ilk basımı 2009 yılında olan mehmet yılmaz'ın "samsunspor: kırmızı beyaz siyah" kitabından;
fatih uraz'ın "benim samsunsporum" başlıklı yazısından;
hayat gerçekten çok ilginç; istemeye istemeye gittiğim bir şehirde ve takımda futbol yaşantımın en güzel günlerini geçireceğimi asla tahmin edemezdim, nitekim de edemedim.
1982 senesinde üniversiteyi bitirmek için boluspor'dan ayrılarak ankara'ya, sitespor'a transfer olmuştum. amacım son sınıftan kalan derslerimi vererek bir yıl sonra yeniden birinci lig e dönmekti. ama ister kader deyin ister şans; ne kadar isteseniz de geleceğinizi belirleyemiyorsunuz.
1982-83 sezonunda ikinci lig, birinci lig'den bir hafta önce tamamlanmıştı. hiç unutmam, o dönemler televizyondan düzenli maç yayınları yapılmadığından ötürü radyonun başına geçerek büyük bir dikkatle son hafta karşılamalarını dinlemeye başladım. düşecek ve kalacak takımların adı aslında benim için fazla önemli de değildi, zira gönlümden iddialı bir takıma girmeyi geçiriyordum.
hafızam beni yanıltmıyorsa sonuçlara göre, antalyaspor, mersin idmanyurdu ve samsunspor'dan birisi kümede kalacak, diğer ikisi ise düşecekti. samsunspor puan aldığında kesin kurtaracakken; antalya ancak mersin, samsun'u yenerse, kendisi de mersin'in attığı gol ya da gollerden üç fazlasını atarsa ligde kalabilecekti.
antalya-altay maçı 4-2 ev sahibi takımın üstünlüğüyle sürerken mersin-samsun maçından henüz gol sesi çıkmamıştı. radyodaki spiker bir anda "şimdi mikrofonlarımızı antalya'ya çeviriyoruz," diyerek antalya'ya bağlandığında son dakikalarına girilen maçta antalya'nın beşinci golü bulduğunu anons etti. o an yanımda bulunan babama dönerek "şimdi işler çatallaştı; eğer mersin gol atacak olursa hem kendisini hem de samsun'u düşürmüş olacak. antalya çok güzel bir şehir, umarım kurtulur," dediğimi daha dün gibi hatırlıyorum. nitekim 89. dakikada mersinli memik'in kafayla attığı gol hem mersin'i hem de samsun'u ikinci lig'e gönderdi.
ertesi gün olduğunda daha sabah kahvaltısını bile yapmamışken ev telefonu çaldı; açtım, baktım ki karşıdaki ses sitespor başkanının. o arada unutmadan söyleyeyim ben adana'dayım. başkan hemen ankara'ya gelmemi, yarın sabah işyerinde beni bekleyeceğini söyledi. bir sonraki gün başkanın yanına gittiğimde onu odasında tanımadığım birkaç adamla sohbet ederken buldum. o ana kadar denizlispor, kayserispor, gençlerbirliği ve orduspor'dan resmi transfer teklifleri aldığımdan ötürü içim rahattı; nasılsa diyordum biri olmazsa diğeri olur. ancak ortada ciddi bir sorun vardı çünkü kulüp başkanı o zamana göre astronomik sayılacak 12 milyonu bonservis bedeli olarak istiyordu. kabul etmeli ki değil yirmi iki yaşında, ikinci lig'de oynamış bir kaleci için, birinci lig'de sürekli oynamış bir kaleci için dahi o bedel yüksek bir meblağdı.
