli aynı şeyi söylüyorlardı. topu takımın yıldızı olan bernabe ferreyra'ya geçirecekmişim. oysa ben ne pahasına olursa olsun kaleye vurmak için yanıp tutuşuyordum çünkü ona pas vermek istemiyordum. ikinci yarıya çıkarken bir başka oyuncumuz "nolo" ferreira bana şöyle dedi: "kale önünde dikkatli yer tut, topu sana atacağım, ama ne yap-et, golü at, yoksa ben rezil olurum!" gerçekten de ikinci devre, bir ara topu bana ortaladı ve ben de durumu 1-1 yapan golü attım. sevinçten nasıl çılgına döndüğümü tahmin edemezsiniz. kimseyi gölgede bırakmak niyetinde değildim. içgüdüsel olarak gole çok yatkın biriydim; sadece iyi oynamak ve gollerimi atmak arzusundaydım ve o gün her iki arzum da gerçekleşmişti.
-dünya kupası'nda sadece iki ay önce bir maça çıktınız ve sonra milli takıma seçildiniz öyle mi?
-evet. o uruguay maçından sonra hocamız "stilini beğendim" demişti. yine de dünya kupası'na çağrılmayı beklemiyordum. çünkü o zaman daha 19'uma yeni basıyordum.
-sonra nasıl oldu?
-inanılmazdı. benim için bir rüya gerçek oluyordu. o ilk kez düzenlenen bir kupaydı ve giderken bize dünyadaki değişik futbol ekollerini görüp çok şey öğreneceğimiz söylenmişti. gerçekten de ben çok şey gördüm ve öğrendim ama bizim takımda artık öğrenecek bir şeyi kalmamış denecek kadar büyük oyuncular vardı. ama ne yazık ki, o ilk kupayı kazanamadık.
-açılış maçı arjantin-fransa maçıydı, o maçla ilgili neler hatırlıyorsun?
-dünya kupası'na başlama maçımızı unutmam mümkün mü? hayal edin bir kere. henüz 19 yaşındayım. ikinci kez milli oluyorum ve fransa milli takımı'na karşı oynuyoruz...! montevideo'da parque central stadı'nda çok büyük bir kalabalığın önünde oynuyorduk. maça çıkarken perinetti monti ve kaptan ferreira'ya "nasıl oynamalıyım?" diye sorduğumu hatırlıyorum. ikisi de bana "nasıl iyi ve zevk alarak oynuyorsan öyle oyna" dediler. ben de çıkıp oynadım; iyi de oynamıştım.
-neler hissetmiştin?
-çok garip duygular içerisindeydim. maçın önemi üzerime çökmüştü, korkuyordum. bir ara maçın bitmesine 10 dakika kadar kalmıştı ve bir frikik kazandığımızı hatırlıyorum, luis monti bana "sen kullan" dedi. ben de "lütfen sen at" dedim çünkü stresten hasta gibiydim. o kullandı ve gol oldu. maçı 1-0 kazandık. müthiş ve hiçbir zaman unutamayacağım bir maçtı.
-peki o zaman o turnuvanın öneminin bilincinde miydiniz?
-bambaşkaydı ama hiçbirimiz turnuvanın büyüklüğüne dair gerçek fikre sahip değildik. arjantin "güç" anlamına geliyordu ve kaybetmek adeta bizim için zordu. 1927 ve 29'da copa america'yı kazanmış 1928'te de amsterdam'daki olimpiyatlarda final oynamıştık. dünya kupası'ndaki rakipler de hiç fena değildi. fransa, belçika, romanya yugoslavya ve tabii ki uruguay!
-uruguay yenmeniz gereken güçlü bir rakip miydi?
-kesinlikle. 1924 ve 28'te iki kez olimpiyat şampiyonu olmuşlardı. bu unvanı olimpiyatlarda kazanmışlardı. defansta nassazi, ortada andrade, fernandez, gestido ve ileride scarone, castro ve cea ile çok güçlüydüler. hem güçlüydüler hem de kendi evlerinde ve onları coşturan büyük bir taraftar kitlesi önünde oynuyorlardı. ama onları yenme zorunda olduğumuzu biliyorduk. ve inanın bana, bizim takım onlardan daha iyiydi.
