2003-04 sezonu uefa kupası 1. turu: blackburn rovers mehmet ali çetinkaya 01/04/2013 mehmetalicetinkaya.com
ersun yanal’ın gençlerbirliği, dar kadrosuna rağmen, 2002-03 sezonunda bir yandan şampiyonluk mücadelesi verip, bir yandan da türkiye kupası’nda finaline yükselmişti.
futbolseverlerin sadece 3 dakikalık özetlerinden takip edebildiği kırmızı-siyahlılar, özellikle sezonun ilk yarısının son maçlarından itibaren ligde oynadıkları tüm maçlarda, birilerinin emri ile hakemler tarafından tırpanlanıyorlardı. buna rağmen, uzun soluklu (ortalama 20-30 dakika) “toplu ve baskılı hücum” taktiği sayesinde peş peşe gelen goller, takımın hedefine doğru yoluna devam etmesini sağlıyordu. sezonun ikinci yarısında işin içine bir de “pervasızca çıkan” kartlar eklendi. işin ilginç yanı ise; 17 ya da 18. haftadan sonra erman toroğlu, maraton’da şansal büyüka’ya : “gençlerbirliği’nin önüne kesmek kolay. ver sarıları, kırmızıları bakalım oynatacak oyuncu bulabilecekler mi?” diyordu…
yedek oyuncularla da bir şekilde yoluna devam eden gençlerbirlikliler, 29. haftada izmir’de altay karşısına çıktılar. 14 ve 18. dakikalarda ahmet hassan’ın golleriyle 2-0’ı yakaladılar. 27’de saçma sapan bir penaltı kararı ile altay farkı bire indirse de, 46’da filip farkı yeniden ikiye çıkartan golü attı. ama iş burada bitmedi. hamza mısır ve arkadaşları, gençlerbirliği’nin kale çizgisi üzerinde elle kesilen topunu görmedi. 88’de durum 3-2 oldu ve 3-4 dakika fazladan uzatılan maç 3-3 sona erdi.
bu maçtan 4 gün önce türkiye kupası’nı trabzonspor’a kaptıran alkaralar, bu maçtan sonra ligde de havlu attılar. birkaç yıl sonra ersun yanal, milli takım teknik direktörüyken, (yanılmıyorsam) aktüel dergisinde “maçtan sonra soyunma odasında futbolcularım, ‘ne yaparsak yapalım bizi şampiyon yapmayacaklar!’ diye ağlıyorlardı! inançları tamamen kırılmıştı” diyerek durumu özetliyordu.
2 yıl aradan sonra yeniden uefa kupası
ligi 3. sırada tamamlayan gençlerbirlikliler, 2003-04 sezonuna, süper lig ve türkiye kupası dışında bir de uefa kupası’nda mücadele etme heyecanıyla başladılar. kuraların ardından ilk turda rakip ingiltere’den blackburn rovers olmuştu. mavi-beyazlılar, 2002-03 sezonunda ingiltere premier league'ini 6. olarak tamamlamış ve uefa kupası biletini kazanmışlardı.
o günlerde ingiltere premier league maçlarını ntv veriyordu. biz de abim ve amcaoğlu süleymanla birlikte rakibimizi tanımak için canlı yayınlanan maçlarını izliyorduk. blackburn’ün bizim için en garip özelliği, takımın başında eski galatasaray teknik direktörü graeme souness’un ve eski galatasaray futbolcularından tugay kerimoğlu ve kaleci brad friedel’ın kadrosunda yer almasıydı.
o günlerde, ankara’da oynanacak ilk maçtan 2,5 hafta sonra ingiltere ile oynanacak olan 2004 avrupa şampiyonası grup eleme maçının gerginliği tüm ülkeyi sarmıştı. gençlerbirliği spor kulübü bu gergin ortamda blackburn rovers takımını ve taraftarlarını hava alanında ankara seymenleriyle karşıladı ve en iyi şekilde ağırladı.