başkan "beyler samsımspor'dan geldiler," dedi ve beni onlarla tanıştırdı. samsımspor çok değil daha iki gün önce birinci lig'den düşmüş olduğundan ötürü niye yalan söyleyeyim ilk anda sevinemedim; dahası ben birinci lig'e gitmek ve yeniden orada oynamak istiyordum. başkan "bonservis bedelinde onlarla anlaştım, eğer sen de anlaşırsan bu iş biter," dediğinde ise kızgınlığımı belli etmeden içerideki odaya geçerek samsunspor asbaşkanıyla pazarlık etmeye başladım; daha doğrusu konuşmaya başladım çünkü o ana gelinceye kadar öğrenmiş olduğum çok önemli bir ders vardı. kulüp yöneticileri transfer döneminde kendilerine zorluk çıkaran oyunculara bunun karşılığını er ya da geç ödettiriyordu. bu yüzden parasal konulara hiç karışmayıp abim ile onları yüz yüze görüştürdüm ve daha ilk günden kimseyle ters düşmek istemedim. çok da iyi yaptığımı aylar sonra anladım çünkü işittiğime göre yöneticiler arkamdan "çocuk çok efendi ve saygılıydı, ama abisi tam bir at hırsızıydı!" diyerek kanaat getirmişlerdi.
sözü fazla uzatmaya gerek yok; üçte ikisi peşin olmak üzere istediğim parayı pazarlıksız kabul edip, üstelik de parayı masaya koyduklarında afallayıverdim. (o vakitler kesinlikle anlaştığın paranın % 50'sinden fazla peşinat verilmezdi. hatta çoğu zaman bu % 25 olurdu.) o an samsunspor'un hayatımı nasıl etkileyeceğini, o kulübü ve o yörenin insanlarını ne kadar çok seveceğimi bilemediğimden ötürü inanın anlaşmamak için ne gerekiyorsa yapıyordum. ancak parayı masanın üzerinde görünce son kozumu oynayarak dedim ki "ben dört seneden beri rıfat'la (rıfat benli) aynı takımda oynuyorum, onunla aramızda söz var, nereye gidersek beraber gideceğiz. ya bizi beraber alırsınız ya da gelmem!"
bu beklenmedik teklifime "fatih, bizim takımımız çok kuvvetli bir takım. o oyuncu asla bizde oynayamaz. biz dobi hasan dışında kimseyi satmayacağız," dedilerse de baktılar ki, ben nuh diyorum peygamber demiyorum, rıfat'ı da almak zorunda kaldılar.
o sezon ikinci lig'in en iyi kalecisi seçilmiş olmama karşın samsunspor'un bonservisime ve bana neden hatırı sayılır bir para verdiğini, üstüne üstlük rıfat'ı da aldığını anlayamamıştım. ilk olarak kendisini henüz tanımamış olsam da adını çok duyduğum hasbi menteşoğlu'nun dillere destan bir serveti vardı ve istediği oyuncuyu alabilirdi. ikincisi de her ne kadar piyasada benim iyi kaleci olacağım söyleniyorsa da, bu futboldu ve yarın kimin ne olacağını yaratan'dan başka kimse bilemezdi ki. o sorunun cevabını almam da uzun sürmedi; şansım ve futbol sahalarında görüp tanıdığım isimler arasında en sevdiğim insan nuri asan!
nuri hocam o sezon amasyaspor'u çalıştırmıştı ve şansa bakın ki sezonun en iyi maçını onun takımına karşı oynamış tım. nuri hocam transfer çalışmaları başladığında "hemen gidin ve bana sitespor'ım kalecisini alın," dediğinden ötürü samsunspor daha yolun başında duran bir kalecinin çocukça kaprislerini kabul etmişti, ileride fazlasıyla kendisinden bahsedeceğim nuri hocamın şimdilik "gelmiş geçmiş en büyük samsunsporlu olduğunu" söylemekle yetiniyorum.
anadolu'nun isim yapmış kulüplerinin başında gelen samsunspor, aynı zamanda mükemmel de bir stat zeminine sahipti. benim gibi toprak sahalarda altı senesini tüketen, kollarında, bacaklarında, kalçasında sayısız yaralar taşıyan bir kaleci için öyle güzel bir saha bulunmaz nimetti. ancak samsunspor kulüp binasının itfaiye müdürlüğü'nün üst katında olduğunu, oyuncuların otelde kaldığını, dahası antrenman yapmak için hemen her gün başka bir sahaya gidildiğini görünce ciddi bir hayal kırıklığına uğramaktan kendimi alamadım.
