ilk basımı 2001 yılında olan ümit kıvanç'ın "kesin ofsayt: televizyon futbolu ve futbol medyası" kitabından;
linçciliğin öbür yüzünde şişirme gazlama var: "trabzonspor'un sesi geliyor. hem de öyle böyle değil, gümbür gümbür geliyor, sayın seyirciler." bunları söyleyen bir trabzonsporlu değil. "spor meydanı" programının (2 ekim gecesi) sunucusu. hangi vesileyle yapıyor bu ajitasyon? bordo-mavililerin 4-1'lik siirt-jet-pa galibiyeti dolayısıyla. yani? trabzon kendinden epeyce zayıf bir takımı yenmiş. bunu "gümbür gümbür geliş" ilân edince ne olacak? trabzon seyircisi dertlerin bittiğine, "çıkışa geçtiklerine" inanacak, artık hep kazanacaklannı düşünecek... ve ilk yenilgide, hattâ maçın yenilgiyle bitmesine de gerek yok, adanaspor maçında olduğu gibi takımı yenik duruma düştüğünde, iki kat fazla hayalkırıklığıyla takımına saldıracak.
top çevirmeyelim, sözü futbol basınının dengesizliğini tasvir eden futbol basınına bırakalım:
"dünyanın hiçbir yerinde; bir süper maçla 'şampiyon' gösterilip, ilk kötü oyunda 'alaşağı' edilmezsiniz. hatırlayın; kocaelispor'u yendiği gün, fenerbahçe 'rüya takım' idi! köy takımına yenildiği gün, lucescu'ya bilet, kadroya da jilet atıldı. rangers maçına kadar dilim dilim doğradılar galatasaray'ı!.. 'milan yenilgisiyle' beşiktaş 'rezil', 'barcelona zaferiyle' 'vezir ilan edildi. türkiye'de alıştık artık. yaşananlar ve yapılanlar hep aynı."
iyi de, o zaman niye yapıyorsunuz? futbolcular, teknik adamlar, futbolseverler, taraftarlar, hepimizin başı dönüyor.
bir doruktayız bir dipte. her hafta lig maçlar, var arada da avrupa maçları. doruklar dipler içice geçiyor. üç-beş gün önce neredeydik, unutuyoruz. futbolcular da karıştırıyor taraftarlar da. geriliyoruz. taban tabana zıt hisleri bu kadar kısa aralıklarla yaşamaktan bitkin düşüyoruz. en önemlisi ruhumuz yoruluyor. iki zıt hali taşıyamıyor. ondan ona geçip tekrar dönemiyor.
bu bölümü, leeds united'dan altı gol yedikleri maçın bitiminde, şoka uğramış, yarı şuursuz haldeki beşiktaşlı futbolcuları şefkatle hayata döndürmeye çalışan nevio scala'nın o görüntüsünü hatırlatarak kapatayım. 1998 dünya kupası'nda, fransa'ya karşı uzatmada (113. dakikada) blanc'ın altın golüyle kaybedip elenen paraguaylı futbolcuları, tükenmiş halde serildikleri ve kalkamadıkları yerlerden teker teker "toplayan" büyük kaleci chilavert'in onların başlarını okşayışını, soyunma odasına gönderişini hatırlamayabilirsiniz...
futbol basınının linççiliği doğrudan besleyen bir şizofreni havası yaydığını ileri sürmek abartı değil. bunu, "yorum" adı altımda okuduğumuz, en basit olguyu tarif ederken bile birbirine 180 derece ters düşen görüş ve hükümlerle yapıyor. en çok üç maçlık dönemlerle "facia" ile "mucize", "efsane" ile "sefiller" arasında gidip gelerek yapıyor. şansa, tesadüflere, rakibin başarısına, lakımın o haftaki performansına bağlı olarak değişebilen durumlara derhal teşhis edilecek, üç-beş kelimeyle özetlenebilecek ve derhal ortadan kaldırılabilecek sebepler arayarak yapıyor. bunlar bir çırpıda giderilemediğinde kapıldığı hisleri krizlerini etrafa bulaştırarak yapıyor.
futbol basınını takip eden taraftar, bir yandan takımının tartışmasız "en büyük", hattâ "tek büyük" olduğuna bağnazlıkla inanmaya başlıyor, başarısızlıklarda hemen fail bulup suçlamanın görece gelişmiş yöntemlerini basından öğreniyor, iki maç kazanılınca "sorunlar bitti" havasına giriyor, maç kaybedilince kendini uçurumun kenarında hissediyor. bu ne yaman gerilimdir...
aynı kitapta yer alan diğer "linçcilik" yazıları için;