ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
şimdi istanbul'da havaalanındayım; el sıkışıyor ve yorumlarda bulunuyordum. onca gazeteciye, istanbul'a sadece insanları, çevreyi ve olası çalışma alanımı tanımak için geldiğimi, bunun ötesinde bir durum olmadığını izah edebilmek hiç de kolay bir şey değildi. ancak, bu açıklamalarla kimsenin ilgilendiği yoktu. onlar için olay belliydi. galatasaray'ın yeni antrenörü bulunmuştu.
bense kendi içimde, bir sözleşmeyi imzalama aşamasına gelmekten çok uzaktım. alman futbol federasyonu'yla imzalanmış olan ve hâlâ geçerli iki yıllık anlaşmam vardı.
yaptığım açıklamalar benim için tamamen yabancı olan bir dile çevrildi. beni anlayıp anlamadıkları konusunda şimdiden korkuya kapılmıştım. hele bu dilde nasıl antrenman yaptıracağımı düşününce hemen, 40 dakika sonra tekrar frankfurt'a hareket edecek olan geldiğim uçağa binme isteğine kapıldım.
havaalanından galatasaray taraftarlarının omuzlarında elim kolum dev çiçek buketleriyle dolu bir vaziyette ayrıldım. bu etkileyici dostluk ve içtenlik gösterisini daha sonra da sık sık yaşayacaktım. beni istanbul hilton oteli'ne götürecek olan araba da hazır bekliyordu.
odama yerleştiğimde balkondan dışarı bakınca yeni bir dünya keşfettim. bana sunulan bu görüntüye hayran kalmıştım.
boğaz önümdeydi. akşam güneşinde pırıldayan irili ufaklı dalgalar, yakaladıklarını akşama kadar yakındaki lokantalara teslim etmesi gereken balıkçı sandallanyla sessizce oynuyordu. dünyanın dört bir yanından gelen insanlar bu nefis yiyeceklerin tadına varmak için bekliyordu.
arkada, asya ile avrupa'yı birleştiren ve trafiği neredeyse başa çıkılmaz hale gelen köprü bir hayalet izlenimi bırakıyordu.
bu geniş su yolunun kıyılarında, bir zamanlar insanların yaşamlannı belirlemiş olan osmanlı sultanlarının eski sarayları vardı. yeni bir türkiye'nin kurucusuna adanmış muhteşem bir yapı olan dolmabahçe sarayı atatürk müzesi'ni de gözden kaçırmak mümkün değildi. mustafa kemal atatürk, bundan 70 yıl önce türkiye'yi sadece batılı güçlerin müdahalelerinden korumakla kalmamış, onlarla kararlı bir biçimde mücadele etmiş, halkını boyunduruktan kurtararak insanlara yeni ve özgür bir yaşam sunmuştu.
geceyi ve doğuya özgü bu dünyanın karanlığını seyretmenin tadını eşimle birlikte ileriki yıllarda ne kadar sık çıkardık...
* * *
mutluluk duyguları içinde ve hayranlıkla dopdolu olarak otel penceresinin önünde daha fazla duracak zamanım yoktu. telefon çaldı ve resepsiyondan, kulübün en önemli merkezlerini görmek üzere yola çıkacağımı, bildirildi.
önce, istanbul'un dev alış veriş merkezi istiklal caddesi ile tanınan bölgesi, beyoğlu'ndan başladık. galatasaray kulübü'nün yönetim binası da buradaydı. futbol, basketbol, voleybol, kürek ve yüzme gibi bütün branşların ipleri burada birleşiyordu. menajerler, sekreterler, bölüm yöneticileri sporcuların isteklerini karşılayabilmek için burada çaba gösteriyorlardı. işlerini büyük bir beceri ve yetenekle, ama aynı zamanda da yaratıcı güçlerini kullanarak yapıyorlardı. yaratıcılık olmadan türkiye'de her hangi bir işin üstesinden gelme şansı fazla değildi zaten.
