hey gidi günler hey. insan geçmiş senelerin ardından bakıyor da «hey gidi günler hey» demekten kendini alamıyor. bir zamanların beşiktaş ve milli takımın sol açığı şükrüsü vardı. sür'atli, yapılı, karşısına geleni deviren, vurduğu topu patlatan, ağları paralıyan bir şükrü idi o. hem karşılıklı, hem beraber ne maçlar yapmıştık o şükrü ile. beraberce ağladığımız, güldüğümüz, sevindiğimiz çok maçlarımız olmuştu. rakip takımlarda olmamıza rağmen maç sonunda gene ayni takımdanmışız gibi kardeştik, beraberdik. ben futbolu bıraktıktan sonra o daha da ileri gitti. şöhret ve kabiliyeti onu bizden almış italyaya götürmüştü. senelerce italya da oynayarak kendinden bahsettirdi. ve futbolu da orada bıraktı. şimdi tekrar vazife ile ve türk futboluna faydalı olmak gayesiyle yurda dönmüş bulunuyor. kaldığı uzun seneler zarfında italyan futbolunun bütün inceliklerini öğrenen koca şükrü, şimdi ikinci milli lige düşmüş bir kulübün elinden tutarak onu ayağa kaldırmaya çalışacak. canı gönülden allah yardımcısı olsun.
şükrünün gelişinin, fenerbahçe - beşiktaş maçının yapılacağı haftaya rastlamış olması dolayısıyla geçmiş senelerin bir hâtırası gözümde canlanıverdi. ne maçtı o yarabbim. oyun başlar başlamaz fenerbahçe birdenbire coşmuş ve beşiktaşın gazhane tarafındaki kalesine doğru bir kasırga gibi esmiye başlamıştı. beklerimiz santra çizgisini geçmiş. ben onsekiz çizgisinin üstüne çıkmış, beşiktaşlılar ise kendi ceza sahalarının içinde toplanmışlardı. onbeş yirmi dakika devam eden bu fırtına sonunda beşiktaşın orta yuvarlağa doğru uzattığı bir topa solaçık mevkiinden koşarak gelen şükrü yetişmiş ve topu kaptığı gibi, o gün santrhaf oynıyan rafet’i geçerek, kalemize inmeye başlamıştı. rafet bu durum karşısında şaşırmış ve şükrü'nün belinden sarılarak onu yere yıkmak istemişti. fakat şükrü bu, silkelendiği gibi rafet yere yıkılmış ve hakem avantaj kaidesine riayet ederek faulü vermemişti.
bizim yan sahanın içinde, yerde yatan bir rafet bir de penaltı noktası üzerindeki şükrü ile altıpasın üzerinde ben vardım. diğer oyuncularımızın yetişip de müdahale etmelerine zaman dahi kalmamıştı. burnundan soluyarak ağları paralamaya hazırlanan şükrüyü durdurabilmek için aniden karar verdim ve ellerimi arkaya bağlayıp, hareketsiz durarak (boşuna ne gelip duruyorsun. hakem bir saattir düdük çalıyor. faul olduğunun farkında değilmisin) dedim. şükrü bir an topun üstüne basıp durdu. ve bana hışımla baktıktan sonra (böyle hakemin de) deyip olanca kuvvetiyle vurduğu topu, dolmabahçe tarafındaki tribünlerin üstünden sokağa doğru gönderdi.
top gelmiş ve ben avut noktasına koymuştum ki, şükrü «kaptan faul ordan değil buradan olmuştu.» dediği zaman, işin mahiyetini anlamıştı ama iş işten çoktan geçmişti. yapacak birşey kalmamıştı. yeğâne söyleyebildiği şey (futbolda bu numarada var mıydı?) oldu.
şükrüyü bu güç durumda belki aldatmış ve bir gole mani olmuştum, ama koca şükrü bunun altında kalmadı ve ogün oynadığı şâhane oyunla ve attığı gollerle fenerbahçe'yi yendi: 3-1.