denizli'ye giderken dört-dört-iki'ye yazacağımdan haberim yok. dünya kupası, avrupa şampiyonası, şampiyonlar ligi gibi bir olaya tanıklık etmeye gidiyorum. bir yanda üçleme peşindeki fenerbahçe, diğer yanda "süper" kalmak isteyen denizlispor. ege ekibinin patronu nurullah sağlam'ın mükemmel benzetmesiyle, biri pasta, diğeri kuru ekmek derdinde iki takımın buluşması... heyecanımı azaltan üç neden var: 1) fenerbahçe'nin, denizlispor'a üç maçta 13 gol atması, 2) takım arkadaşım eray özer'in "türk futbol tarihinde, son düzlükte değişik sonlara yer yok" demeci, 3) pazar günü uçağın saati (07.00)...
kargalar kahvaltı için henüz kalkmamışken bir diğer formadaşım bağış erten'i alarak havalimanına doğru ilerliyoruz. arabaya binince her zamanki müthiş enerjisiyle maçın anlam ve önemini bana hatırlatacak diye ümitliyim sayın erten'in. ondan da tık yok... yaktın bizi türk hava yolları!
otele vardığımızda perişan haldeyim. odaların hazır olmadığı haberiyle sarsılıyorum. resepsiyondaki görevli, kahvaltı alınıp alınmayacağını soruyor. ekipte cevap ortak: "alırız." şuursuzca soruyorum: "ben almayacağım, odama geçebilir miyim?". görevli "beyefendi, odanız..." diye başlarken "anladım" mahiyetinde kafamı sallıyorum. kahvaltıdayken telsizden anonslar birbirini takip ediyor: "512 hazır, 413 hazır..." benim ki kaç acaba? görevliye "uyku... uyku..." tadında bakıyorum. aniden "ıq... ıq... odan hazır değil anlamıyor musun?" balonu beliriyor, kuvvetle muhtemel hayal görüyorum. talihsiz serüvenler dizisi, zırt pırt çalman kapı, telefonu sessize almayı unutma yüzünden devam ediyor. ve sonunda dalıyorum: mutlu son...
öğle yemeğinde cüneyt karakaya ve erdoğan şenay'la birlikte ufaktan futbolu kurtarıyoruz. rakının yerinde kola, ayran, fanta, bilimum meşrubat var. alkolsüz de oluyor bu kurtarma hadisesi anlayacağınız! ilginçtir, denizlispor-fenerbahçe kapışması muhabbetin motoru değil sohbetimizde. lobide de, stada giderken de fazlaca bahsedilmiyor açıkçası. cordoba'nın zoraki vedası, sergen'in galatasaray karşısındaki tornistanı daha çok "hit" alıyor. ligin bitiyor olması tarihi maçın önemini azaltıyor yazarların gözünde sanırım. okulun son günündeki gibi bir neşe hâkim değil elbette, abartmış olmayayım. yine de "turkcell süper lig hiiiççç bitmesin" sloganı pek etkili değil basın camiasında. etkili olmasını nasıl beklenir ki? bunca polemiğe, dil mi, kalem mi, klavye mi dayanır?
velhasıl kelâm stada geliyoruz. otelden aldığımız "türkiye spor yazarları derneği" çıktısını otobüse yapıştırıp, trafiğe kapalı yolda fiyakalı biçimde ilerliyoruz. taraftarın "kim ulan bunlar?" bakışları arasında, kalabalığı yarıp stadın avlusuna park ediyoruz. mehmet demirkol'un mu, yoksa benim hatam mı bilemiyorum, üzerinde "basın-press" yazan kapıdan içeri girme teşebbüsümüz, "hopp, burası vip" uyarısıyla engelleniyor. eşeklik bizde tabi! kapıda yazana ne bakıyoruz? neyse, yaka kartımı takarak denizli atatürk'teki yerimi alıyorum.
radikal'de çıkan müsabaka yazısında altını çizmiştim, okuyanlara tekrar olacak ama "oradaydım" müsaade edin lütfen. stada girince ilk iş pankartlara bakarım. denizli'deki favorilerim şunlar: "bu sevdadan vazgeçersek allah cezamızı versin", "eller ayrılsa (ayırsa denmek istemiş herhalde) bile biz ayrılamayız", "you are as important as the air (michael jordan mı acaba!)". bir de "parayla-şikeyle-silahla değil onurunuzla-gururunuzla oynayın" pankartı var. bir taraftar grubu, takımının en kritik maçında nasıl olur da böylesine hastalıklı bir düşünceye tribünlerde yer verir. türkçe meali şu mudur acaba: "bugüne kadar takımı sattınız. zoraki futbol oynadınız. şimdi kendinizi ispatlayacaksınız." madem böyle bir şüphen, iddian var niye geliyorsun kardeşim tribüne. bu tipleri, can kozanoğlu güzel özetlemiş "futbolsevmez taraftarlar" diyerek vakti evvelinde.
