ilk basımı 2002 olan "dünya kupası" kitabında levent özçelik'in "dünya kupası anıları" başlıklı yazısından;
1998 dünya kupası şu ana kadar tanık olduğum finaller içinde en çok keyif aldığım organizasyondu. ilk kez 32 takımın katıldığı finaller, hem oynanan futbolun kalitesi, hem de maçlara olan ilginin üst düzeyde oluşu nedeniyle hoş anılar bırakarak girdi tarih sayfalarına. ilginin yüksek olmasında kuşkusuz ev sahibi fransa'nın finallere kadar yoluna devam etmesi ve fransız seyircilerin kupa heyecanından kopmaması hatırı sayılır bir faktördü.
fransa'da dünya kupası boyunca ikişer kişiden oluşan ekipler halinde değişik şehirlerde kaldık. ben ve yalçın çetin marsilya'daydık ve marsilya ile birlikte lyon ve st. etienne'deki maçlar bize aitti. ben finallerin başlama tarihinden on gün önce geldim paris'e, hem paris'te kamp yapan takımlardan haber geçmek, hem de magazin haberleri oluşturmak üzere. bir gün paris'in 80 kilometre dışındaki bir banliyöye gittik, brezilya'nın antrenmanını izlemek için. antrenman saat 14.00'de, paris'teki televizyon stüdyolarından türkiye'ye görüntü geçme saatimiz ise 18.00. yani çok dar bir zaman diliminde hem antrenmanı izleyeceğiz, hem röportajlarımızı yapacağız hem de bir saatlik yolda sıkışık paris trafiğini aşarak saat 18.00'de stüdyoya ulaşacağız. brezilya kampında takımın gelmesini bekliyoruz, sahanın tribünleri tıklım tıklım dolu. fransızlar brezilyalı yıldızları yakından görebilmek için antrenmana bir maç seyredecekmiş gibi ilgi göstermişler. güvenlik önlemleri üst düzeyde, çevrede kuş uçurtulmuyor. ve brezilya geliyor. onlarca basın mensubu ve televizyoncu saha ile tribünler arasında oluşturulmuş güvenlik koridorunda futbolcuları bekliyor. yıldızlar birer birer görünmeye başlıyor. flaşlar patlıyor, mini teypler kayıtta, tv mikrofonları uzatılıyor. ama nafile, hiçbir futbolcu yüzümüze bakmadan sahaya doğru yürüyor. muhtemelen antrenman sonrası röportaj verecekler ama bu bizim için çok geç... kameramız sürekli kayıtta, mikrofonumla meslektaşlarımı yara yara kendime bir yer açıyorum ve demir korkuluğun üzerine çıkarak az önce önümden geçen roberto carlos'a bağırıyorum: "roberto... roberto..." tüm gazeteciler bana bakıyor, "brezilya'dan arkadaşı mı acaba?" diye düşünüyorlar herhalde. roberto carlos isminin bağırıldığı yöne doğru dönüyor, yani bana doğru ve yürümeye başlıyor. yaklaştığında beni tanımadığını fark ediyor. ama artık iş işten geçmiş! belki de bunu bir espri olarak algılıyor ve antrenman öncesindeki tek röportajı alma fırsatını yakalıyoruz...
fransa'da belleğim eğer beni yanıltmıyorsa on maç anlatıyorum. benim ve yalçın'ın lyon ve st. etienne'deki maçlar için, bir aylık süre içinde toplam 11.000 kilometre yapıyoruz. yalçın'ın ehliyeti yok ama co-pilotluğu mükemmel. 11.000 kilometrenin tek bir kilometresinde dahi uyumuyor. süper bir yol arkadaşı. hem konuşuyor hem de konuşturuyor. (leman dergisindeki tiplemeleri seslendirmesindeki başarısı ile yalçm'ın bir başka yönünü de tanıyorum.) yine bir gece lyon dönüşün de marsilya'ya girdiğimizde tüm yolların trafiğe kapatıldığını görüyoruz. marsilya sanki savaş alanı gibi. ingiliz ve tunuslu holiganlar dünya kupası muharebesinde veledrom stadının yakınlarında sıcak çatışmaya giriyorlar. yüzlerce holigan ve polis yaralanıyor. olayları çıkaran tarafı tahmin etmek fazla zor değil. bu ingiliz holiganların çıkardığı ne ilk ne de son olay. '90 kupası'nda sicilya'da, '98'de marsilya'da, 2000 avrupa şampiyonasında charleroi'da ve ismini unuttuğum birçok organizasyonda hep başrolde değiller miydi?