ilk basımı 2002 olan "dünya kupası" kitabında akif kurtuluş'un "'74, '78 ve dükut-der'in şanlı mücadelesi" başlıklı yazısından;
'82 ispanya'dan mı bahis açmam isteniyor? başkalannı bilemem ama, benim için "her bakımdan" tatsız tuzsuz bir kupa oldu. dükut-der gönüllüleri, yaklaşık birbuçuk yıldır tespih taneleri gibi dört bir yana dağılmış, ortalıkta olanlar da, iki dikiş arasından meme yapmış top gibidir. hangi takımın tutulacağına, veya kimin nereye kadar gideceğine ilişkin hummalı tartışmalardan eser kalmamıştır. son iki dünya kupası'na evsahipliği yapmış sokak, ıssız bir kovboy kasabasıdır. sokağın ana babaları, bu yılın haziran-temmuz ayını, mamak yollarında geçirmektedir. bu bakımdan '82 kupası, "bir dükut - der etkinliği" -buna "ayini" de diyebiliriz- olmaktan çıkmış, herbirimizi münferit iman tazeleme seviyesizliğine mahkum etmiştir. bir futbol maçını, bu işten anlamayan sevgiliyle izlemek zorunda kalmak, başlı başına bir yazı konusudur da, çekilecek acı değildir. iyi de, dünya kupası'nı yapayalnız izlemek, bir dukut-der'liye yapılan en büyük işkencedir. bu işkence yapılmıştır. hani engel olamayacaksan bari zevk almaya çalış, denir ama, bu kupa, bizden bunu da esirgemiştir.
hollanda'nın yokluğunda, yetimliğimizi kim giderecektir? italya, eski gözdemiz polonya, yeni merakımız kamerun ve şikeci peru ile aynı gruptan, kamerun'la eşit puan eşit averaj, ama sadece 1 gol üstünlüğü (2-2, 1-1) ile çıkmıştır. bir golün "ipten adam aldığının" en değerli örneğidir bu, aynı zamanda.
"polonya-fransa elele / hep birlikte finale" tezahüratıyla izlediğimiz bu filmde, günler günleri kovalamış ve dört takım yarı finalin kapısına gelmişlerdir.
polonya-italya, almanya-fransa eşleşmesi de, esasen ballı lokma tatlısıdır. ayrıca polonya ve fransa'nın sadece benim değil, bütün bir kamuoyunun "ezici" desteğini arkasına almasının birkaç nedeni vardır. birincisi, polonya cesur, gösterişi de olan, avrupa'nın brezilyası sıfatını hak edecek kadar izleme zevki veren; fazlası, oyun disiplini ve kollektivitesinden bir an bile kopmayan bir takımdır, italya gibi kuru top oynamamış, ayrıca yukarda da dediğimiz gibi "direkten dönmemiştir". almanya'nın karşısında fransa'nın sevgiye mazhar olmasının fazladan bir nedeni de vardır. kessen almancılıktan dönmeyecek kadar ortodoks olanların arasında da "vicdan sahibi" memleket evlatlarının sayısı, küçümsenmeyecek kadar istatistiki değer taşımaktadır. o halde bu "enteresan" ayrıntıyı hatırlatmakta yarar vardır.
ilk devresini 3-0 geçtiği şili maçını 3-2 kazarak grubu 4 puan, 0 averajla kapatan cezayir, ertesi gün oynananacak almanya-avusturya maçını beklemektedir. almanya'nın 2 puan ve artı 2 averajı, avusturya'nın ise 4 puan artı 3 averajı vardır. beraberlik, avusturya cezayir'i, nerdeyse imkânsız 4 farklı almanya galibiyeti almanya cezayir'i, dörtten az farklı almanya galibiyeti ise almanya avusturya'yı üst tura taşıyacaktır. bir başka ifadeyle, almanya bir tane atar, avusturya da almanya'nın üstüne gitmezse, her iki takım "tarihin derinliklerinden gelen dostluk bağları"yla mağrib'i alaşağı edeceklerdir. öyle de olur. yakın yıllardaki galatasaray-sturm graz maçının son 5 dakikasını, bu iki takım 80 dakika boyunca hiç utanmadan 5 dakikasını, bu iki takım 80 dakika boyunca hiç utanmadan oynarlar. oynadıkları, futboldan başka her şeydir. birdirbir, güvercin taklası, elin elim üstünde ve topun kuka olarak kullanıldığı kukalı saklambaç dahil, bir güzel eğlenirler. ama bu maç, bir önceki kupanın arjantin-peru maçı kadar "kesif olmasa da, tarihteki şaibeli yerini alır. stadda bazı alman seyircilerin bile bayraklarını yaktıkları da, tutanaklara geçmiştir.
ne yaparsak yapalım, sonuçta 8 temmuz 1982 tarihi, kişiseltarihimize bir "kara gün" olarak yazılır.