karşılaşma başlamadan diğer stadyumlardan gelecek gol haberlerini iletme görevini üstüme alıyorum. özlemişim reksan reklam'ın sunduğu klasikleri: "apikoğlu, apikoğlu", "reis, reis, reis, reis pirinçleri". orhan ayhan'ın ali sami yen'den bildirmesi ayrı bir şans; onu da özlemişim. galatasaray'ın, beşiktaş'ı metin oktay'ın golüyle devirip kazandığı şampiyonluğu bir anlatışı var maç öncesi değerlendirmesinde, canlı sanıp galatasaray attı diye anonsu çakacağım gazeteci ordusuna. amatör boksta da severim orhan abi'yi. yunanı, kübalıyı, ters direği, aparkütü ondan öğrenmişiz. zaüma ilgi büyük. sürekli "o maç n'oldu, gol var mı?" sorularına muhatabım. "az yiyin de radyolu-telefon alın kendinize" çıkışında bulunacağım, susuyorum. bir kere belli ettik haberlerin bende olduğunu kaçış yok! erciyes-ankara maçından hatalı bir gol bilgisi vermem bile sorulan durdurmaya yetmiyor.
ve gelelim yeşil saha manzaralarına... iki takım sahaya indiğinde fenerbahçe'nin çok rahat olduğu hemen dikkatimi çekiyor. futbolcuların suratlarında en ufak bir endişe yok. gayet "cool" biçimde, sağ üstümüze konuşlanan sarı-lacivertli taraftarlara selamlarını yollayıp ronald koch önderliğinde ısınma turlarını tamamlıyorlar. karşı cephede ise en rahat isim menajer can çobanoğlu. her zaman alıştığımız üzere gülücükler saçarak yedek kulübelerin etrafında tur atıyor. tam onu izlerken, vip tribününde hakan bilal kutlualp'ı görüyorum. deplasmanlara da iştirak ediyormuş aldığım bilgiye göre, "ben seninle çalışmam arkadaş" kutlualp. olası bir yenilgide "negatif enerji yaymaktan" kulüpten ihraç edilme tehlikesini göze alarak gelmiş denizli'ye, vallahi bravo!
ve işte o büyük an. tünelin ucunda hakem triosu, arkasında yeşil-beyaz ve sarı-lacivert kramponlar, fonda carl orff un carmina burana'sı. yakışır böyle bir gerilime... "hakem, düdüğünü çalıyor ve maç başlıyor" klişesi havada kalıyor çünkü mücadelenin tamamına damgasını vuracak olan konfeti çakallığı selçuk dereli'nin önünde büyük bir engel. bu kâğıt şeritlerin nasıl sahaya atıldığı konusunda eminim benim anlatacaklarıma ihtiyacınız yok. hepimizin şahit olduğu klasik sahneler... elindeki koliyle binlerce yabancı maddeyi tribünlere dağıtan kulübün adamları, dağıtıma izin veren saha komiseri vs... fenerbahçelilerin, "konfetiler yüzünden şampiyonluk gitti" demeye hakkı yok kesinlikle onun da altını çizeyim. bu cingözlük, son 10 yılda her takımın uyguladığı ve federasyonun aciz kaldığı bir hadise. maçlar aynı saatte başlayacak denir ama uygulanamaz, gecikmeye sebebiyet verenler cezalandırılmaz. seneye yine bekleriz!