kulüp merkezinden ayrıldıktan sonra galatasaray lisesi'ni geçerek tünel'e ve galata köprüsü'ne doğru yolumuza devam ettik. burada lüks yolcu gemileri demirliyor ve iskelelere şehirhatları vapurları yanaşıyordu. şehirhatları vapurları boğaz'ın karşı yakasından pek çok insanı iş ve çalışma dünyasına taşır ve akşam olunca da onları tekrar geriye evlerine, ailelerine götürürken, yolcu gemileri istanbul'un güzelliklerini göstermek üzere dünyanın dört bir yanından turistler getiriyordu.
bu öylesine canlı bir manzaraydı ki, gündelik yaşam içinde onu ne bir kamerayla yakalamak mümkündü, ne de fırça ve paletle.
sonra, adaları muhteşem bir görüntüyle gözler önüne seren marmara kıyısından yola devam ettik. adaların görüntüsü önünde, tankerler ve yük gemileri limana girip yüklerini boşaltmak ve yeni yüklerini almak üzere bekliyorlardı. sonra bakırköy, yeşilyurt ve yeşilköy'ü geçerek galatasaraylı futbolcuların antrenman sahasının bulunduğu florya'ya gittik.
bir sayfiye bölgesinde 30.000 metrekare büyüklüğünde bir arazi satın alınmıştı. burada gençler, amatörler ve profesyoneller, antrenman yapma, çalışma ve performanslarını yükseltme imkânı buluyorlardı.
aslında çevrede yaşayan komşularla daha fazla uyum sağlamak ve mekân zevkini biraz daha geliştirmek hiç de zor olmazdı.
bunun yerine gördüğüm, yıllardan beri ihmal edilmiş bir tesisti. iç düzenlemesi beğeniden yoksun, yapımı tamamlanmamış bir kulüp binası. rahat ve hoş bir ortamın izi bile yoktu. yüksek performans göstermesi beklenen sporcuların burada kendilerini rahat hissettiklerine ve zorlu maçlara hazırlandıklarına inanmak çok güç. arka tarafta futbolcular ve basketbolcular için bir kapalı salon var. bu salonda ilk golün kaleye girmesi ya da ilk basketin atılması için üç yıl daha geçmesi gerekecekti.
ayrıca, kum ve balçıktan yapılma iki toprak antrenman sahası vardı, ama görünümleri, zorda kalındığında askerî manevra sahası olarak kullanılabileceklerini düşündürüyordu. yetişkin profesyonellerle çalışma için kesinlikle işe yaramazdı.
şampiyon olmak istiyorlardı. kupayı almak istiyorlardı ve avrupa kupası'nda oldukça yükseklere ulaşmak istiyorlardı. istanbul semaları artık bir kez daha galatasaray'ın renkleriyle sarı kırmızı parlamalıydı. kulübün simgesi ve amblemi olan aslan, gururla göğsünü gerip dişlerini göstermeliydi. oysa son zamanlarda küçük bir kedi gibi ehlileşmişti.
"zahmet edip buraya kadar gelmesem de olurmuş," diye düşündüm. görünüm bana hüzün vermişti. ama aynı zamanda, galatasaray'ın niçin, 11 yıldan beri şampiyon olamadığını da açıklamıştı.
moralim anlaşılır bir biçimde sıfıra düşmüştü ve benimle sözleşme yapmak isterken ne tür taleplerle gelebileceklerini düşündükçe spor açısından çöl sayılabilecek bu ortamda, antrenörden çok bir sihirbaz istendiği izlenimi beliriyordu içimde.
sporcu için de, antrenör için de olacak şey değildi. bu koşullarda kimden motive olması beklenebilirdi ki? ezilmiş kemiklerle yatağa girip ertesi günü düşünmek kaleciler için tam bir kâbustu.
karmaşık duygular içinde hilton'a döndüm. ancak küçük bir motorla ulaşılabilen boğaz'daki galatasaray adası'nda geçirilen gece bile ruh halimi değiştiremedi. uykusuz bir gece geçirecektim. insanın belirsizliklerin azabını çektiği ve hayallerini kolayca bir tarafa bıraktığında hep yaptığı gibi, ölçüp biçmeye başlayacaktım. olumsuzlara karşı olumlular... dezavantajlara karşı avantajlar... ve hepsinde nihayet bir karara varma umudu...