-onlara karşı kendinizi üstün mü görüyordunuz?
-evet. hepimiz çok yetenekli oyunculardık ve futbol bizim için tanrı vergisi bir şeydi. birbirimize çok saygılıydık. ilk ismimizle çağırmazdık birbirimizi... bay ve soyadı kullanarak hitap ederdik.
-montevideo'daki o muhteşem centenerio stadı'nda, inşaatı henüz tamamlanmış o kutsal futbol mabedinde sahaya çıkmak nasıl bir duyguydu?
-müthiş bir şeydi. nefesimiz kesilecek gibiydi sanki. centenario o zamanlar gerçekten de eşsiz bir stattı. betondan abide gibiydi. ne stattı ama! 80 bin kişi her uğuldadığında nefesim kesiliyordu adeta. mimari açıdan öyle bir sanat şaheserinde açılış töreni de muhteşemdi elbette.
-antrenmanlarda nasıl hazırlanırdınız?
-o zamanlar, şimdilerde olduğu gibi her takıma ayrı bir antrenman sahası falan tahsis edilmezdi. dışarıda, açık alanda, yemyeşil arazide bir yandan monti'nin inekleri kovaladığı bir alanda koştuğumuzu ve üşüdüğümüzü hatırlıyorum.
-maçlardan önce kimse sizi toplayıp takım konuşması yapar mıydı?
-francisco olazar bizim takımın teknik eksperiydi ama ağzını çok zor açardı. biz o zamanlar taktik falan gibi konularda pek konuşmazdık; çünkü o zaman öyle bir şey olduğuna pek inanmazdık. hocaların tanımlanmış bir oyun planları falan yoktu. doğrusunu isterseniz, her bir oyuncu kendi bildiği gibi sahaya çıkar ve herkesin içgüdüsel olarak sahada ne yapmasını bilmesinden doğan, o an oluşan bir taktik oluverirdi. o kadar basitti. kimin oynayacağına da oyuncular karar verirdi.
-dirençle karşılaştığınız maçlar..?
-evet.. şili'ye karşı oynadığımız maç. o maçı kazanmak için amma uğraşmıştık. ve o maç bizi yarı finale taşıdı. o gün maç bitmek üzereyken arkamda duran rakip oyunculardan biri bana öyle sert bir tekme savurdu ki, bir sonraki maçta oynayamamıştım. finale saklamışlardı beni. ama tedavim tam gerektiği gibi olmadığından daha sonra futbola normalden erken veda etmem bile gerekti.
-ve beklenen final geldi...
-evet, kafamın adeta içini oyuyordu final maçının heyecanı. hepimiz kazanacağımızı düşünüyorduk. ama futbol bazen size cilve yapar ve biz o maçtan çok sonra bile kaybettiğimize bir türlü inanamayacaktık. birinci devrede 2-1 öndeydik ve devre öyle bitti. ikinci yarı bir türlü üçüncü golü atamıyorduk. uruguay'ın kendine güveni geldi ve 3 gol birden buldu. inanamadım. final muazzamdı. tribünlerde uğultular, bağırış, çağırışlar... sanki büyük bir parti havası vardı. uruguay şampiyon olmuştu. o ilk kupanın büyülü atmosferini unutmam mümkün mü?
-bize bir anekdot aktarmak ister misin?
-evet! iyi bir tane var. bir gün, o dönemin meşhur tango şarkıcısı carlos gardel bize geldi ve bizim için şarkı söylemek istediğini söyledi. orada olmak, bize şarkılarıyla destek vermek, arjantin'i yaşatmak istiyormuş bize. elimi sıkmıştı. o gün hepimiz ağlaştık. ayrılırken de bize, "çocuklar siz gollerinizi atın, ben de şarkılarımı söyleyeyim" demişti. unutamam!
-ilk dünya kupası finalinde yer alan oyuncular içinden hayatta olan tek futbolcusunuz, bunu biliyor muydunuz?
-biliyorum. peki siz, 95 yaşında olmama rağmen hayattan her zamankinden daha fazla keyif aldığımı biliyor musunuz? hatta bunun sohbetini bile edebiliyorum sizle..!