kırmızı kara burası kasımpaşa: 16. deplasmanım ve gördüğüm 18. stad…
recep tayyip erdoğan stadyumu'nun ankara 19 mayıs stadyumu'na uzaklığı: 449 km.
bazı deplasmanlar vardır. haftalar öncesinden planlamaya başlarsınız ama günü geldiğinde ya paranız olmaz, ya maç günü uymaz ya da bir şekilde içinizden gelmez, bir sonraki yıla ertelersiniz.
ama bazı deplasmanlar vardır, fikstür çekildiğinde kafanıza yazarsınız ve o gün geldiğinde “ne pahasına olursa olsun” atlar gidersiniz!
bu sezon başında (eskişehirspor, gaziantepspor, trabzonspor ve galatasaray ile birlikte) “kesin gitmeliyim” dediğim 5 deplasmandan biri de kasımpaşa idi.
maçtan birkaç gün önce (çeşitli nedenlerden ötürü) gitme isteğimin azalmasına ve (normalde anadolu maçlarında 5 lira olan) biletlerin 40 lira olduğunu öğrenmeme rağmen kararımdan geri dönmedim ve cuma akşamı iş çıkışı otobüse atlayıp gece 2 sularında mecidiyeköy’deki arkadaşımın evine ulaştım.
maç günü gözlerimi (hiç beklemediğim halde) güneşli bir güne açtım. ankara’da birkaç gündür yaşanan soğuğun ardından içim kıpır kıpır oldu doğrusu. hakan ile kahvaltılık bir şeyler atıştırıp önce birkaç arkadaşımı görmeye gittim. ardından da akşit abi, ümit yaşar ve hamza ile istiklal’de buluşarak taksiye atladık ve stada doğru yola koyulduk. birkaç dakikalık yolculuğun ardından stadı yukarıdan görünce “40 lira vermek yerine buradan mı izlesek?” diye düşünmeden kendimizi alamadık.
bir süre sonra deplasman tribününü bulamayacağımızı anlayıp taksiden indik ve yolumuza yayan devam etmeye karar verdik. birkaç kişiye sorduktan sonra kapının, az önce arabayla geldiğimiz tepede olduğunu öğrenip tırmanmaya başladık. biraz sonra stadı kuş bakışı gören bir açıya geldiğimizde, tribüne teleferikle falan ineceğimizi düşünmeye başlamıştık. ama sonrasında rakım azalmaya başlayınca “doğru yolda” olduğumuzu anladık.
turnikelerden geçtikten sonra “kutu gibi” bir stat bizleri karşılıyordu. sağ ve karşı kale arkasının kenarlarındaki “yapılar”, sahaya neredeyse sıfır tribünler, (izlemeyi zorlaştırsa da) nefis bir bahar güneşi ve maçın öğle saatlerinde oynanması aklıma doğrudan “ingiltere’den futbol”u getiriyordu…
adem, kasımpaşalı taraftarların kulüpleri ile yaşadıkları sorunlar nedeniyle bilet fiyatlarının bu kadar yüksek tutulduğunu anlattı. zaten tribünlerdeki insanların azlığını görünce ve tezahüratlarını duyunca her şey daha net anlaşılıyordu.
maçın başlamasını beklerken yan tribünden “hoş geldiniz!” tezahüratı yapıldı. alkışlarla karşılık verdik. ardından kubilay abinin “haydi gençler!” narasına eşlik ederek tezahüratlarımıza start verdik. kırmızı-siyahlılar sahaya çıkınca da, onları tribünümüze davet edip alkışladık. her şey güzel başlamıştı…
maçın ilk dakikalarında takımımızda garip bir heyecan vardı. bir türlü sahamızdan top çıkartamıyorduk. belli ki zor bir gün bizi bekliyordu!
ama birkaç dakika sonra takımın kendine olan güveni artmaya başladı ve maç karşılıklı ataklara dönüştü. kasımpaşalılar bizim önümüzdeki kalede birkaç önemli pozisyon harcarlarken, biz özellikle jimmy ile bol bol orta yapıyorduk. ama açımız rakip kaleye uzak olduğundan pozisyonların gerçek etkilerini pek anlayamıyorduk. gerçi bir pozisyonda adem, rakip sahadaki ofsaytları net bir şekilde görebildiğini iddia etti ama fazla üzerine düşmek istemedik. derken ilk yarı golsüz beraberlikle bitti.
yukarı çıkıp çay ve yiyecek bir şeyler aldık. chris ve istanbul’daki gençlerbirliklilerle laklak ettik. bu arada ben bir yandan da ilk kez geldiğim stadın “ayrıntılarını” inceliyordum.