gençlerbirlikli barış karacasu ise, kura çekiminden sonra blackburn rovers’lı taraftarla irtibat kurup 24 eylül 2003’deki maçtan önce gençlerbirliği tesislerinde bir dostluk maçı ayarlamıştı. orcan’ın röveşata attığı maçı alkaralar 4-2 kazanarak tebrikleri kabul ediyorlardı…
gariban ölümlü bir çalışan olan ben ise, 17:55 gibi oldukça garip bir saatte başlayacak olan maçı tribünde izleyebilmek için, işten palavralarla erken çıkıp 19 mayıs’ın yolunu tutmuştum. kulüp bu maçta kombinesi olanlara bedava bilet uygulaması yapmış ve normalde deplasman tribünü olan saatli kale arkasını kombine sahiplerine ayırmıştı. stada vardığımda mahşeri bir kalabalık beni karşılıyordu. uzunca bir süre bekledikten sonra içeri girip kuzenleri buldum.
tribüne girerken kulübün ingiltere'deki maçlardan önce satılan ve karşılaşma ile ilgili bilgiler içeren "maç programı" hazırladığını ve ücretsiz olarak dağıttığını görüp hem şaşırmıştım hem de mutlu olmuştum. bu uygulamayı bir önceki sezon birkaç maçta daha yapmışlardı ama bu sezon (bir yanlışım yoksa) ilkti...
tribünlerde ilk dikkatimi çeken hemen sağımızda (şeref tribünün solu) yer alan blackburn rovers’lı taraftarlardı. biraz dikkatli bakınca aralarında orcan’ın da olması nedense hiç garibime gitmemişti
hayatımda ilk kez avrupa kupası maçı izleyecek olmanın verdiği heyecanı da yenmek için bir önceki sezon (2002-03) bolca şahit olduğumuz tıklım tıklım dolu tribünleri ve sahada ısınan oyuncuları kesiyordum. blackburn’ün kadrosu da izlenmeyecek gibi değildi hani. lucas neill, amoruso, markus babbel, dwight yorke, dino baggio, brett emerton, tugay kerimoğlu…
itiraf etmem gerekir ki, ben de dahil, o gün tribünde bulunan çoğu insanın maçtan hiçbir beklentisi yoktu. çünkü hem rakip ingiltere premier league’dendi, hem de en son 2 yıl önce uefa kupası’nda mücadele etmiş olsak da, takımdaki futbolcuların bu kulvarda çok az tecrübeleri vardı. işte bu yüzden çoğumuz için, bu maç, 2003-04 sezonu uefa kupası’nda ankara’da izleyeceğimiz ilk ve tek maçımız olacaktı…
tribünlerdeki coşku ve heyecan görülmeye değerdi. amcaoğlu serdar’ın ise önümüzde ısınmakta olan blackburn’lü lorenzo amoruso’ya durup dururken avazı çıktığı kadar “amorusooooo!” diye bağırmasına uzun süre kahkahalarla gülmüştük.
maçın başlarında baskılı oynayan taraf bizdik. ilk 20 dakikada mustafa özkan ile yakaladığımız 2 pozisyon bizi gaza getirmeye yetmişti. ama sonrasında durulduk ve mavi-beyazlıların ataklarını izlemeye başladık. sonrasında oyuna denge geldi ve ilk yarı 0-0 bitecek derken blackburn kalesine doğru ortalanan bir topu fridel kafasıyla uzaklaştırdı. skoko ise topun gelişine nefis bir aşırtma vuruş yaptı ve 1-0 öne geçtik. tribünler yıkılıyordu haliyle!
daha bu golün sevincini tamamlamamıştık ki, youla ikinci gole imzasını attı ve ne yapacağımızı şaşırdık. inanılmazdı!
devre arasında bir sürü arkadaşım arayarak, “neler oluyor olm orada?” diye şaşkınlıklarını belirtiyorlardı.
devre arasında, “blackburn’de iş yokmuş” ile “olm adamları bence bundan sonra izleyin. kesin ağırlıklarını koyacaklar” arasında gidip gelen yorumlar yapıyorduk. ikinci yarıya başlamadan önce aklımızdaki en büyük soru işareti ise, ilk yarının son dakikasında kalecimiz gökhan tokgöz’ün sakatlanması ve yerine yedek kalecimiz (ilerleyen günlerde “uçan balina” diye anılacak olan) damir botonjic’in sahada neler yapıp, neler yapamayacağıydı.
ikinci yarı ile birlikte baskı yemeye başladık. blackburn’lüler önümüzdeki kaleye saldırıyorlardı. 57’ye kadar dayandık ama o dakikada john cole’ün emerton’a verdiği pasın gol olması morallerimizi altüst ediyordu!
