ilk basımı 2004 yılında olan halit kıvanç'ın "futbol! bir aşk..." kitabından;
çeyrek final maçları adeta "penaltı şampiyonası" halinde geçti. dört maçtan üçü yarım saat uzatıldı, gene de eşitlik bozulmadı. sonunda hep penaltı atışları, yani atan veya atamayan futbolcularla kurtaran ya da kurtaramayan kaleciler, yarı finalistleri belirledi.
bütün bunlan anlatırken, daha sonra birer hemşehrimiz hatta fahri vatandaşımız olacak iki futbolcudan niye söz etmedim? ne bileyim, schumacher'i alman kalesinde görünce, yakında "fenerbahçeli schumacher" olacağını düşünemedim mi acaba? ya pfaff'ın belçika kalesinde oynadığını seyrederken, onun da "trabzonspor'lu pfaff olacağını hiç tahmin edemedim mi dersiniz? eeee, gençlikte olmuyordu böyle şeyler... ya da meksika'nın havası böyle yapıyor... sahi hava da hiç değişmemişti. tıpkı on altı yıl önceki gibi... öğle saatlerinde yahut öğleyi biraz geçe, hani ikindiye yakıp birden yağmur. yağmur ne demek!.. sağanak... hem de nasıl!.. şakır şakır... bakıyorum etrafıma... hadi ben yabancıyım, bu meksika'nın tabiatını bilmiyorum, tedbirsiz çıktım, yağmurluk, şemsiye almadım. ya sizler? burda yaşıyorsunuz. bilmez misiniz? dayanamadım, sordum bir gün... bir kapının önüne sığınmış, sağanaktan korunmaya çalışırken, yanımdaki meksikalıya niçin şemsiye filan taşımadıklarını sordum. güldü, "şimdi geçer" dedi. zaten o cümlesini bitirene kadar da durmuştu sağanak... nasıl bir yağmur başlıyor... ve birkaç dakika sonra da bitiyor... nerden getirdiniz beni buralara? gol yağmurundan bahsederken... tamam tamam... nasıl belçika-sovyetler maçında iki saatte yedi gol seyrettikse... şimdi de çeyrek finalde, bu kez penaltı panayırına hazırlanın bakalım!
ilk iki saatlik maçımız, brezilya-fransa... ikisi de iddialı... brezilya, kendi kıtasında olmanın avantajıyla daha emin kendinden... fransa da italya gibi bir favoriyi elemiş olmanın güveni içinde... bakalım, göreceğiz. hele oyun başlasın da... ve başlıyor... 17. dakikada careca atıyor: 1-0, brezilya önde... devre böyle bitecek sanılırken... 41. dakikada, bu kez büyük futbolcu, michel platini... bir gol de platini'den: 1-1... oooo, ikinci yarıda bol bol seyredeceğiz... kim demiş? golü gören, alsın, getirsin... 90. dakika doluyor, hakem romen igna'nın düdüğü, "yarım saat uzatma"yı ilan ediyor. otuz dakikaya otuz gol sığar, eğer atan olursa!.. ama burda yirmi iki kişinin çabası, karşılıklı birerden iki golden fazlasını getirmiyor. hakemin bu kez çalan uzun düdüğü, penaltıları ilan ediyor dünyaya... dünya kupası'nda penaltı karnavalının başladığını... ilk atış ünlü brezilyalı socrates'ten... o da ne: kaleci bats yakalıyor... sonrasında goller geliyor: stopyra ile fransa 2-1 önde... alemao ile 2-2... amoros'la 3-2... zico ile 3-3... bellona 4-3... branco 4-4... of of of!.. o kadar övüp duruyoruz. sana yakışır mı be muhteşem platini? top öyle dikilir mi?... o yapar da julio cesar yapmaz mı? o da direği nişanlıyor... sıra fernandez'de... top ağları bulursa, fransa penaltılarda 5-4 geçecek veeeee... fransa yarı finale çıkarken... brezilya'ya "güle güle. güle güle..." vur be fernandez! yarına kadar seni mi bekleyeceğiz? söz dinleyen çocuk vuruyor. ve stad ayakta: fransa yan finalde...