imza atmak için bürosuna gittiğim rahmetli hasbi bey'i elinde kocaman bir tespih çekerken gördüğümde, futboldan ise fazla anlamadığını hissettiğimde hayal kırıklığım daha da kat-merleşmişti. samsun'un rutubetli havasına alışamamayı, sezon başı ünye'de kötü bir otelde yapılan kampı, daha lig başlamadan hoca değişikliği yapıldığını gördüğümde "ben nereye gelmişim?" sorusunu defalarca kendi kendime sorup durdum. ta ki sezon açılana dek! çünkü sahaya indiğimiz ilk gün seyircinin ilgisini, mükemmel çimi, elde mevcut bulunan oyuncuların kalitesini görünce diğer şartları umursamaz oluverdim.
hani derler ya "ilk intiba çok önemlidir," diye, şükürler olsun ki ilk hazırlık maçımızda birkaç güzel kurtarış yapınca samsun seyircisi beni bağrına hemencecik basıverdi ve ayrıldığım güne kadar da oradan hiç çıkarmadı.
lige iyi başlangıç yapamamış oluşumuz o dönemler kimilerince anadolu'nun fenerbahçesi olarak anılan samsunspor'un bu unvanı ne denli hak ettiğini pek çabuk ispat ediverdi. bir kere kulübün yapısı çok karışıktı; teknik direktör, yardımcı sı, başkanın atadığı tam yetkili menajer, yine başkanın görevlendirdiği bir başka yetkili danışman, asbaşkanlar, genel kaptan derken ortalık tam bir curcunaydı. her kafadan bir ses çıkıyor oluşu ve hemen herkesin futbolu en iyi kendisinin bildiğini sanışı samsunspor'un neden asansör takım olduğunu öyle güzel anlatıyordu ki!
birileri güç gösterisine kalkışırken, birileri sözde hakem bağlamaya çalışıyor; kimileri takımı gençleştirelim derken diğerleri transfer yapmaktan söz ediyordu. karşıyaka ve eskişehirspor gibi iki ciddi rakibi 19 mayıs stadyumu'nda yendiğimiz halde haftalar geçtikçe takım yükseleceğine yalpalamaya başladı. oysa iyi bir kadroya ve tanıdıkça anlamaya ve daha çok takdir etmeye başladığım hasbi menteşoğlu gibi bulunmaz bir başkana sahiptik. hasbi bey'in dillere destan serveti hem şansımız hem şanssızlığımızdı; zira birçok kişi iş yapma kisvesi altında o paralardan pay almaya çabalıyordu. düşünsenize hasbi bey gibi akıllı bir adam kaç kere gece yarıları beni bürosuna çağırıp takım ve hakemler hakkında bilgi almıştı. anlamıştım ki, birileri "bu işler böyle yürür başkan," diyerek her hafta hakemlere verilmek üzere hatırı sayılır bir parayı kamulaştırıyordu! hakemlerin bize yardımcı olmadığını açık ve seçik bir dille ifade etmeye başladıktan sonra nedense rahmetli başkan benimle fikir alışverişi yapmamaya başladı. demek ki birileri durumdan rahatsız olmuştu!
takım puan kaybetmeye başlayınca otelde kalan biz bekâr futbolculara bir iş hanının dördüncü katı kiralandı; galiba bizlere otelde kalmayı hak etmiyorsunuz denilmek istenmişti. arka tarafında meyhaneler ve pavyonlar bulunan iş hanında ikişer kişilik odalarda geçen aylarımız kâbus gibiydi. o kadar çok sivrisinek olurdu ki, zehirlenmeyi dahi göze alarak odalarımızı sinek ilacıyla ilaçladıktan sonra havalandırmadan yattığımız halde yine de o kan emici sineklerin gazabından kurtulamazdık. gecelik sivrisinek öldürme rekorumuz otuz sekizdi ve oda duvarlarının hemen her tarafı kendi kanlarımızdan yapılmış dekorlarla süslüydü. şimdi düşünüyorum da niye parasını cebimizden ödeyerek otele gitmemişiz, anlaşılır gibi değil. o, adına lojman denilen iş hanında yemek de, televizyon da yoktu; sadece gece yarısından sonra alkol duvarını aşmış sarhoşların naralan odaları çınlatır dururdu.
tahminimce samsunspor'un dönüm noktası fethi demircan'ın göreve getirilmesi kararıdır. fethi hoca asker emeklisi olan ciddi bir adamdı, ingiltere'de antrenörlük eğitimi aldıktan sonra galatasaray'dan boluspor'a, a milli takımdan kocaelispor'a kadar yığınla takım çalıştıran bu deneyimli hocayla birlikte samsunspor en büyük problemi olan "hoca istikrarsızlığına" son verdi. samsun gibi zor bir beldede bir hocanın ara vermeden 2,5 sene görev yapması o günün şartlarında neredeyse imkânsız gibi bir şeydi.