aklı başında tek bir düşünce şekillendirebilmek için bütün geceyi harcadım. oysa o bile büyük bir soru işareti taşıyordu. ama uyanıp da balkona çıktığımda her şey gözüme bambaşka göründü. yüzüme güneş vuruyordu, yaşamın sürekliliğini sağlayan ve istanbul'u uyandırmış olan cıvıl cıvıl trafik bana, doğru yerde bulunduğum duygusunu verdi.
birkaç saat öncesine göre çok daha olumlu düşüncelerle, kahvaltı etmek üzere hilton'un greenhouse'una yürüdüm. kahvaltıdan sonra, bana getirilen öneriyi kabul edeceğimi ve daha aynı gün galatasaray'la antrenör olarak bir sözleşme imzalayacağımı anlamıştım.
beni bu kararı vermeye iten olumlu yanlar azdı, ama olumsuzluklardan da olumlu olanı çıkarabilmek ve bunu gelecekteki başarılar için temel olarak kullanmak benim için her zaman önem taşımıştır.
kulüp başkanı prof. dr. ali uras'ı bir çim antrenman sahası kurmaya ikna etmek mümkün olmalıydı. bu, başkanın kendisine de sporcular ve taraftarlar karşısında saygınlık ve sempati kazandıracak bir istekti.
sporcular günlük antrenmanlarda performanslarını yükseltmek için daha fazla motive edebilirlerdi.
tesisler daha fazla bir spor merkezine benzetilebilirdi ve bu, taraftarlara yeni bir dönemin başladığı duygusunu verirdi.
bu şekilde iş benim için de daha zevkli olacaktı. belki türkiye'deki diğer kulüpler de spor tesislerini uluslararası düzeye uygun şekilde planlamak için isteklendirilebilirdi.
öne süreceğim koşullar bu çerçevede olacaktı. diğer her şey benim fikirlerime ve becerime kalacaktı. bu düşüncelerle, beni son bir görüşme yapmaya götürecek arabaya bindim. görüşme tatko firmasının bürolarında yapılacaktı. bu firma yalman ailesine ait bir aile işletmesiydi. görüşmeye alp yalman, faruk süren ve galatasaray yönetim kurulu'ndan birkaç kişi daha katıldı.
görev alanımın belirlenmesinde hiçbir sorun çıkmadı. gelişmeye açık, sağlıklı bir zemin oluşturma konusunda isteklerimde de bir pürüzle karşılaşmadım. önümüzdeki hedeflere adım adım ilerleyerek ulaşacak ve bunları en kısa yoldan, büyük bir kararlılıkla geliştirecektik.
ilk olarak oyun gücü yüksek bir takım kurmak istiyorduk. takım, teknik, oyun ve taktik açısından geliştirilecekti. bu, seyirciye başanlı oyunun yanı sıra yaratıcı ve çekici bir futbol sunmak için temel olacaktı.
o ana kadar gördüğüm ve hissettiğim her şey kaygan bir zeminde, doğaçlama ve tesadüf üzerine kurulmuştu. bir şey temsil etmenin ve başkaları adına bir şeyler kazanmanın ne kadar zevkli ve aynı zamanda rahat olduğunu bir kez daha yaşayacaktım. yine hiç hesaba katmadığım bir sürpriz daha bekliyordu beni.
sözleşmeyi benim formüle etmemi ve koşullarımı yazılı olarak belirlememi istediler. hatta daha da ileri giderek anlaşmalarımızı onaylamak için el sıkışmakla yetinmeyi teklif ettiler.
ama ben sözleşmeyi yine de kâğıda geçirdim. bütün hakları ve yükümlülükleri de belirterek, 436 numaralı odada boğaz manzarasını seyrederek sözleşmeyi hilton antetli kâğıtlardan birinin üzerine yazdım.