ama 3 dakika sonra youla’nın iki defans oyuncusunu geçerek fridel’in solundan attığı gol hepimizi hayata döndürüyordu!
sonrasında maç 3-1 sona erdi ve 2 hafta sonraki rövanş için bir adım önde olduğumuzu düşünerek tribünleri boşaltıyorduk.
bu maçta aklımda kalan en ilginç sahne ise şu: andy cole, önümüzdeki kalenin ceza alanı sağ çizgisinde, kaleye arkası dönük bir pozisyondaydı. hemen arkasında onu kademli olarak tutmaya çalışan el saka ve ümit bozkurt bulunuyordu. cole, bir yandan hızlı bir topuk hareketi ile ümit’in beşikleri arasından topu geçirirken, bir yandan da hızlı bir deparla iki futbolcunun birden arkasına geçip topu kontrol ediyordu…
rövanş maçı ve uçan balina’nın sahneye çıkışı
15 ekim 2003’deki ikinci maç için ankara’dan ingiltere’ye giden takımımızı ve taraftarlarımızı, blackburn rovers kulübü ve taraftarları çok iyi bir şekilde karşılayarak ankara’daki dostluğu pekiştirmişlerdi. hatta, ewood park’ta antrenman yapan kırmızı-siyahlı futbolcuları, kocaman bir gençlerbirliği arması üstünde “welcome to our visitors from turkey” altında ise “türkiye’den gelen misafirlerimize hoş geldiniz” yazan bir skorboardla karşılamışlardı.
maç günü, taraftar arasında ankara’da oynanan maçın rövanşı yapılmış ve blackburn’lüler “biz de evimizde güçlüyüz” dercesine maçı 5-3 kazanmışlardı.
maçtan önce ewood park’da taraftarlarımızı güzel bir sürpriz bekliyordu. blackburn rovers kulübü taraftarlarımıza “dostluk plaketi” veriyorlardı! tabi biz bunların çoğunu günler sonra bizimkilerden öğrenecektik. çünkü maçı show tv yayınlamış ama canlı yayında verilen plaket törenini 1-2 saniye gösterip reklama gitmiş ve hakkında hiçbir açıklamada bulunmamıştı.
o sırada ben ise, 3-1’e rağmen hem rakibin futbolcu kalitesi hem de deplasmanda oynayacak olmamızın verdiği umutsuzlukla televizyonun başında maçı takip etmeye başlamıştım. ilk dakikalardan itibaren umutsuzluğum iyice artmaya başlamıştı. çünkü, blackburn’lüler son 1,5 sezondur (yenildiğimiz takımlar dahil) hiçbir takımın kuramadığı inanılmaz bir baskıyı üzerimizde kurmuş ve adeta takımımızı sahasına hapsetmiş, sağlı sollu geliyordu. inanılmaz pozisyonlar veriyorduk. ama şükür! ya rakip futbolcular pozisyonu harcıyor, ya direk yardıma koşuyor, ya da damir botonjic kalesinde devleşerek gole izni vermiyordu. ilk yarı bittiğinde skorun hala 0-0 olmasına şaşıyordum. hala 1 gollük averajımız vardı ama sergilenen oyuna bakarak golü yediğimiz an düşeceğimizin de farkındaydım.
ikinci yarı başlar başlamaz ilk yarıya benzer bir baskı yemeye başladık. ha yedik, ha yiyeceğiz diye dert yanarken, 64’de beklenen gol geldi. sağdan gelen ortaya jansen vurdu, ama (artık nasıl ballıysak alıştığımız üzere doğrudan gol olmadı) savunmadan döndü. jansen ikinci kez vurdu ve skor 1-0 oldu. golden sonra televizyon başında gardım düşmüştü. dakikaya baktım, daha 26 dakika vardı. yani tura elveda demenin vakti gelmişti…
ama tıpkı ankara’da olduğu gibi, golden hemen sonra karşılık verdik. bu sefer gole adlarını yazdıran adamlar skoko ve mustafa özkan idi. bu beklenmedik gol bir anda yerimden fırlamamama sebep oluyordu! 2 dakika önce attıkları golden sonra muhtemelen “artık şansızlığımızı kırdık” diyen blackburn’lüler bizim golden sonra adeta yıkılmışlardı. maçın son 24 dakikasında başka gol olmadı ve 1-1’lik skorla tur atlayarak yolumuza devam ediyorduk…