1983-84 sezonunun ilk yarısı bittiğinde fethi demircan hoca'yla anlaşıldığında mehmet babalık, şükrü esat goran ve nuri asan olmak üzere tam üç değişik hoca başımızda bulunmuştu. futbolda henüz büyük paraların dillendirilmediği o dönemlerde samsunspor takımı oyuncularına iki senelik kontrat için 1 ila 15 milyon arasında yüksek meblağlar ödediği, bonservis bedeli diye on milyonlarca parayı saçtığı günlerde, idman yapabilmek için bir azot'un, bir askeriyenin sahasına gidiyor; göçebe gibi dolaşıyordu. koşmak için matasyon'a giderken, kuvvet antrenmanlarını samsun büyük otel'in bahçesinde, kaleci çalışmasını ise tren istasyonun oradaki küçük toprak sahada yapıyorduk. düşünsenize oyuncuya verilen dünya kadar paranın çok azma tesis yapmak mümkünken nedense bu konuda adım atılmıyordu. evet, rahmetli menteşoğlu su gibi akıttığı paraların karşılığında çabuk başarı istiyordu ve kendi mantığmca yüzde yüzhaklıydı da. peki ya, onun etrafında dolaşan ve futboldan anlayan onca insan niye bu konuda en ufak bir girişimde bile bulunmuyordu dersiniz?
hasbi bey'in ağzından birçok defalar "bu takımı başarıya ulaştıran şey benim paramdır" sözlerini işiten birisi olarak ona hak vermemek elde değil. ancak aynı dönemlerde karşıyaka'nın, sonraki dönemlerde ise ıstanbulspor, adanaspor gibi nice takımın büyük paralar sarf ettiği halde senelerce birinci lig'e çıkamadığı düşünüldüğünde parayı bulmak kadar, kalitelioyuncu bulmanın da, kulübü iyi yönetmenin de, aynı teknik ekipte ısrar etmenin de önemli olduğu anlaşılır.
1982-83 sezonunda samsunspor ligin en çok gol atan takımlarından birisi olduğu halde küme düşmüştü, zira aynı zamanda en çok gol yiyen takımların da başında geliyordu. aynı samsunspor 1985-86 ve 1986-87 sezonlarında yine çok gol atarken aynı zamanda az da gol yediği için şampiyonluğu kovalayıp ligi üçüncü bitirmeye muvaffak oldu. keza birçok kişinin küme düşmeye aday gösterdiği 1987-88 sezonunda da fazla gol atamadığı halde, yine zor gol yeme özelliğini koruduğundan ötürü samsunspor yine üstlerde yer almayı sürdürdü. gol atmanın önemini kimse yadsıyamaz, yeter ki gol yememenin ya da az yemenin de önemi göz ardı edilmesin.
1985-86 sezonu bence spor akademilerinde tez konusu olacak ölçüde dikkate değer bir sezondur. şöyle ki; bir sene önce ikinci lig'den birinci lig'e çıkan iki takımın, kayserispor ve samsunspor'un arasında ortaya çıkan fark kulüplerin doğru uygulamalar yaptığı takdirde sonuç almasının hiç de zor olmadığına dair en çarpıcı ve canlı örnektir. samsunspor, ikinci lig'de iyi bir kadro kurmuş olmanın avantajıyla zonguldakspor'dan üç, diyarbakırspor'dan ve antalyaspor'dan birer futbolcu alıp çekirdek kadrosunun üzerine monte ederek başarılı olmuşken; kayserispor sayısız transfer yaptığı ve samsunspor'dan iki misli daha fazla harcadığı halde ligin ilk yarısında neredeyse küme düşmeyi garantilemiştir. o sezon iki takım arasında oynanan maçları ise samsunspor 3-0 ve 5-0 kazanmıştır.
