yıllar sonra inönü’de yeniden türkiye kupası için buluşmuştu galatasaray’la altay... yine mustafa sayesinde alışılmayan, beklenmedik bir şey oldu ve finali altay kazandı. kavgalı, hırlı-gürlü, gürültülü bir finaldi. federasyon yöneticileri gergin atmosferi dikkate alarak, galatasaray taraftarlarının önünde kupa töreni yapmaktan kaçındılar. kupa’yı izmir’deki bir maçtan önce altay seyircisinin önünde düzenlenecek törenle vereceklerini söylediler. altaylı yöneticiler itiraz etmedi. ama o ne? formasını henüz çıkarmamış, beyaz çoraplarıyla tünelin ağzında görünen mustafa denizli, seyircinin öfkeli tezahüratına aldırmadan çimlerin üzerinden yürüyor, herkes ne yapacağını bekliyordu merakla. görevlilerin şaşkın bakışları arasında şeref tribününün önüne geldi. sağ elini kaldırdı, parmağıyla “bekleyin” dercesine bir işaret yaptı ve merdivenleri tırmanmaya başladı. yukarı çıktığında o şaşkın sessizlikte herkese duyurdu isteğini: “ben, kazanan takımın kaptanıyım. dürüst bir mücadele verdik. maçı kazandık. kupa’yı hak ettik. hak ettiğim şeyi almadan buradan gitmem!” hak ettiğine inandığını ille de alacaktı! kupa’yı aldı. kimi hâlâ küfür edip yuhalayan, kimi takdir edip alkışlayan kalabalığın önünden geçerek tünele, arkadaşlarının yanına gitti. soyunma odasında büyük altay’ın, büyük kaptanı olarak alkışlanıyordu.