mikrofonlarımız yeniden denizli atatürk stadı'nda... bu radyodan maç dinleme olayının bir ilginçliği canlı seyrettiğin karşılaşmayı da dinlemen. öyle ki düşürdüğüm kalemi almak için eğildiğimde mehmet yozgatlı'nın kaçırdığı pozisyonu göremiyorum. televizyonun yerini tutmasa da hüseyin başaran'ın anlatımıyla pozisyon kafamda bir şekil buluyor. ilk yarının diğer önemli pozisyonlarında radyoya ihtiyaç yok, takipteyim. çok da dişe dokunur bir şey yok ayrıca. ilk yarının sonlarında selahattin, zoru başannca denizli küçük ölçekli bir depremle sarsılıyor. bizim tribünü sarsanlar, yerel medya mensupları ve bir şekilde akreditasyon yaptırmış, sivil oldukları belli olan şahsiyetler. tsyd başkanı onur belge, sağlam sert çıkıyor bu gruba. onlar da takım yöneticileri gibi, ligde kalsınlar da ne ceza gelirse gelsin umurlarında değil. uyarıyı pas geçiyorlar. carmina burana, ikinci yarının da açılış şarkısı, konfetiler de kal dığı yerden devam. bu kez "konfe ti üstü meşaleyle" dakikalar kazanılmaya çalışılıyor. gaziantep'te ise maç ne hikmetse başlatılıyor. denizlispor ikinci yanda kaptan yusuf un önderli ğinde televizyon başındaki fenerliler'in sağlığıyla oynama niyetinde. üstüne "ayıntap'tan" gol haberi gelince denizlililer çılgına dönüyor, "horoz" daha bir ateşleniyor. fenerbahçe'nin, christoph daum'un ne yaptığını ise bilen yok. yabancı cisimler sanki fenerbahçeli oyuncuların kafasına geliyor, sersemliyorlar. gerçi bir taş köşe atışı kullanacak alex'in kafaya tam anlamıyla isabet ediyor ama sambacı zaten maça ruh gibi çıkmış besbelli! veeee, mustafa keçeli golü atınca fenerbahçe'nin umutlan yavaş yavaş yok olmaya yüz tutuyor...
golden sonra denizli tribünleri işi çığırından çıkarıyor. ligde kalmayı kutlamak yerine polisle çatışmayı, sahayı çöplüğe çevirmeyi yeğliyorlar. arkamdaki gazetecinin (olmayabilir) "biri aşağı atladı" tespiti üzerine irkiliyorum. fenerbahçe tribünlerinin altına ambulans, itfaiye geliyor. hem oyunu, hem olayları takip etmek oldukça güç. neyse ki oyun dakika başı duruyor da sahalarımızda görmek istemediğimiz olayları rahatlıkla izleyebiliyoruz! denizlispor, yedek kulübesinin arkasında üç-beş taraftar polisle kapışıyor. polisten sıyrılanlar fenerbahçe tribünlerine el-kol yapıyor. o keşmekeş içinde teknik direktör nurullam sağlam'ı öpen bir eleman bile var, pes doğrusu! olaylara yoğunlaşınca tuncay'ın golünü kaçınyorum. şanlı tuncay da, golünü televizyondan izleyince ne olduğunu anlamıştır diye tahmin ediyorum.
gaziantepspor-malatyaspor maçının bitimiyle "horozland"liler rahat nefes alıyor. şimdi hedef lidere çelme takmak. maçın sonucu farklı olsa şaibe iddialarına maruz kalacak 16 dakikalık uzatmanın başladığı dakikadan itibaren denizli cephesinde "hoca maç bitti" itirazı var, anlayabilmiş değilim. o an farklı bir şeyi düşünüyorum benim gibi düşünen çok kişi var onu da farkındayım. "ya şimdi fenerbahçe atarsa neler tartışılacak?" sorusu zihnimdeyken appiah'ın şutu hafiften süzülerek üst direğe çarpıyor. son dakikalara 11 eylül saldırılarını izliyormuş gibi tanıklık ediyorum. appiah'ın son şutu da fenerbahçe ticaret merkezi'ni kurtaramıyor ve sarı-lacivertliler denizli'de yıkılıyor. maçın bitimiyle sahaya bir horoz getiriliyor, hindi gibi dalga geçme amaçlı değil, yüceltmek için... kanarya da kesilebilirdi şükretmek lazım!
hayatımda ilk kez korna sesi olmadan bir şampiyonluk gecesi yaşamanın garip ruh haliyle otele dönüyorum. açıyorum televizyonu, ali sami yen'deki duygu dozu yüksek sahneleri izliyorum. peki, fenerbahçe hak etmedi mi şampiyon olmayı? en az galatasaray kadar... tuncay, "bir baba hindi" çekti, taraftar masum birini öldürdü, allah böyle istedi diye kupa florya'ya mı gitmeliydi? hayır... ortada "bir" kupa vardı, dünyanın her yerinde olduğu gibi şampiyon onu müzesine götürdü.
gelecek yıllarda da bu tarz yarışlara ihtiyacımız var. kazanmayı-kaybetmeyi bilmek için. ikisinin de değerli olduğunu öğrenmek için. sana direnç gösteren rakiplerin olmazsa bu oyunun anlamsızlığını hatırlamak için...