öteden beri yürekten savunduğum bir söz vardır: "büyük takım yoktur, büyük oyuncular vardır." büyük oyuncular bir araya geldiğinde ve aralarında uyum sağlandığında, iyi bir hoca ve aklı başında, verdiği sözlerin arkasında duran bir başkanla birlikte başarının gelmemesi diye bir şey olamaz. hasbi bey futboldan anlamadığı halde aynen kendisi gibi son derece zeki bir insan olan rahmi menteşoğlu'yla birlikte kulübü çok iyi yönetmiş, bu özelliğiyle de büyük başkan unvanını hak etmiştir.
fethi hoca'nın devre arasında göreve başladığı 1983-84 sezonunda ligi üçüncülükle bitiren samsunspor, ne yazık ki birinci lig'e çıkmak için gelecek seneyi beklemek zorunda kalmıştır. "her işte bir hayır vardır" sözünü doğru çıkartırcasına bu bir senelik kayıp samsunspor'a sayısız yarar getirmiştir. kulüp çevresinde dolanan işgüzar insanların sayısı azaldıkça, kulübe huzur gelmesinden doğal ne olabilir ki?
her ne kadar uzun senelerden beri görüşmüyor olsak bile o noktada zamanın asbaşkanı hakkı tomaç'm da hakkını vermek gerek. başkanlığı döneminde başarısız olmasını, devletten ve vatandaşlardan kaza sonrası gelen yardımları istemeden de olsa heba etmesini nasıl eleştiriyorsak; hasbi bey'in döneminde yaptığı ikinci adamlığı da takdir etmeden geçmemek gerek. zaten hangi konuyla alakalı olursa olsun tarihe dönüp baktığımızda nice başarılı ikinci adamın, birinci adam pozisyonuna geçtikten sonra aynı çizgiyi koruyamadığı görülür. avukat tomaç, yetki ve para başkasındayken kulübün işleyişinde ciddi rol oynamıştır. ama başarıda büyük pay tabii ki en başta rahmetli hasbi menteşoğlu'nundur. onun parasıyla iyi futbolcuları samsunspor'a kazandıranların hakkını da elbette vermek gerek.
hasbi bey başkanlığı döneminde paraları oluk oluk akıtırken birinci lig'de hakemlerin samsunspor'un hakkını yediğine pek şahit olunmamıştır! hakkımızı yememekte aşırı titizlik gösteren adalet duygusu gelişmiş hakemlerimizin, hasbi bey görevi bıraktıktan sonra maç içinde oyuncu arkadaşlarımıza hitaben "geçti o günler koçum, geçti!" diye aleyhimize penaltı düdüğü çaldığına, ofsayt pozisyonunda gol atan oyuncunun golünü geçerli saydığına da bu vesileyle değinmeden geçmeyelim.
türkiye sanmıyoruz ki mali açıdan o dönemlerdeki samsunspor gibi kulübü bir daha görebilsin! maçtan sonra gelen hafta içinde futbolcularına karşı olan vecibelerini eksiksiz getiren başka bir kulübü şu ana kadar ne duyduk ne de gördük. transfer alacağımızın vaktinden tam beş ay önce ödendiğine de bir tek samsunspor'da şahit olduk.
örneğin 1985 senesinde spor toto teşkilatı dört maçta belirli golü bulan takıma 5 milyon lira ödül verirdi; başka takımlar bu parayı hak ettiğinde kulübe gelir kaydettiği halde hasbi bey "ben oyuncularımın kazandığı parayı onlardan almam;' diyerek dağıtırdı.
o dönemlerin en güzel taraflarından birisi de 19 mayıs stadyumu'nun kapısının kimi günlerde sabah saatlerinde kapanıyor oluşuydu. vefakâr samsunspor seyircisinin maçın başlama düdüğünden 6 saat önce stadyumu doldurması inanılması güç bir durumdu. ülkenin her yanında samsunspor taraftarı oluşmaya başlamıştı ve hemen bütün maçlarımız ful çekiyordu. şampiyonluk şansına erken elveda dediği bir sezonda bizden önceki hafta yalnızca 1.500 biletli seyirciye oynayan fenerbahçe, yalnızca bir hafta sonrasında 35.000 seyirciyle bizi karşılamıştı. elbette bunda o dönem onları sürekli yeniyor oluşumuzun da etkisi vardı.