ikinci yarıya alkaralar daha baskılı ve istekli başladılar. 48. dakikada kazanılan serbest vuruşu kullanan hurşut’un ortası ve jimmy’nin nefis kafa vuruşu ile tribünde çılgına dönüyorduk. golün gözümüzün önünde olması ise sevincimizi daha da arttırıyordu. ardından geriye yaslandık. bu da kasımpaşa’nın daha çok topu tutması ve baskı kurması demekti. ancak 8 dakika dayanabildik. djalma’nın sol kanadımızdan sıfıra inip yaptığı ortaya uche’nin kafa vuruşu ile skor dengelenirken bizler sessizliğe bürünüyorduk.
fakat bu golden 2 dakika sonra tosic’in yerden ortasının defanstan sekmesi ve lekiç’in yarım volesi ile bir kere daha öne geçiyor ve havalara fırlıyorduk. daha golün tribünümüzdeki etkisi geçmemişti ki zec’in nefis şutu üst direkte patlıyor ve iyice keyifleniyorduk! birkaç dakika sonra (sanırım) kubilay abi, “kırmızı kara burası ankara! mı yapsak?” diye sordu. ben dahil birkaç kişi, “abi, burası ankara değil, saçma bir tezahürat olmaz mı?” diye söylendik. ardından (muhtemelen yeniden) kubilay abi, “kırmızı kara burası kasımpaşa! diyelim o zaman? hem adamlara laf atmamış oluruz?” dedi. gülüştük!
bir süre sonra takımımız tekrardan baskı yemeye başladı. kasımpaşa sağlı sollu ortalarla gol arıyor ama hem özkan’ın güzel kurtarışları hem de rakibin isabetsiz vuruşları ile dakikalar tükeniyordu. son 3 hafta 8 puan kaybeden ekibimiz için deplasmanda alınacak 3 puan, ilaç gibi gelecekti ve hepimiz bunun bilincindeydik.
85. dakikada ben iyice ön sıralara gittim ve o açıdan maçı takip etmeye başladım. paşa’nın baskısı sürüyor ama birkaç pozisyon dışında çok da etkili olamıyorlardı. 3 dakika uzatma tabelasını görünce “hadi son 3 dakika dayanın!” diye geçirdim içimden! bir atağımız sırasında jimmy’nin yerde kalması ve ataktan sonra hakemin oyunu durdurmasına kasımpaşalılar oldukça tepki gösterdiler. bu pozisyonun hemen ardından da yine djalma’nın ilk goldeki ile aynı yerden, yere düşerken yaptığı ortaya yalçın’ın kafa vuruşu, 90+2′de 3 puan umutlarımızı yerle bir ediyordu. yerimden kalkıp arkaya doğru yürürken de maçın bitiş düdüğü geldi.
üzüntülü bir şekilde çıkış turnikelerinin önünde, polisin kapıları açmasını beklerken, yan tribündeki kasımpaşalı taraftarlar “haydi gençler!” çektiler. kısa bir şaşkınlığın ardından kafamızı onlara doğru çevirdik. tezahüratı 1-2 kere daha tekrarladılar. alkışladık ve kısa bir iadey-i tezahüratta bulunduk ve alkışlama sırası onlara geçti…
stattan çıkıp istiklal’e doğru yürürken, tff’nin, ev sahibi takımların 90+’da attıkları golleri geçersiz sayan bir kuralı hayata geçirmesinin, taraftarların deplasmana gitmesini daha cazip hale getireceğini ve bunun da orta-uzun vadede futbolumuzun gelişiminde büyük bir rol oynayacağı konusunda hemfikirdik!
istiklal’de oturacak bir yerler ararken türkan şoray’ın (imza günü olduğu için) bir camdan aşağıdaki kalabalığa öpücükler attığını gördük. yolu kesen kalabalığın arasından zar zor ilerleyerek, önce bir yerlerde karnımızı doyurduk, ardından da sıcak bir şeyler içip bol bol muhabbet ettik ve “90+2” haricinde dört dörtlük olan deplasman anımıza noktayı koyduk.
dip not: recep tayyip erdoğan stadyumu'ndan önce gördüğüm 17 stad sırasıyla şunlar: ankara 19 mayıs, cebeci inönü, mudanya ilçe, beşiktaş inönü, sakarya atatürk, yenikent asaş, bursa atatürk, san siro / giuseppe meazza, santigao bernabeu "maç yoktu. stat turu ile gezdim", konya atatürk, eskişehir atatürk, 5 ocak, ali sami yen, samsun 19 mayıs, fenerbahçe şükrü saraçoğlu, 19 eylül, istanbul atatürk olimpiyat.
(bu maç anısı gençlerbirliği’nin resmi internet sitesi olan genclerbirligi.org.tr‘de “kasımpaşa maçımızı tribünden mehmet ali çetinkaya yazdı” ek notu ile yayınlanmıştır.)