beni önümüzdeki iki yıl için galatasaray kulübü'ne bağlayacak olan sözleşmeyi bir kez bile okumadılar.
alp yalman bir fotokopisini çektirerek imzaladı. bir memnuniyet iç çekişiyle bana elini uzatarak bol şans ve gelecekte başarılar dilediğini belirtti.
bana, artık iyi günlerde de, kötü günlerde de birbirimize bağlanmışız gibi geliyordu. "ta ki yenilgiler bizi ayırana kadar," diye düşünüyordum... ama her şey çok farklı gelişecekti.
otele dönüp eşime telefon ettim. bavulunu hazırlamasını ve frankfurt-istanbul uçağında yer ayırtmasını, bu arada bileti sadece 'gidiş' olarak almasını söylemek istiyordum. şaşkın yüz ifadesi ve başını sallayışı gözümün önüne geliyordu. "bu ani kararımı inşallah anlayışla karşılar," diye geçiriyordum içimden.
yanılmamışım. gülerek şunları söyledi: 'tamam, tamam! daha istanbul'a uçtuğunda anlamıştım. sen bu çekici öneriye kapılmaya gönüllüydün zaten. senin için sevindim..."
yüreğimden büyük bir yük kalkmıştı. insanın böyle bir anda eşinden hiç yardım istemeden kararlar alması pek de alışılmış bir şey değildi.
fakat geriye dönüp de antrenör olarak çalıştığım hayatıma baktığımda, sürekli hareket halinde dünyanın dört bir köşesinde dolaştığımı görüyordum. dört dünya ve avrupa şampiyonası'nda ben de vardım. bunları düşününce eşime büyük bir kompliman yapmam gerektiğini anlıyordum.
aileyi bir arada tutan hep o oldu; kararları tek başına verdi, onunla gurur duyuyordum.
nasıl bu kadar hızlı karar alabildiğimi gerçekten de bilmiyorum. belki de bunun nedeni, geniş kültürel zenginliği ve çok az rastlayabileceğiniz nabız gibi atan yaşamıyla dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan istanbul'du. haliç, galata köprüsü, kapalıçarşı, ticaretin en parlak olduğu eski zamanları hatırlatan çarşının daracık sokakları...
kentin üzerinde yükselen topkapı, yeni cami ve bizans sanatının nadide örneklerinden biri olan ayasofva... tüm romantizmi ve insanı bir kez içine aldı mı bir daha bırakmayan atmosferiyle kolay kolay unutamayacağınız bir manzara...
belki de sadece merak, hırs ve bir millî takımı avrupa şampiyonu yapmaktan çok daha güç bir görevin kışkırtıcılığıydı. ama öncelikle de en karmaşık durumların bile içinden çıkabileceğini kendi kendine ispatlama isteği...
elbette kendimi daha o zamandan çok yakın hissettiğim insanlar da etken olmuştu. bu insanlar batı avrupa'dakilerle kıyaslandığında, sporda, ekonomide ve diğer pek çok alanda gücünü aşmanın da üstünde zorlanmaktaydılar. fakat her şeye rağmen sabır ve memnuniyet saçıyorlardı. daha o zaman, kendime hakim olma, doştça, yardımsever ve sevecen davranmadaki büyük iç güçlerini hissettim.
bu ülkenin insanlarının anısı bende bugüne kadar bu şekliyle kaldı.
ertesi gün almanya'ya döndüm, işlerimle ve özel yaşamımla ilgili en acil zorunlulukların halledilmesi gerekiyordu. takımı en kısa süre içinde sezona hazırlamak istiyordum. takım iki haftadır hazırlık yapılması ve kadro içinde daha fazla yakınlık sağlanması için konya'da bulunuyordu. antrenman sürecinin yanı sıra bu da başanya zemin sağlayacak önemli bir ön koşuldu.
istanbul yolculuğum yeni bir başlangıçtı ve bugün de sevinerek bundan pişmanlık duymadığımı söyleyebiliyorum.