samsunspor'ım süper lig'de oynadığı son yıllarda tribünlerde binlerce boş koltuk olduğunu gördüğümde çok kez demiştim ki "galiba samsun yolun sonuna geliyor!" öyle ya; bayrak direklerinin olduğu duvarın üstünde dahi sayısız taraftarın oturduğu, stadın karnaval yerine döndüğü günler neredeydi, taş patlasa 200 kişinin bağırdığı o günkü seyirci neredeydi!
maddi manevi tüm desteğini samsımspor'a veren menteşoğlu ailesini şampiyonluğun elden uçup gitmesinde suçlayanların aklına şaşmalı! rahmi ve hasbi beylerin dürüstlüğüne, şampiyonluğu ne denli içten istediklerine sonuna kadar kefilim.
bazı insanlar bilgisizlikten şampiyonluğun avuçlarımızın arasından kayıp gittiği 1986-87 sezonunun sonunda neden gol kralıyla, savaşan satıldığını sorar durur. ilk olarak o oyuncuların mukaveleleri bitmişti ve bonservislerinde yazan 100 ve 150 milyon lirayı getirdikten sonra kimse onları tutamazdı. ikinci olarak transfer oldukları kulüpten aldıkları para samsunspor'un verebileceğinin hayli üstüne çıkmıştı. o aralar hasbi bey'in işlerinde pürüzlerin çıkmaya başlaması da olayların üstüne eklenince kadro bir anda dağılıverdi.
o başıboşluk içerisinde ben de türkiye'nin en yüksek bonservis bedeline sahip iki futbolcusundan biri olduğum halde ankaragücü'yle anlaşmış; ancak şimdi inkâr etseler de bazı yöneticiler "sen de gidersen kulübün anahtarını valiye teslim edeceğiz," dedikleri için futbol yaşantım boyunca ilk ve son defa olmak üzere ankaragücü'ne verdiğim sözden dönmüş ve samsun'da kalmıştım. elbette ki kulübüm hak ettiğim ücreti bana takdim etmişti; ne var ki ben onlara hiçbir zaman hakkımı yediniz demedim ki! aynen ankaragüçlü idarecilere gelmiyorum dedikten sonra bana açık çek teklif ettiklerini söylemediğim gibi...
bu noktada galatasaray'a giden oyuncuların da hakkını yememek gerek. çünkü onlar ve ben birkaç milyona, evet, evet yanlış okumadınız sadece 2-3 milyona serbest kalacakken kulübün önümüze getirdiği mukavele bedellerini yükseltme isteğini kabul edip imzaları atıverdik. olayın aslı şuydu: o dönemde vergiler çok yüksek olduğundan ötürü kulüpler genellikle asgari ücreti baz alarak oyuncularla mukavele yaparlardı. o sezon futbol federasyonu ani bir karar alarak "oyuncular mukavelesinde yazılı bedellerin beş katını getirerek serbest kalabilir," diye açıklama yapınca bütün kulüpler açmaza düştü. koca ülkede önüne getirilen kâğıtlara imza atan sadece samsunsporlu oyuncular oldu. birkaç milyona serbest kalma şansını elde etmişken bunu kullanmayan insanlar hakkında laf ederken dikkatli olunmalı.
hasbi bey'in bizzat ağzından '801i yılların ortasında yanında 35 bin kişinin çalıştığını duymuştum. bu kadar zengin bir insanın, bir daha asla gelmeyecek o altın yılları kulübe yaşatmış bir insanın birkaç kuruşluk menfaat için şampiyonluktan vazgeçtiğini söyleyenler iftiracıdır. hem ihtiyacı yoktu hem de kişiliği buna müsait değildi.
unutmadan; sekiz iyi oyuncu gitti diye "küme düşer" denilen samsunspor ligi dördüncü bitirirken kupada da final oynadı. eğer beşiktaş son hafta malatya'dan sürpriz şekilde beşgol yememiş olsaydı, samsunspor o yıl da ligi üçüncü bitirecekti. çünkü o dönemler samsunspor formasının bir ağırlığı vardı ve vasat adamların üzerine bile o formayı geçirseniz iyi iş çıkarıyorlardı.
