fenerbahçe kafilesi ile yaptığım bu seyahatten üç ay sonra bu kez milli maç için yeniden yola çıktım. avusturya ile viyana’da yapacağımız maç için üç gün önceden hareket ettik. yeşilköy havaalanında gazeteciler neticenin çok gollü olacağını söyleyerek bizi bir hayli üzdüler. viyana’da maçtan evvel bizim idarecilerin, “aman fazla hareket etmeyin, yorulmayın, maça sağlam çıkın,” demelerinin ne kadar yanlış olduğunu sonradan gördük. maçlarda yaşanan sakatlanmaların başlıca sebebinin vücudu maça hazırlayacak şekilde çalıştırmamak olduğu meydana çıkmıştı. viyana’da 20 mart 1949 günü oynadığımız maçı çok baskılı oynamamıza rağmen talihsiz bir gol yiyerek 1-0 kaybettik. avusturyalı gazetecilerden biri türk milli takımının çok iyi oynadığını, yenilmeyi hak etmediğini yazarken, bir diğeri, “galip bizim on bire hayatı zehir etti,” diyerek takımımızı övmüştü. bu arada viyana’daki maçın öncesine ait bir gözlemimi anlatmadan geçemeyeceğim. maçın oynanacağı prater stadı’na geldiğimizde bizi bir odaya aldılar. biz de idarecilerimizin istediği gibi tam istirahat için masalara, kanepelere yayıldık. odamızın camlı bölümü bir futbol sahasına bakıyordu. merakla sahadaki insanları seyre daldık. düzgün formalı birtakım insanlar türlü hareketler yaparak ısınıyordu. onların oraya ne zaman geldiklerini, ne kadar bir süreden beri çalıştıklarını bilmiyorduk. maç saatinde çıkış kapısına geldiğimizde sahada çalışanların bizim yanımıza geldiklerini gördük. üzerlerindeki terli formaları çıkarıp avusturya milli takımı formasını giydiler. işte o zaman bunların biraz sonra oynayacağımız rakiplerimiz olduğunu anladık. onların bu halini görünce birbirimize, “bunlar şimdi yorulmuştur, beş çekeriz," dedik. fakat işler bizim düşündüğümüz gibi gitmedi. oyun başladığında onlar istedikleri her hareketi kolayca yapıyor, bizse zorluk çekiyorduk. oyunda bir an öyle bir hale geldim ki, “yer yarılda da içeri girsem,” demeye başladım. zaman ilerledikçe biz de istediğimiz hareketleri yapmaya başladık. böylece o zamana kadar bilmediğimiz bir husus meydana çıkmış oldu: maça çıkmadan evvel ısınmak şarttı.
maçtan sonra otelimize döndük: akşam yemeğini yedikten sonra bizi bir bara götürdüler. o esnada sahneye çok güzel bir kadın çıktı. etrafa gülücükler atarak kendine has birtakım danslar yaptıktan sonra masaları dolaşarak bazılarının yanağını okşadı, bazılarını öptü. ardından tekrar sahneye çıkarak etrafı selamladı ve birden peruğunu çıkardı. şaşkın bakışlarla kadın zannettiğimiz şahsın erkek olduğunu görmüştük.
maçtan önce viyana’yı gezerken bir mağazada yeşil-beyaz yani vefa’nın renginde forma ve çoraplar görüp beğenmiştim. on altı adet almak istediğimi söyleyince mağazada o kadar forma olmadığını fakat uçağımızın kalkacağı güne kadar hazırlayacaklarını bildirdiler. bunun üzerine on altı formanın parasını verdim. maç oynanmış, dönüş vaktimiz gelmişti. havaalanına geldiğimizde uçağın kalkmasına epey vakit vardı. ancak kalkış saati yaklaştıkça telaşlanmaya başladım, zira formalar ortada yoktu. bunu fırsat bilen arkadaşlar formaların gelmeyeceğini, ödediğim paranın yandığını söylemeye başladılar. uçağa binmemiz için anons yapılmıştı. artık ümidimi kesmiştim ki tam o sırada formalar geldi. avusturya maçı dönüşü, özel maçlar yapmak üzere izmir’e gittik. altınordu’yu 1-0 yendiğimiz maçtan sonra izmirli seyirciler beni omuzlarında taşıdı. 23 mart 1949 tarihli gazetelerde şöyle bir yazı çıkmıştı: “türkiye-avusturya maçının başarılı santrhafı galibi izmirli seyirciler maçtan sonra omuzlarda taşıdı.”