samsunspor'ım çöküşü bence kazadan ziyade eski yanlışlara dönmeye başlamasıyla başlamıştır. samsunspor formasını taşıyamayacak insanların kulübe ayak basmasıyla fazla oyuncu transfer etme hastalığı depreşince çuvalla para harcanmasına karşın samsunspor, 1990 senesinde küme düşmüştür. küme düşmek fazla önemli değildir; bu yıl düşersin seneye tekrar çıkarsın, ne var ki kulübü ayakta tutan anlayışı yerle bir ederseniz işte o hallere düşersiniz.
1990'lı yıllarda gençlerbirliği ve gaziantep elinin altındaki oyuncuları astronomik fiyatlarla istanbul kulüplerine satarak finansal yönden dev adımlar atarken samsunspor birkaç oyuncu dışında oyuncularını iyi pazarlamayı başaramamıştır.
türkiye'de başarıya uzanmanın yolları çok açıktır; iyi bir hocayla anlaşıp onu uzun süre görevde tutarsanız, kaleci-libero-oyun kurucu ve santrfor mevkilerinde nokta atışı yaparsanız, hocanın işine karışmayan ve verdiği sözleri geç de olsa yerine getiren bir yönetiminiz varsa hiç korkmayın.
çok önemsediğim bir konuyu da yeri gelmişken aktarayım: samsunspor'un başarıdan başarıya koştuğu dönemlerde futbolcular küçücük bir odada neredeyse birbirinin sırtına çıkarak soyunur, giyinir ve yine küçücük bir banyoda duş alırdı. o banyo yerinde yalnızca iki duş olduğundan ötürü bayağı bir kuyruk oluşurdu. ama en ufak bir sorun dahi çıkmazdı çünkü hiyerarşi devreye girerdi; şöyle ki, kaptan naim ve eski futbolcular duş almadan biz gençler asla duş almazdık. hem almazdık hem de alamazdık! samsunspor eski kaptanlarından mustafa kefeli'nin kendisinden önce duş almaya kalkışan futbolcuyu nasıl dövdüğü dilden dile anlatılıp dururken, sıkıysa siz duşu önce almaya kalkın! yalnız burada söylemek istediğim noktayı kaçırmayın; bir kulübün yazılı olmasa da yerleşik kuralları olması ve o kurallara herkesin uyması gerekir. bizim ağabey pozisyonuna geçtiğimiz dönemlerde de aynı şey tekrar lanmış ve kimse o kuralları esnetememiştir. o dönemlerde diyelim ki gençlerden birisi otobüste sakızı biraz gürültülü çiğniyor; onun yüzüne bakmanız, sakızı çıkarmasına yeterli olurdu. bazı gençlerin özel hayatlarında sigara içtiğini bilirdik; inanın onlardan birisi bırakın sizi, eşinizi dahi yolda görse sigarasını hemencecik arkasına saklardı. bunları şunun için söylüyorum; sevgiden kaynaklanan saygının olmadığı kulüplerde ancak para varken işler yolunda gider; para bitince maskeler düşüverir.
samsunspor en iyi oyuncularını kaybettikten, maddi anlamda sıkıntıya düştükten sonra bile 1987-1989 seneleri arasında başarılı olmuştur çünkü takım içinde saygı ve sevgi her zaman korunmuştur, çünkü taraftar takımını desteklemeyi sürdürmüştür. ancak daha önce de söylemiştik şimdi de tekrar ediyoruz: iyi futbolcularınız olmadan bunlar bir anlam ifade etmez, hepsi birbiriyle yakından bağlantılıdır.
şimdi aramızda olmayan rahmetli oyuncularımızdan biriyle bir vakitler birbirimize girmiş ve aylarca selamlaşmamıştık. o süre zarfında bile örneğin gol attığımızda birbirimizle sarmaş dolaş saha içinde öpüşüp koklaştığımızı bilirim. ne demiştik; kimse kimseyi sevmek zorunda değildir ama saygı göstermek ve saha içinde birbiriyle azami ölçüde yardımlaşmak zorundadır. başarı da ancak böyle gelir zaten.